1 Ekim 2011 Cumartesi

Kavramları belirginleştirmek: Anti militarizm ve Savaş karşıtlı Hareket


Anti-militarizmin ne olduğunu belirleyebilmek için, öncelikle karşı koyduğumuz militarizmi nasıl ele aldığımızı belirginleştirmeliyiz. Militarizmi kendi başına bir görüngü olarak tespit etmek yerine, eşitsizliğe ve sömürüye dayalı karmaşık bir toplumsal yapının, tahakküm ilişkilerinin ve hiyerarşinin bütünleyici bir boyutu olarak tarif etmek politik bir mücadele alanı olarak anti-militarizmi nasıl kurguladığımızı belirleyecektir. Meseleye böyle bakmak, elbette her bakış açısının tartışmasız ortak kabul edebileceği bir anti-militarizm tanımı yapabileceğimiz anlamına gelmez. Bunun bir diğer sonucu da, tahakküm ilişkileri içinde militarizmi merkeze koyarken diğer tahakküm ilişkilerini onun çevresinde konumlandıran, muhalif söylemin merkezine anti-militarizmi yerleştirirken onu kendi başına bir mücadele alanı olarak yeterli gören, giderek apolitikleşmeye yazgılı tavrın devrimci bir alternatifini üretmektir. 
Kapitalizm ve devlet egemenliği ile belirlenen modern toplumları türlü eşitsizlik ilişkilerine bölen kırılma eksenleri çokludur. Birbiri içine eklemlenmiş farklı tahakküm ilişkileri, devletin zor kullanma hakkını tekelleştirmiş örgütlü bir şiddet aygıtı olarak tüm bu ilişkilerin bekasını sağlayan garantör rolüyle tamamlanır. Aksi takdirde toplumsal yapı içerdiği gerilimlerin yarattığı çatışma ile parçalanırdı. Toplumsal cinsiyet ve sınıf ilişkileri, etnik ve kültürel farklılıklar, yaş ve bilgiden kaynaklanan otorite, bireylerin devletin ve sermayenin disipliner ve üşgücüne dayalı talepleri uyarınca terbiye edildiği aile ve okul kurumu, ücretli çalışma köleliği, hayatın tüm düzenlenişini hiyerarşik hale getirir tahakkümü sürekli kılar.
Ancak tüm bu tahakküm ilişkilerinin hepsi toplumun geneli üzerindeki idare, kontrol ve zor aygıtı olarak varlığını gösteren devletin belirlenimi içinde kalır. Tüm toplumların, egemenlik altında istikrarlı bir şekilde varlıklarını sürdürmeleri, hem itaat etiğinin içselleştirilmesi hem ideolojinin uyuşturması hem de şiddetin hayatın her alanını kaplayan bir tehdit olarak varlığını sürdürmesiyle mümkün olur. Şiddet, tahakkümün her düzeyde gerçekleşmesindeki başlıca yollardan birisidir. Devletin hususiyeti, şiddet tehditini kendi tahakkümünün temeline yerleştiren ve şiddet tekeline sahip yegane iktidar mertebesi olmasıdır. Militarizm bu şiddetin uzmanlaşmış olarak örgütlenmiş halidir. Bu bakımdan, kendi başına ele alınabilecek bir olgu olmadığı gibi, diğer tahakküm ilişkilerini üreten ve onların da yeniden ürettiği bir doğası olduğunu mutlaka belirtmek gerekir.
Yani militarizmin eleştirisini yapmaya başladığımızda, yalnızca bir devletin, sürekli silah altında tuttuğu bir düzenli ordusu ve bunu meşrulaştırıcı bir ideolojisi olduğunu belirtmekle yetinemeyiz. Militarizm kendisini talep edecek bir teritoryal egemenliği, bürokratik devleti, meslek olarak politikayı, tahripkar teknolojileri, heteroseksist ataerkil cinsiyet ilişkilerini, milliyetçiliği ve bunları ayakta tutacak hukuki ve ekonomik sömürü sistemini gerektirir.
Militarizm, hiyerarşinin en katı çizgileriyle üretildiği ve normalleştirildiği bir düzenlemedir. Hiyerarşi ve tektipleştirmenin mantığını genelleştirir, normalleştirir ve topluma yayar. İnsan bedeninin nesneleştirilmesinin en uç noktasıdır. Disiplini okula, fabrikaya, hapishaneye ve polis teşkilatına ihraç eder ve onlarla karşılıklı etkileşime girer. Toplumdaki yok edilemez farklılıkları yok sayıp, soyut yurttaşlık temelinde türdeş bireyler topluluğu ve kandaş bir büyük aile olarak tasavvur edilen millet kurmacasının imalatçılarından biri ordudur. Görevlerinden belki de en önemlisi bu zihinsel tutkalı insan varoluşunun temeline yerleştirmek ve toplumdaki çatışmaların örtbas edilmesine katkıda bulunmaktır. Şiddet kullanımını erkekliğin başlıca niteliklerinden birisi olarak normalleştirirken, askerlik tezgahından geçirilmiş her erkeği topluma salarak hegemonik erkekliğin üretimi fonksiyonunu da yerine getirir. Bu yönüyle kadına yönelik şiddetin de homofobik şiddetin de üretilmesinde militarizmin büyük rolü vardır.
*******
Anti-militarizm, egemenliğin ve tahakküm ilişkilerinin devamını sağlamak üzere şiddet araçlarını kurumsallaştıran ve yeniden üreten siyasal sisteme karşı gelişen çeşitli 19. Yüzyıl sonlarında anarşist ve sosyalist eleştirilerin ortak kesenlerinden birisi olarak belirginleşir.
Askeri ya da diğer güvenlik aygıtları anlamında zor ve şiddetin kurumsallaşması kendi başına olgular değildir. Ulus-devlet egemenliğine ve kapitalizme olduğu kadar toplumda varolan sınıf ilişkilerine,  hiyerarşiye, erkek egemenliğine, heteroseksizme ve doğanın tahakküm altına alınmasına da sıkı sıkıya bağlıdır. Bu tahakküm biçimleri arasında karşılıklı birbirini besleme ve yeniden üretme ilişkisi vardır.
Bu nedenle anti militarizmi yalnızca devlet egemenliğinin tamamlayıcısı olarak varolan zor ve şiddet kurumlarına ya da zorunlu askerlik sistemine karşı koyan bir siyasal eleştiri ve bu zor ve şiddet araçlarının bulunmadığı bir gelecek tahayyülü olarak sınırlandıramayız. Anti militarizm, zor ve şiddet araçlarını kurumsallaştırmayı mümkün kılan ve birbirlerine karşılıklı bağımlı olan tüm toplumsal ilişkilerin ve tahakküm biçimlerinin bütününe yönelen bir dizi devrimci toplumsal eleştirinin özgül bir parçasıdır. Anti-militarizmin tutarlı bir şekilde dile getirilmesi, devletin, tahakkümün ve sömürünün olmadığı özgür topluluklara dayalı bir anarşist ya da komünist siyasal tahayyülün ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Yani açıkça söylersek toplumu bir arada tutan tahakküm ilişkileri olarak cinsiyetçilik, heteroseksizm, otorite, hiyerarşi, kapitalizm, ulus-devlet ve doğanın tahakküm altına alınmasına da bütünlüklü bir şekilde karşı çıkan bir eleştiriler zincirinden birisidir anti-militarizm.
Anti-militarizm zorun ve şiddet araçlarının kurumsallaştırılmasının kesin bir eleştirisi olarak ortaya çıktığından ötürü bunu besleyen diğer tahakküm ilişkilerinin hepsine de tutatlı bir şekilde karşı koyan bir dile sahip olması gerektiğini söyleyebiliriz.
Öte taraftan tersini söylemek de mümkün, feminist hareketlerin, lgbtt mücadelelerinin; kapitalizm, devlet, milliyetçilik, hiyerarşi ve otorite karşısındaki bazı ulus devletçi olmayan bazı heterodoks sosyalist, komünist akımlarla otonomist Marksist, anarşist, anarko komünist ve anti-otoriter akımların, doğanın tahakküm altına alınması karşısındaki politik ekolojist akımlar da anti militarizmi bir ortak kesen olarak içerir.
Anti-militarizm tarihsel olarak devlete ve kapitalizme karşı mücadele eden sosyalist ve anarşist akımların bir ortak ilkesi olarak kendisini gösterir. Kendi siyasal öznesi ve ayrı bir eylem hattı olan ayrı bir mücadele alanı olmaktan ziyade anarşist ve sosyalist veya komünist akımların sürdürdükleri siyasal mücadelenin bir parçası olarak şekillenir tarih boyunca.
Özellikle yirminci yüzyıl başlarında yaygın bir akım olan pasifizmden ve İkinci dünya savaşı sonrasında şekillenen yeni toplumsal hareketler bağlamında ortaya çıkan barış hareketlerinden farklı olarak 19 yüzyıl başında zorunlu askerliğe dayalı yurrttaş orduları modelinin yerleşmesine paralel olarak gelişen antimilitarizm, kapitalizme ve devlete karşı mücadelenin belirli bir eylem alanı olmuş, dönemin işçi hareketleri içinde savaşa karşı kitlesel mobilizasyonun bir politik ifadesi olarak kendisini şiddet karşıtlığından farklı bir yerde kurmuştur. Antimilitarist perspektiften mücadele eden sosyalist, komünist ve anarşistler, devletin şiddet tekelinin ortadan kaldırılmasının başlıca yolunun, halkın silahlandırılması ve sivil bir milis gücünün ortaya çıkması anlayışını savunmuşlardır.  Şiddetin veya kuvvet kullanımının, zorunlu durumlar haricinde insan ilişkilerinin bir boyutu olmasına her zaman karşı koyan anti-militaristler, direniş ve meşru müdafa hallerinde şiddetsizliğin savunusunu yapan pasifistlerden daima ayrılmıştır.
Daha güncel bir bağlamda, geleneksel sosyalist ve anarşist akımların özellikle 60lardan sonra geçirdiği dönmüşüm ve yeni sosyal hareketlerin ortaya çıkmasıyla birlikte antimilitarist bir eleştiri daha geniş bir bağlamda geçerlilik kazanmaya başlar. Liberter veya anti otoriter akımların yanı sıra feminist, lgbtt ya da ekolojist hareketler de antimilitarizmi ilkesel olarak sahiplenen diğer özgürlükçü siyasal akımlar olarak görünür. 
Antimilitarizmi  tüm bu siyasal akımların ve mücadelelerin ortak keseni olarak düşünmek, aynı zamanda bu akımların anti-militarizm bağlamında bir çoklu özne olarak düşünülmesini de mümkün kılar. Bunu hem ittifaklar ya da koalisyanlar olarak düşünebilir hem de antimilitarist mücadelelere içkin öznelerin çeşitliliğinden doğan farklı taktiklerin ya da mücadele biçimlerinin çeşitliliği olarak da kavrayabiliriz. .

Savaş karşıtı Hareket
Savaş karşıtlığı ifadesinin ve anti-militarizmin aynı anlamda kullanıldığına sıkça tanık olduğumuzdan bu ikisinin özdeş olmayıp aradaki farkı vurgulama gerekliliği sık sık duyuyorum.  Bana göre en basit haliyle anti-militarizm bir dizi net politik tavır alışlar gerektiren tutarlı bir siyasal anlayış iken “savaşa karşıtlığı” ile yetersiz şekilde ifade edilmeye çalışılan olgu yalnızca fiili savaş durumları ya da ihtimalleri karşısında mobilize olan türdeş olmayan bir çeşitliliğin pratikteki eylemlerini ifade eder. Bu yüzden “savaş karşıtlığı” diye tutarlı bir siyasal zemin tarif edilemez. Burada söz konusu olan savaş durumlarında ortaya çıkan bir toplumsal hareket olarak “savaş karşıtı hareket”tir. Yani bireysel bir tercihten ziyade çok farklı toplumsal kesimlerden insanların eylem ortaklığının doğurduğu bir toplumsal hareket. Bu oldukça karmaşık bir çeşitliliğin harekete geçtiği aralarındaki tek ortak noktanın var olan savaşa karşı koymak olduğu bir toplumsal mobilizasyon anlamına gelir.
Anti-militarizm ise savaş ve militarizmin tüm uygulamaları karşısında tutarlı ve kapsamlı bir karşı koyuşu mümkün kılacak siyasal zemini tarif etmenin tek yoludur:
1) Militarizm kapsam ve genişliği bakımından savaşla özdeş değildir. Militarizmin ideolojik eklemlenmeleri kapsamca çok geniş, otoriter, hiyerarşik ve erkek egemen pratikler üzerinden sürekli bir kuruculuğu olan ve ulus devlet egemenliğinin somut pekişmesini sağlayan, sadece orduda değil kuvvet kullanımına başvuran her güvenlik aygıtında süreklilik gösterebilen bir ideoloji ve pratikler bütünüdür. Bu nedenle güvenlik paradigmasının genişlediği ve çeşitlendiği bir küresel güvenlik döneminde, militarizm aynı zamanda ordu, polis, özel güvenlik güçleri, sınır polisleri gibi birçok alana doğru genişleyen bir etki göstermektedir.  Anti-militarizm tüm bu güvenlik sisteminin karşısında bir politik dil üretmeyi gerektirir.
2) Militarizm gündelik hayatın olağan ritmi içinde işler. Savaşın ve baskıcı bir kuvvet kullanımının her daim bir ihtimal olarak kapıda olması esasına göre var olur. Fiilen hiç savaş olmasa bile. Bu yönüyle potansiyel bir faşizmin de temelini oluşturur.
3) Savaş, bir toprağın üstünde devlet egemenliğini tesis etmek ya da bunu yeniden organize etmek için toplumsal iktidara sahip politik aktörlerin giriştiği büyük ölçekli organize şiddet seferberliği olarak tarif edilebilir.  Savaş halinde bütün gündelik hayat yeniden şekillendirilir ve olağanüstü halin devreye girip süreklilik kazanmasını sağlar.
4) Savaş, olağan zamanlarda görünmeyen, ya da içselleştirilmiş militarizmin ve onunla bağlantılı tahakküm, sömürü ya da egemenlik mekanizmalarının görünürleşmesine sebep olur. Bu yüzden savaş felaketi, olağan zamanlarda militarizmin varlığının dahi farkında olmayan insanların, savaş zamanında tüm bunları daha fazla görmesine yol açar. Zira savaş militarizmin kuvveden fiile geçmesinden çok daha fazlasını içerir. 
5) Yukarıdaki durumun kutupsal karşıtı olarak, savaş zamanı, toplum üzerinde iktidarın manipülasyonu da en üst safhaya çıkar ve  her savaş kendi yandaşlarını ve karşıtlarını daha önceki zamanlardan çok daha keskin karşıtlıklar içinde yaratır. Kısacası savaş, fiilen öyle bir felaket halidir ki, militarizmin genellikle sessiz ve derinden işleyen pratiği ile karşılaştıramayacak denli büyük bir yıkıcılıkla bütün hayatı karşısına alması nedeniyle, aciliyetin en üst noktaya çıktığı bir toplumsal muhaelefete sebep  olur.
6) Militarizmin kapsamı ve gündelik hayata nüfuz eden etkisi, açıklığa kavuşturulabilmesi için oldukça derinlikli bir eleştirel bakış gerektirir. Buna karşın savaş çırılçıplak yok ediciliğiyle en kör vicdanlara bile durumun aciliyetini fark ettirmeye başlar. 

Bunları antimiilitarizm ve savaş karşıtı hareket ilişkisine getirip bağlayacak olursak kısaca şunları söyleyebiliriz:
- Anti-militarizm konuyu genişletmeye ve bakışı derinleştirmeye meyleden  bir ideoloji eleştirisi sunar, hem de toplumun antagonist karşıtlıklar içinde, özel mülkiyetin egemenliğine ve devlet iktidarına dayalı bölünmüş yapısının devrimci bir eleştirisi için hem savaş hem de barış zamanlarında meşru bir mobilizasyona, politik mücadeleye kurucu bir zemin sağlar. Ancak meşruiyetinin en yüksek olduğu zamanlar -ve doğaldır ki iktidar odakları tarafından en çok düşmanlaştırılarak vatan haini ilan edileceği zamanlar- yine fiili savaş halleridir. Bu bakımdan anti militarizmin şiddet karşıtlığı ya da hümanist bir barış severlikle benzer bir hoşgörüye maruz kalmayacağı aşikardır.
- Antimilitarizm, berrraklığı ve kapsamı ile bir tür politik netlik doğurur dolayısıyla safi ahlaki ya da vicdani nedenlerle savaşa karşı koymanın konjontürel tutumundan farklı olarak politik ve derinlemesine eleştirel bir tavır sergiler. Bu yüzden de savaşa karşı çıkan toplumsal muhalefetin içinde genellikle azınlık olmak durumunda kalır. Savaş karşıtı haereketler ise geniş bir toplumsal konsensus sağlayabilecek ve asgaride olsa etkili bir söz ortaklığı üzerinden mobilizasyon yaratabilecektir. Bu bakımdan anti-militarist bir zeminde ortaya çıkacak aktivistler koalisyonunun, ya da Judith Butler’ın ifadesiyle “queer ittifakların” bir savaş karşıtı hareket örgütlemesi de eş zamanlı olarak her zaman mümkündür.
- Örnek: 2003 1 mart teskere eylemleri dünyada 60- 100 milyon civarında insanı Türkiye'de de 100.000 insanı harekete geçirdi. Normalde derinlikli bir antimilitarizm söylemi ile bu kadar insanı mobilize etmenin politik zeminini kuramamıştır.
- Geniş bir toplumsal ittifak ya da mobilizasyon yaratması her zaman mümkün olan "savaşa karşı çıkmak" ideolojik politik ya da ahlaki olarak birbirini tutmayan bir çeşitliliği  barındırabilir. Antimilitarist eleştiri ise bir tutarlılık zemini kurar bu yüzden de böylesi bir ittifakın özneleri nitelikçe daha bütünlüklü bir toplum eleştirisinin failleri arasında yer alır. Ancak kaçınılmaz olarak azınlıkta kalır. 
Bu gibi önermeler çoğaltılabilir, ama sonuç olarak söylemek istediğim şey, anti-militarizm derinlikli bir politik bakış açısını ve bundan türeyen bir aktivizmi ifade eder. Savaş karşıtı hareketler ise, sadece fiili bir savaş halinin aciliyetinin dürtüklediği bir toplumsal mobilizasyona, protestolara veya toplumsal hareketlere yol açar. Bu ikisini savaş karşıtlığı yüzeysel ifadesiyle bir veya özdeş olarak tarif etmek, iyi ihtimalle toplumsal hareketin çeşitliliği ile net bir politik yaklaşımın berraklığı arasındaki farkı gözden kaybeder. Ancak daha kötüsü, bir toplumsal harekete sebep olan motivasyonların meşruluğunu yalnızca kendi tutarlı ahlaki söyleminin kıstasına vurarak ölçmeye kalkar ki bu da eyleme geçmiş sıradan insanların samimiyetinin sorgulanmasına yol açar. Bu tür bir mantık istemeden de olsa bir protestoya veya toplumsal harekete doktriner bir şekilde bakma tehlikesini doğurur.  Aynı zamanda, bu tür bir indirgemecilik anti-militarizmin standartlarıyla savaş karşıtı hareketleri değerlendirmeye kalktığında, bir tür ahlaki püritanizmle pratik mücadeleler karşısında kuşkucu bgir geri çekilişe yol açabilir ki bunun başlıca nedeni de bizce antimilitarizmin yaygın şekilde şiddet karşıtlığı ve pasifizmle karıştırılıyor olmasıdır.
Anti-militarist bir aktivizmin, savaş karşıtı hareketin yaratılmasındaki olumlu etkisi, savaş karşıtı bilincin yaygınlaşması ve geniş bir toplumsal mobilizasyonun oluşması için  ortaya koyduğu güçlü eleştiri ile sergilenebilir. Fakat antimilitarist bakışı meseleyi savaşın durdurulmasıyla veya barışın tesis edilmesiyle sınırlamayacak, dahası savaşlara, örgütlü şiddete ve doğanın ve insanın çok büyük yıkımlarına yol açan toplumsal sistemin ve egemenlik ilişkilerinin devrimci bir dönüşümü talebini yaygınlaştırmaya dönük propaganda ve mücadele alanı olarak meseleyi politikleştirecektir.

Bu konunun bağlanacağı bir diğer eklem ise "savaş karşıtlığı" ya da “şiddet karşıtlığı” veya "her türlü savaşa karşı olma" ifadelerinin yetersizliğidir. Bir toplumsal mobilizasyon olarak savaş karşıtlığı her zaman, her örnekte belirli bir savaşa, çok çeşitli nedenlerle karşı çıkan geniş bir insanlar çeşitliliğinin bir araya gelmesi olarak tezahür eder. Bir çok farklı sesi eylem alanında ittifak haline getirir. Her türlü savaşa karşı olma söylemi ve bunu da anti militarizm olarak özetlemek ise bu geniş bir-aradalık zemininin aşındırır, altını oyar, aynı zamanda da antimilitarizmin politik tutarlığını zayıflatır. Bu nedenle antimilitarizm anti-kapitalist bir perspektif olmadan tutarsız, antikapitalizm de anti-militarist bir perspektif olmadan zayıf ve yetersiz kalacaktır. 


Anarşi kavramı

Bütün toplumsal ve psişik özgürleşmelerin ortak noktası, insanı birey ya da topluluk halinde tabi kılıp yönetilebilir bir varlığa indirgeyen...