21 Aralık 2021 Salı

Karşılaştırmacı politik kadercilik

Şili'de toplumsal hareketlerin seçim sonucuna yansıyan siyasal başarısı ile Türkiye'deki mevcut iç karartıcı ekonomik siyasal atmosfer üzerine karşılaştırmalara feci bir kültürel kadercilik hakim. Bu karşılaştırmadan heyecanlanan herkes Şili'deki örgütlü toplumsal mücadelenin başarısını haklı olarak coşkuyla göklere çıkarıyor.  Dahası bu karanlık bir dünyada umut olarak yorumlanıyor. Diğer yandan Türkiye'de daha yıllarca AKP'nin neoliberal otoriter popülist rejimiyle başa çıkabilecek bir toplumsal muhalefetin ortaya çıkmayacağı önermesi, ispatı kendinde, aşikar bir önerme olarak ortaya atılıyor. Bu önerme, hâli hazırda seçim haricinde hiçbir siyasal aracı ve örgütlenme başarısı olmadığı ölçüde, diktatörlüğe dönüşmekte olan bu rejime karşı bir hazırlığı olmadığı ve bunun da Türkiye toplumu ile soluna içkin tarihsel özelliklerden kaynaklanan, kısa vadede değişmeyecek yapısal özelliklerden ileri geldiği varsayımına dayanıyor. 

Ne var ki tarihsel olarak belirlenmiş bir takım uzun dönemli eğilimler olsa da, toplumlar türdeş ulusal ya da kültürel davranış özellikleri gösteren tarihsel tözler değildir. Aslında dinamik toplumsal dönüşümlerle sarmalanır ve genellikle açık siyasal ifadelerle bu dönüşümler eninde sonunda üretim sisteminden siyasal partilere varan çıktılar ortaya koyar.

Şili'deki toplumsal mücadeleler, darbe öncesi ile birlikte en az 60 yıldır sürüyor. Neoliberalizmin ilk deneyi olarak tarihe geçen Şili'de darbe döneminde darmadağın edilmiş bir toplumsal muhalefet, daha sonraki 30 yıllık cunta dönemini kar altında tomurcuklanan çiçekler gibi geçirdi. Pinochet dönemi sona erdiğinde yeniden çiçeklenerek bugünkü noktalara ulaşan bir toplumsal direniş sürecine dönüştü. Aynı şekilde Brezilya, Arjantin, Portekiz, Yunanistan gibi uzun süreli faşist askeri cuntalarla yönetilen ülkelerde benzer bir durum oldu. Cunta altında geçen karanlık yıllar ve sonrasında toplumsal mücadelelerin yeniden canlanışı. Bazen de toplumsal tabanda biriken enerji açığa çıksa da tekrar tekrar bastırıldı. İran'da son 20 yılda ögürlükler için verilen sürekli mücadelede olduğu gibi. Mısır'daki Mübarek diktatörlüğünü sonlandıran halk ayaklanması sonrasındaki karşı devrimci süreçte olduğu gibi. Ancak bu koşullarda bile toplumsal mücadeleler, protestolardan başka biçimler bularak gündelik yaşamı değişmeye devam etmektedir. Toplumsal hareketler öyle aniden ortaya çıkan anlaşılamaz, irrasyonel kitle tepkilerinden oluşan fenomenler değildir. Aynı şekilde siyasal olanakların daraldığı baskı koşullarında da bütünüyle yok olmazlar. Asef Bayat, on yıllardır İran, Mısır ve İslamcı yönetim altındaki birçok ülkede sessiz şekilde yürüyen, gündelik hayatın içinde kendini derinlemesine gösteren toplumsal "gayri hareketleri" incelemekte. (Özellikle Siyaset Olarak Hayat kitabında). 

Türkiye de bu bakımdan topyekun siyasal iktidara teslim olmuş sağcı bir nüfustan oluşan bir coğrafya gibi görünmekte ise bu yanıltıcı bir imge. 60-70 yıla yaklaşan inişli çıkışlı, çok parçalı, çok farklı aktörleri ve siyasal ifadeleri olan bir toplumsal hareketler zinciri mevcut. İşçi hareketleri, gençlik hareketleri, Kürt siyasal hareketi, kadın hareketleri, yerel ekolojik direniş ve koruma hareketleri, zaman zaman ortaya çıkan tarım emekçilerinin hareketleri, çeşitli kentsel mücadeleler, gündelik yaşam dönüştüren hareketler, kimlikler etrafında verilen özgürlük mücadeleleri. Bu harekt zincirleri, sürekli kırılıp yeniden kuruluyor. Ancak devamlı olarak içiçe geçmiş ağlar halinde kendisini gösteriyor ve parlamenter siyaset içindeki merkez ve radikal sol siyasal partilerden yerel yönetimlere, akademik alana, kültürel üretim alanlarına devamlı etki ediyor ve toplumda radikal bir uç eğilim olarak dinamizmini koruyor. 

Özelikle şu sıralar görünür bir ayaklanma ya da sosyal patlama manzarası sunmasa da, Bayat'tan ödünç alarak, toplumsal gayri hareketler diyebileceğim, son derece çeşitlilik gösteren farklı yaşam biçimleri ile kendisini gösteren ve özelikle 30 yaş altının dünya algısında daha da belirginleşen bir toplumsal dönüşümün sürdüğü söylenebilir. Bu toplumsal dönüşümün en belirgin özelliği cinsiyet ilişkileri ile gençliğin özerklik kazanma mücadelesindeki ilerleme, ataerkil aile yapısının çözülmesi, kadınların toplumsal hayatın her alanında güç kazanması ve muhalif siyaseti dönüştürmesi, otoriter aileden bireysel bağımsızlığın gelişmesi ve toplumun sekülerleşmesinin genişlemesi. Bunların yanı sıra birçok başka toplumsal mücadele de irili ufaklı kendini gösteriyor. Özellikle genç nüfsun değerler sisteminde anlamlı bir dönüşümün yaşandığını söylemek için bir çok göstergeye bakılabilir.

Bu dönüşüm Türkiye'de alışageldiğimiz siyasal kalıplarda ifade bulmuyor. Bunun bir nedeni de sol siyasal aktörlerin halen bu kuşaklarla temas edebilecek örgütsel biçimleri geliştirememiş, ve kültürel olarak da bu kuşaklardan uzak olması. Mevcut solun arka planı ağırlıklı olarak geç sanayileşmiş yarı kırsal toplumlardaki toplumsal mücadeleler üzerine kurulu bir üçüncü dünyacılıktan kaynaklanıyor. Kendini bu üçüncü dünyacılıktan uzaklaştırmış sosyalist solun iletişim, örgütlenme ve strateji anlayışları ise Fordist dönem işçi hareketleri içerisinde oluşmuş ve kendisini yenilememiş kavramlar. Oysa Türkiye'de son 30 yıldır hızla postfordist bir üretim sistemi ve bunun ortaya çıkardığı bir işçi sınıfı şekillenmekte ve bu sınıfın sosyal eğilimlerini ise genellikle kültürel alanda görmekteyiz. Bu haliyle sol diye bilinen program, strateji ve kavram setleri ağırlıklı olarak modernleşmecilik ve fordizm etrafında şekillendiğinden varolan işçi sınıfının gerisinde kalıyor.

Mevcut toplumsal dönüşüm ise tümüyle kentsel kapitalizmin etkisiyle açığa çıkan, kentli çalışan nüfusun -postfordist işçi sınıfının- bilişsel ve kültürel değişimiyle kendini gösteren gündelik yaşam pratiklerinde ifadesini buluyor. Bu kentli nüfusun ihtiyaç ve arzularına karşılık verebilecek bir muhalif çizgi yavaş yavaş, hali hazırdaki sol muhalefetin içinde bile kısmen karşılık bulmakta. Ancak onu çok aşan kültürel biçimlerde kendini gösteriyor. Son yirmi yılda belirginleşen yeni toplumsal hareket, aktivizm ve iletişim biçimlerinin şekillenişi tamaamen bu dönüşümün ürünü. Yine de politikanın dışında kalan, ilk bakışta geleceğe yönelik kaygının belirlediği, arzuları ile toplumsal gerçeklik arasındaki sert karşıtlık nedeniyle nihilizme gömülü ve eski kuşakların kültürel değerlerinden hızla koparken kurucu bir siyasal dönüşümün de henüz aktörü olmayan, yaratıcı olduğu kadar potansiyel bir nihilizm biçimi altında belirginleşiyor. Belirgin bir gelecek yok sendromu, varoluş krizi ve kolektif depresyon altında açığa çıkıyor. Popüler kültürün bütün alanlarında bu krizin izi sürülebilir. 

Öte yandan genç kuşaklar eğer bu tür bir nihilizm evresinde ise bu, ülkenin içinden geçtiği ekonomik siyasal çöküşün belirgin bir semptomu ve bu çöküş hem eski paternalist taşra kültürünün krizinin hem de kentsel alanda daha savunmasız ve kırılgan bir nüfus yığılmasının beraberinde gelen bir duygulanım bütünü. Bu nihilizmin ne zaman aktif bir sosyal mücadelenin kurucusu haline geleceği ise hiç bilinemez. Ancak kendi dışında gelişen toplumsal dinamiklere karşı son derece hassas ve kırılgan olduğunu söyleyebilirim.

ABD ve Avrupa'da orta sınıfların 2008 krizi sonrası çöküşü sosyal hareketleri nasıl patlattı hatırlayalım. Burada ise, hali hazırda son 15-20 yıllık sermaye birikim sürecinin sona ermesi ve pastanın pay dağıtım mekanizmasının özelikle orta sınıflar aleyhine bozulması ve çöküşün başlamasıyla benzer bir süreç gelişebilir. Öte yandan ücretlilerin daha da yoksullaşması ve sürekli işsizlik ve güvencesizlik ve daha önce siyasal eylem tecrübesi olmayan nüfus kesimlerini de kolektif toplumsal mücadelelerin içine çekebilir.

Sonuç olarak, toplumsal dönüşümün açık toplumsal hareketler ya da apaçık siyasal biçimler altında olmadan da gerçekleşmekte olduğunu göz önünde bulundurarak, kaderci ve tözcü karşılaştırma biçimlerini bir yana bırakıp hali hazırda dönüştürücü toplumsal potansiyelin nerelerde birikiyor olabileceğine odaklanmak öncelikli sorunumuz olmalı.

 

Anarşi kavramı

Bütün toplumsal ve psişik özgürleşmelerin ortak noktası, insanı birey ya da topluluk halinde tabi kılıp yönetilebilir bir varlığa indirgeyen...