“Politikada egemenlik olarak
adlandırılan şey, hem anlam hem de değer olarak ekonomi politikte mülkiyet
olarak adlandırılan şeydir; bu iki kavram birbirine eşit ve özdeştir; bunlardan
birine saldırmak ötekine de saldırmak demektir; bunların her biri öteki olmadan
anlaşılmaz; bunlardan birini yok ettiniz mi ötekini de yok etmeniz gerekir.”
Pierre
Joseph Proudhon
“Bize göre komünizm ne yaratılması
gereken bir durum, ne de gerçeğin kendisine göre düzenlenmek zorunda
olacağı bir idealdir. Biz bugünkü durumu ortadan kaldıracak gerçek
harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları, fiilen varolan öncüllerden
doğarlar.”
Alman
İdeolojisi (1846), Marx ve
Engels.
“Her şey, komünizmi hangi temel
ilkeleri göz önünde bulundurarak kurduğumuza bağlıdır. Ortaklaşa yaşam
biçimi olarak komünizmin kendisi kişiye boyun eğdiren bir yapılanmayı öngörmez.
Bu tür bir ortak yaşamın kişiye sağladığı özgürlüğün çok ya da az olmasını,
-tabii eğer toplum daha önceden piramidal-hiyerarşik bir yapılanma içine sokulmamışsa- insanların bireysel özgürlüğün
olmazsa olmazlığına ilişkin düşüncelerini, değişik toplumsal kuruluşlara ne
ölçüde sunabildikleri, bu düşünceleri ne ölçüde benimsedikleri belirler.”
Çağdaş Bilim
ve Anarşi (1912), Kropotkin
Bugün
komünist olmak kapitalizmin, sömürünün, insanın insan üzerinde kurduğu ister
sınıfsal egemenlik biçiminde olsun isterse de ırk, toplumsal cinsiyet, kimlik,
etniklik, din, ahlak, yaş, bilgi gibi öğelere dayanarak kurulan karşıtlıklar
biçiminde olsun her türlü tahakküm ve egemenlik biçimini reddetmek; toplumsal
ilişkilerin doğasını, her insanın özgürlüklerinin eşit olacağı, her insanın
farklılıklarının tanınacağı, hiç kimsenin bir ayrıcalıktan dolayı diğeri
üzerinde baskı kuramayacağı bir toplumsal tasavvur doğrultusunda dönüştürmeyi
hedeflemektir. Böyle bir komünizm kavramı, kendisini her ne kadar modern
toplumla, ve dahası uygarlıkların tarihsel mirasının halen süren tüm tahakkümcü
kalıntılarıyla uzlaşmaz bir karşıtlık içinde tanımlasa da, yine de, içinde
bulunduğumuz toplumun tarihsel koşullarıyla belirlenmiş bir ufuk ya da sınırlı
bir bakış açısı oluşturur. Bu yüzden fiili mücadele, elbette, bu ideal duruma
her zaman asimptotik olarak yakınsar. Böyle bakılmazsa komünist toplum bir tür
hayalcilik olurdu. Ancak, eğer komünizmi, bugünden reddettiklerimizden
hareketle tahayyül edilmiş bir geleceğin toplumu olarak ileriye fırlatır ve
mukadder bir devrime ipotek edersek, komünist olmak yine boş bir lakırdı olarak
kalır. Tam da bu nedenle, komünist olmak bütünüyle pratik bir varoluştur. Aynı
zamanda, tahayyüldeki toplumun pratik karşılıklarını, gündelik hayatta
ötekilerle kurulan tüm ilişkiler içinde icra etmektir.
Bugün komünist olmak, siyasal mücadelenin ikamet ettiği
sabit ve nihai bir toplumsal mekân tarif etmeksizin, toplumsal mekanın tümünü
savaş alanı olarak ilan etmektir. Öyle ki, gündelik hayatın en sıradan ve büyük
ölçekli politikayla ilgisiz varsayılan alanları bizatihi başka türlü bir
topluluk tahayyülünün inşa sahası haline gelir. Topluluk yaşamını ve özyönetimi
görüldüğü her yerde ezerek kendine tabi
kılan bir makine olan devletin polisiye ve militarist tahakkümü ya da sürekli
gözetim rejimleri veya kapitalizmin sınır tanımadan genişlettiği
metalaştırmanın hayatları durmaksızın sömürü çarkının içine çekmesi, sınıf karşıtlıklarının
kesintisiz yeniden üretimi gibi uzlaşmaz çatışmalar toplumsal dönüşümün
vazgeçilmez karşı koyuş noktalarını oluştururlar. Bununlar beraber eşitlikçi ve
özgürlükçü bir topluluk yaşamının tahayyülü ve inşası bakımından bir o kadar
önemli olan kurucu noktalar vardır: Evlilik kurumu, tek eşlilik, aile, çocuk
bakımı, eğitim, toplumsal cinsiyet kimlikleri, cinsellik, eğlence ve serbest
zamanın kullanım tarzları, çalışma, bilginin
nasıl üretilip nasıl dağıtıldığı, iletişim araçları ve kültürel üretim alanları
gibi bir çok alanda mevcut eşitsiz toplumsal ilişkilerin yerini alacak kurucu
alternatifleri üretmek, yani toplumsal yapının makro ve mikro yapıları
dahilinde akla gelebilecek her insani karşılaşmada komünist olmanın, yahut yeni
türden insan ilişkileri yaratmayı hayata geçirmek.
Bugün komünist olmak, her yerde mevcut olan iktidar
ilişkilerine karşı her yerde aktif olarak başka türlü düşünme ve eyleme çizgisi
geliştirmektir. Bizi özneleştiren disiplinci iktidarların düşünceyi de zapteden
çarklarına karşı, kalıplaşmış düşünme biçimlerini ve normatif ahlakın vücut
bulduğu tüm formları altüst etmektir. Duygusal bir isyandan ziyade kurucu
olmaktır. Öyleyse bireyin kendisi açısından komünist olmak, inatçı bir komünist
varoluşu kendi yaşamının bileşeni haline getirmektir. Bir birey diğerleriyle
ilişki kurduğu zaman politik tavrının da süreklilik göstermesi gereklidir
diyorsak, o zaman komünist olmak etik olmayı, etik yaşamayı zorunlu kılar. Ama
bu kesinlikle ahlakçı olmak demek değildir. Tersine, tahakkümün bir parçası
olarak içselleştirilmiş bir boyun eğme çizgisi dayatan ahlaka karşı, kişinin
benliğindeki tüm tahakkümcü eğilimlerle ve/ya tahakküme boyun eğen, onu arzu
eden eğilimlerle mücadele etmesi demektir. Bu da kendi üzerine dönmüş çok
uyanık bir göz gerektirir. İçe bakışı ve kendini bilmeyi gerektirir. Kişinin,
kendisini ötekilerin gözünden de görebilme yetisi geliştirmesini gerektirir.
Böyle bir kendi üzerine düşünüm, kendine eziyet değil, kendini sevinçle yıkıp
yeni baştan kurmaktır. Bu tavır, kişinin kendini alt etmesi ve kendi mümkün
varlığını hayata geçirmesi demektir. Kendi imkanlarını görmek, birey olarak
kendi varlığını başkalarından ötede görmemektir. Güdükleştirilmiş bir “benlik”le
övünmemek, narsisizminle baş edebilmektir.
Öyleyse
mücadele içindeki komünist, ötekilerle kurduğu ilişkide kendi adına konuşan,
yalnızca kendisini temsil eden, başkasının olsa olsa yanında yer alan biri
olmalıdır. Böylece, benliği siyaset içindeki kapalı bütünlüklere teslim eden
türden aidiyet ilişkileri son bulur. Yani komünist olmak birlikleri değil
çoklukları, uyumları değil farklılıkları ister.
Komünist olmak, var olan toplumun tahakküm üreten tüm
değerlerini, yaşam tarzlarını, ilişkilerini, zaruretlerini, düşünme biçimlerini
eleştirip zihnini başkalıklar alanına açabilmektir.
Bugün komünist olmak, bir erk merkezi olarak dışarıda ikamet
eden soyut bir güce değil, öncelikli olarak kendine saldırmaktır; kendinde
tezahür eden iktidar kurma eğilimlerini yok etmek üzere. Oysa kendi (self)
tekil, ayrışık ve kopuk bir varlık değildir ki yalnızca bireyin kendiyle
mücadele etmesi, dönüşebilmesine yeterli olsun. Kendi (ya da benlik) çok yönlü
bir ilişkiler ağı içinde yer alan, sabit olmayan bir akıştır. Bundan dolayı
kendine saldırmak, kaçınılmaz olarak toplumun tümüne saldırmayı ön gerektirir.
Tekrar ve üstüne basa basa söylemeli: Bugün komünist olmak, reddedilen yaşamın
yerine, yenilenmiş değerlere dayanarak, yaşamını ve ilişkilerini yeniden
düzenlemeyi gerektirir. Bu, her şeyden önce kişinin kendi kendine hissettiği ve
arzu ettiği bir şey olmalıdır.
Komünist olmak, ideal bir kurguyu hayata geçirmek
amacıyla geleceğe havale edilmiş düşler adına yaşamını çileye dönüştüren birisi
olmak demek değildir, fakat şimdiki zamanda yıkım ve yaratım sürecini, kendini
kurma süreci olarak başlatan pratik bir deneyimdir. Komünist olmak,
(birer soyutlama olmayan) pratik ilişkiler içinde, tüm kusurlarıyla var olan,
somut bir insan olarak başka bir toplumsallığı tahayyül ve -bir mühendis gibi
değil bir zanaatkâr, bir usta, belki de bir çırak gibi- inşa etmek, fiilen bunu
yaşamaya başlayan sıradan -ayrıcalıksız- bir insan olmaktır.
Komünist olmak bu bitimsiz oluş sürecini, hiç bir sonul
hedef koymadan, giderek başkalarıyla birlikte yaşamaktır. Komünizm bir hedef,
bir yer, bir toplum, bir sistemden ziyade bir oluştur.
Eğer ki an-arkhia (erk
yokluğu) ideal bir olanaksızlık ise komünist olmak bu idealin pratikteki
karşılığıdır. Başı sonu olmayan ebedi bir anarşist oluş süreci içinde, her
türden erk odağını usanmadan yıkmayı hedefleyen bir insan olmak...
Bu gibi insanlar her biri kendi yaşam deneyimleri
içinde çeşitli merkezsiz, düzensiz çokluklar oluşturarak hareket etmekteler. Bu
önceden belirlenemeyecek hareketler, haritalanamayacak patikalar boyunca kendi
yollarını açıp hayata izlerini bırakıyor, okumasını isteyen bir kolektif hafıza
sunuyor. Hayatın düzenli yollarını sürekli olarak kesen, bozan, dağıtan bu
patikalarda rastlantısal kesişimler, karşılaşmalar tarihsel sıçrayışlar,
buluşmalar yaşanıyor. Bütün bu rastlantılar toplumsal dokuyu ve onun düzenli
hayat alanlarını delik deşik eden biraraya gelişler doğuruyor. Adını
komünizmden almasa da, kendisini buna göre tanımlamasa da anti hiyerarşik
nitelikteki bu oluşumlar, tam da bu en umulmadıkları, en beklenmedikleri
patikalarda, devrimci-komünist bir doğrultuda yıkıcı ve dönüştürücü güçlerini
gösteriyorlar. Tam da bu önceden belirlenemeyen mekanlarda yeni yaşam biçimleri
inşa edilmeye başlanıyor. Bu süreksiz pratikler, toplumun anarşik-komünist tahayyüle
doğru bir eğilim göstermesi yönünde zorlayıcı etkiler yaratıyorlar. Bu etkileri
yaratan tüm yıkıcı ya da alternatif pratikleri, referanslarını tahakküm karşıtı
tüm düşünce ve hareket birikiminden alan bir komünizme göre yeniden tanımlamak
ve radikalleştirmek! Ayrışık gibi görünen bu sayısız oluşumun arasındaki içkin
bağı görerek devrimci siyaseti yeniden icat etmek… Bana göre anarşik-komünist
proje budur.
Komünist olmak bütünüyle pratik bir meseledir.
Tahayyüldeki toplumun pratik karşılıklarını, gündelik hayatta ötekilerle
kurulan tüm ilişkiler içinde icra etmek ve bunu kararlı bir şekilde kolektif
eylem haline getirip, sistem karşıtı bir siyasete dönüştürmektir.
Not: 2003
yılında mart ayında oturup safi kendim için yazdığım bu kısa yazıyı her
okuduğumda orasına burasına eklemeler yapıyor veya bazı ifadeleri
değiştiriyorum. Dolayısıyla benle beraber değişiyor bu yazı. Eski versiyonları
bilerek saklamıyorum, her daim açık bir metin olarak kalsın diye.