16 Ocak 2014 Perşembe

Tostoraman’ın Yavrusu - Babanın yasağı ihlal edilebilir mi?


Neden çocukların özgürlüklerini ve özgüvenlerini kazanmak için ebeveynlerin koydukları sınırları ihlal etmeleri gerekir? Otoriter ve geleneksel baskıcı yaklaşımlardan uzak her ebeveyn, çocukların, hem kendisini güvende hissetmek için sınırların belirlenmesine hem de sınırlar içinde hareket yetisi kazandıkça, bu sınırları aşmaya ve genişletmeye gerek duyduklarının farkındadır.
Ebeveynin hassas rolünün önemi tam da bu aşamada belirir: sınırları fazla gevşetmenin ya da hiç gevşetmemenin çocuğun ruhsal gelişimine ciddi zararları olacaktır. Ancak bunlar üstüne ne kadar kafa yorup ince ayar tutturmaya çalışsak da çocuklar (ve gençler) özgürlük alanlarını genişletmek için kendi bulabildikleri yoldan gitmeye oldukça kararlı varlıklardır. Ve yeri geldiğinde ihlal etmeye meylederler.
Julia Donaldson’ın Tostoroman hikâyelerinden ikincisi olan Tostoraman’ın Yavrusu bu gözle ele alınabilir. 2011’de BBC tarafından uyarlanan animasyon filminde kitaptaki hikâyeye daha belirgin bir derinlik ve bazı açılardan tutarlılık kazandırılmış.
Kitaptan farklı olarak film, ilk hikâyedeki anne sincabın çocuklarına anlattığı bir masal olarak başlıyor. Anne sincabın dış sesiyle yavru Tostoraman’ın hikâyesine giriyoruz. Yuvasının etrafında koşturup neşeyle oynayan yavru Tostoraman’ın ormanın derinliklerine heyecanla baktığını görürüz. Ormana doğru merakla, gözleri kamaşmış ilerlerken babası onu koltuğunun altına alıyor ve ormanın derinliklerine gitmemesi için sertçe uyarıyor. Ormandaki tehlikeden, ‘Koca Kötü Fare’den bahsediyor. Onunla bir kez karşılaşmış olması, bir daha unutamadığı acı verici bir deneyim olarak hafızasına kaydolmuş ve çocuğunu da bu yüzden korumaya çalışıyor.



Çocuğuna nasihat veren bu babanın, tümüyle iyi niyetle, sırf koruma duygusuyla davrandığından hiç kuşkumuz yok ilk bakışta. Bu kadar sıkı bir öğüt ve yasak koymak çocukta büyük merak yaratıyor ve yasağın ardındakini öğrenme arzusu da kendini gösteriyor. Eğer bir yasak varsa potansiyel olarak ihlal de yanı başında tetikte bekler. Çünkü yasağı delmek isteyen, yasağın mantıklı mı yoksa boşuna mı olduğunu  anlamak ister.
İlk hikâyedeki minik fındık faresinin Tostoraman’ın zihninde Koca Kötü Fare haline gelişi bizi gülümsetir. Bu şekilde çarpıtarak hatırlamasının sebebinin, olsa olsa Tostoraman’ın yaşadığı korkunun travmaya dönüşmesi olduğu sonucunu çıkarabiliriz.
Peki, nedir Tostoraman’ı bu kadar dehşete düşüren?
Önceki hikâyede fındık faresi, karşısına çıkıp onu yemek isteyen Tilki, Baykuş ve Yılanı başından savmak için hayali bir canavarla onları korkutmuştu. Sonra bu heyula -korkularının cisimleşmesi- ete kemiğe bürünmüş olarak karşısına dikilmiş, bu kez de canavardan kurtulmak için kendisinin ormanın en korkulan yaratığı olduğuna onu inandırmıştı.
Ormanın bu “en korkulası” yaratığı,  diğerlerinin korkularını onlara geri yansıtabilme becerisini gösteren, ormanın en zayıf yaratıklarından birisiydi aslında. Eğer bir marifeti varsa, bu kendinin ve diğerlerinin korkularını tanımasıydı. Böylece onu korkutanlara ayna tutup onları korkularıyla yüz yüze getirebiliyordu.
Burada masalın bütün sevimliliğini bir süreliğine kenara bırakıp, Tostoraman’ın, son derece zayıf ama kendisini zekâsıyla savunmasını bilen fındık faresini en büyük korku kaynağına, büyük kötüye, ötekine dönüştürmesinin mantığı nasıl anlaşılır hale gelir?
Bu devin, fındık faresi ile karşılaştığı ana kadar karşısına kendisi kadar korkutucu başka bir yaratığın çıkmamış olmasının beslediği kibrin altını oyan şey, tüm orman sakinlerinin önünde fare tarafından korkutulması ve alaya alınması olsa gerek. Böyle bakarsak, Tostoraman’ın korkusunun  kökenini, ormanda iktidarsızlaştırılması, hatta “kastre edilmiş” olması olarak görebiliriz.
Ormanın en kendine güvenen, gerçek olamayacak kadar korkunç canavarının, böylesi bir kastrasyonu travma olarak hatırlaması, bu travmanın kaynağı olan minik fındık faresini abartarak imgeleminde Koca Kötü Fareye çevirmesi bu durumda anlaşılır: bir devin iktidarını sarsabilecek olan yine ancak bir dev olabilirdi bu mantığa göre.
Her ne kadar Tostoraman’ın belleğinde fare belki tam olarak dev gibi anımsanmasa da artık çocuğuna onu kötü bir dev olarak anlatır. Hikâyenin başında, onun nasıl bir şey olduğunu merakla öğrenmeye çalışan yavrusuna “Üstünden geçmiş çok zaman” dedikten sonra kafasını kaşıyıp “Pek iyi hatırlamıyorum” der ve düşünür. Sonra tıpkı fındık faresinin geçmişte Tilki, Baykuş ve Yılana anlattığına benzer şekilde yavrusuna Koca Kötü Fare’yi anlatmaya başlar.
Koca Kötü Fare korkunç kuvvetli, uzun pullu kuyruğa sahip, gözleri ateş kuyusu, bıyıkları dikenli telden sert bir yaratık olarak resmedilir. Bu sayede Tostoraman hem ondan duyduğu korkuyu meşrulaştırmış olur hem de yavrusunun ormana ayak basmasını korkutma yoluyla engellemeye çalışır. Bu engellemenin altında yatan sebebin, farenin gerçekte hiç de böyle bir yaratık olmadığını farkında olmadan unutma ve gizleme çabası olup olmadığını sorgulayamaz mıyız?
Ya günün birisinde yavrusu ormana adım atıp Koca Kötü Fare diye bir şeyin aslında var olmadığını, babasının korktuğu şeyin minicik bir fındık faresi olduğunu öğrenirse? O halde yasak sadece yavruyu koruma işlevi görmez, hatta aslında böyle bir işlevi yoktur bile. Gerçekte bu yasak yavruyu korumaktan çok babasının korkusunun açığa çıkmamasını, ormanda yerinden edilen iktidarının en azından kendi yaşam alanında sürdürülebilmesini sağlar.
Artık kastre edilmiş olan eril iktidarını yeniden tesis edebileceği tek yer, yasakları ve sınırlamalarıyla kendi yuvası olup, yapabileceği tek şey orada egemen olmak ve bunu yavrusu üzerinde müşfik bir koruma hamlesiyle kabul edilir kılmaktır.
Ormanın en güçsüzlerinden olan fındık faresinin korkularından türeyen, ormanın en güçlülerinden birisi olan Tostoraman, eğer gücünü ötekilerin duyduğu korku sayesinde edinmişse, bu gücü yerinden edecek olan da güçsüzlerin ondan korkmamayı öğrenmesidir. Böylece korkma sırası ona gelir. Çünkü kimse kadiri mutlak değildir.
Bu tam da eril iktidarın kendisini alt üst edecek olanla karşılaşmasıdır: İlk hikâyede -özellikle belirgin şekilde animasyonda- ormanın yaşlıları ve güçlüleri olarak canlandırılan Tilki, Baykuş ve Yılan tipleri ve Tostoraman eril iktidar ağının simgeleşmiş figürleridir. Buna karşın fındık faresi bu eril iktidarı ve gerontokrasiyi (yaşlılar iktidarını) sarsacak olan bağımsız bir genç figürü olarak karşımıza çıkar.
Bizim dünyamızda eril iktidarın kendini gerekçelendirmek için sürekli öteki korkusuna yaslanmasını tartışmamıza katıp devam edelim. Masalda sevimli görünse de gerçek dünyada ufaklığına rağmen ürkütücü ve tiksinti verici olan farenin toplumsal hayatta neyi simgeleyebileceğini düşünelim: fare genellikle yerde, yerin altında, binanın dip ve köşelerinde, karanlık ve nemli yerlerde, boru ve kanallarda, yani yaşam alanlarının en erişilmez kuytularında, tekinsiz mekânlarda gezer. En küçüğünden en irisine kadar, kontrolden kaçabilen, kolay yakalanamayan ve bu yüzden ev yaşamından her zaman uzaklaştırılmak istenen, tiksinilen, görüldüğünde öldürülmek istenen bir hayvandır.
Masaldaki farenin simgeledikleri arasında, eril iktidarın denetiminden kaçan birçok toplumsal grubu görebiliriz: aile yaşamının kurallarının dışında kalan kadınların, başına buyruk gençlerin, itaat etmeyen çocukların, eşcinsellerin, yabancıların, alt sınıfların, ayak takımının, serserilerin, yoksulların, evsizlerin, sırf varlığıyla ailenin ya da topluluk yaşamının kurulu düzenini tehdit ettiği düşünülen her türlü aykırı, uyumsuz figürün oluşturduğu ötekilerin dünyası.
Ötekilerin dünyası bu yüzden gerçek hayatta korkuyla, kuşkuyla, aşağılamayla, küçümsemeyle ve tiksintiyle karşılanır. Kodlarını babanın, iktidar sahiplerinin belirlediği bu dünyada ötekiler tek tek ne kadar küçük de olsalar, varlıkları, eril iktidarın altını boşaltıp korkusunu yüzünü vurur ve giderek boyut değiştirip büyük korku nesnesi haline getirilirler.
Bu yüzden onların varlıklarının çocuklar tarafından bilinmeleri, keşfedilmeleri istenmez. Ne kadar dost, zararsız ve kendi halinde olursa olsunlar, daima büyük bir tehdit olarak kodlanırlar. Fındığını yiyip ormanın sükûnetine kendini bırakmak, hayatını keyfince sürdürmek isteyen ama yeri geldiğinde bütün diğer “büyükleri” korkutup kaçırmasını becerebilen minik fındık faresi, bu yüzden hikâyedeki eril iktidar figürlerinin gözünde tehditkâr öteki olarak kodlanır: böylece Koca Kötü Fare olur. Ondan en çok korkan da en büyük olan, yani Tostoraman’dır.
Babanın koyduğu yasağı delmek isteyen yavru Tostoraman, gece yarısı hem de karlı bir havada evden kaçıp Koca Kötü Fare’yi bulmaya gider. Çünkü bir yandan yasağın doğruluğundan kuşku duyar. Ama yavru Tostoraman henüz o kadar küçüktür ki babanın yasağına meydan okurken bile cesaretini zar zor toplar. Yanına en sevdiği oyuncağını, Donaldson’ın başka bir kitabından tanıdığımız Değnek Adam’ı alır. Küçük çocuklar için ebeveynden ayrışma sürecinin bir geçiş nesnesine aktarımla simgelendiğini biliriz. Yavru Tostoraman’ın daha henüz ebeveynden ayrışmamış bir çocuk olduğunu buradan anlarız.
Yavru, ormanın derinliklerine daldığında, tıpkı minik fındık faresinin başına geldiği gibi Yılan, Baykuş ve Tilki ile karşılaşır. Sırasıyla hepsinin çeşitli burnunun, kuyruğunun, gözlerinin, bıyıklarının babasının anlattığı gibi Koca Kötü Fare’ye benzeyip benzemediğini anlamaya çalışır. Hepsi Tostoraman’ın yavrusunu gördüklerinde hem korkarlar hem de onu başlarından savmak için daha önce minik fındık faresinin yaptığı numarayı tekrar ederler. Tostoraman’ın yavrusuna tabi ki Koca Kötü Fare’nin olmadıklarını, onun başka bir yerde Tostoramanlı bir şeyler yiyip içtiğini anlatırlar. Koca Kötü Fare efsanesini hem pekiştirirler hem de kendilerini kurtarırlar.
Yavru Tostoraman, korkusunu yenmeye çalışırken tüm aramasına rağmen bir Koca Kötü Fare bulamaz. Hikâyenin bu noktasında Tostoraman’ın yavrusunun babasına olan güveninin azaldığını görürüz. Hatta bir anlığına hayal kırıklığı yaşar ve herkesin ona oyun oynadığını düşünmeye başlar: “Ben inanmıyorum  Koca Kötü Fare’nin var olduğuna” diyerek üzüntüsünü dile getirir.
Ancak tam o esnada minik fındık faresinin yuvasını ve kapısının önündeki karları süpürmekte olan fareyi görür karşısında. Yuvanın önünde bir de farenin yaptığı kardan Tostoraman vardır! Her ne kadar bulduğu Koca Kötü Fare olmasa da arayışlarının bir ödülü olarak onu mideye indirmeye karar verir. Fare, Tostoraman’ın yavrusunu kandırmak için Koca Kötü Fare’yi tanıdığı ve onunla tanıştıracağı hikâyesini uydurur. Ay ışığında ağaçtan yansıyan gölgesinin yere vurup dev gibi görünmesini sağlayarak Tostoraman’ın yavrusunu Koca Kötü Fare’yi gördüğüne inandırır. Bunun üstüne yavru da tıpkı babası gibi koşarak kaçar.
En sonunda yuvaya ulaşan yavru, horul horul uyuyan baba Tostoraman’ın kolunun altına tekrar yerleşir. Bu esnada baba hiçbir şeyin farkında değildir. Küçük yavru tehlikeli macerayı kazasız belasız atlatıp güvenli yuvasına dönmüş olmanın huzuruyla babasının kolunun altında yeniden uyumaya başladığında, artık eskisi kadar cesaretli olmadığını ama eskisi kadar da canının sıkılmadığını öğreniriz. Minik fındık faresi de onun izlerini takip edip yuvasına kadar gider. Bu sakin ve güvenli sahneyi gördüğünde gülümser ve fındığını yemeye koyulur.
Anne sincap hikâyeyi tamamlandığında, yavru sincaplar aralarında Tostoramancılık oynamaya başlarlar. Bir kez daha anlatılan macera ormanın minik sakinleri arasında, zayıfın güçlünün karşısındaki hayatta kalma hikâyesine dönüşür. Aynı zamanda da bir büyüme ve özgüven kazanma hikâyesine.
Farenin kendisi hakkında oluşan Koca Kötü Fare efsanesini boşa çıkarmaması kendisini korumak ve aynı zamanda güçlüyü alt etmek için yaptığı bir şey. Tostoraman, Tilki, Yılan ve Baykuş’un fare gibi minik bir varlık karşısındaki zayıflıkları, yalnızca farenin onları büyük güç olarak görmemesinden kaynaklanır. İktidar korkusu ortadan kalkınca iktidarın altı boşalır. O halde korkularını yenen akıllı minik fareler, iktidarların korkulu rüyası halini gelirler!
Tostoraman’ın fındık faresinin yaşam alanına bir daha girmemesi, onu tehdit etmemesi, hatta ondan çekinmesi gerekliliği yavru Tostoraman için de doğrulanmış olur. Aynı zamanda hem yavru Tostoraman’ın babasına olan güveni pekişir hem de onu ihlal ederek özgüven kazanma denemesinde olumlu bir adım atmış olur.
Yavru Tostoraman’ın bir çocuk olarak edindiği tecrübe gerçekten de yasağın ihlali mi yoksa babasının çizdiği sınırlara huzurla geri dönmesi yasağı delme girişiminin boşa çıkması mı? Bu kadar küçük bir çocuk için bu sorunun cevabı verilemez. Çünkü dünyayı şekillendiren değerlerden henüz haberdar değildir ve onlar için öncelikli olan yuvanın içindeki sahici güvendir.
Ebeveynler çocukları için güvenli bir hayat oluşturmaya çalışırken çizdikleri tüm sınırların her zaman o çocukların güvenlikleri için gerekli olduğuna inanır ve onları da inandırmaya çalışırlar. Ama egemen toplumsal değerlere ve iktidar ilişkilerine sorgusuz sualsiz bağlanmış olmaları yüzünden kendi icat ettikleri korkuları da çocuklarına aşılarlar. Çocuklar ancak ebeveynlerinden bağımsızlaşıp genç olduklarında bu değerleri sorgulayabilecek tecrübeye kavuşurlar.
İlk bakışta görünen o ki yavru, babanın yasağını hem deldi hem kendince bunun haklı bir yasak olduğunu  deneyimledi. Ancak belki şunu da söyleyebiliriz: Daha henüz küçük bir çocukken yasağın mantıksız olabileceğine dair bu denli kuşku duyması, onun yasaklara karşı koyma konusunda büyüdüğünde daha cesur olma ihtimalinin bir işareti olarak yorumlanabilir. Çünkü güvenli yuvaya geri dönmüş olsa bile bunun “şimdilik” bir dönüş olduğunu düşünebiliriz. Ebeveynden ayrışma gerçekleştiğindeyse durum değişecektir.

Etrafındaki tehlikelere rağmen, kendinden büyük güçlerden bağımsızlığını korumuş ve tehlikeli dünyada bildiği gibi bir hayat süren genç fındık faresinin şefkatli onayını alması da bu yüzden olabilir mi?


http://uzuncorap.com/2014/01/16/tostoraman%E2%80%99in-yavrusu/ 

1 Ocak 2014 Çarşamba

Tostoraman ya da Zayıfın Hayatta Kalma ve Güçlülerle Başa Çıkma Stratejisi



Tostoraman’dan bahsedeceğim. Hani Julia Donaldson’ın yazdığı ve Axel Scheffler’in resimlediği, artık çocuk edebiyatı klasikleri arasına girmiş, çocuk edebiyatı alanında pek çok ödül almış, otuzun üzerinde dile çevirilmiş, en çok satan ve sevilen çocuk kitapları arasıan girmiş, BBC tarafından animasyonu çekilmiş, tiyatroya uyarlanmış, bir çok oyuncağı ve çocuklar için objeleri üretilmiş, online oyun ve şarkılar sitesi olan, dünyanın birçok ülkesinde ve Türkiye’de de çocuklar için bir kült haline gelmiş, Türkiye’de de gayet iyi bildiği Tostoraman (The Gruffalo) ve onun devamı olan Tostoraman’ın Yavrusu (The Gruffalo’s Child) isimli hikayelerden bahsedeceğim.
1999’da yayınlanan The Gruffao ve 2004’te hikayenin devamı olan The Gruffalo’s Child kitapları sırasıyla 2009 ve 2010 yıllarında BBC tarafından animasyon olarak uyarlanmış. Şunu belirtelim, uyarlama süreci yazarı ve çizerinin tam katılımıyla gerçekleştiği ve basılı eserdeki hikayeye tamamen sadık kalındığı, ve kitabın görsel karakterleri birebir animasyona taşındığı için kitap kadar güzel iki film çıkıyor ortaya. Hatta bana kalırsa, canlandırmanın, müziğin, muazzam başarılı seslendirmenin etkisiyle kitaba daha da somut bir hayat kazandırdığı için animasyon uyarlamalar bence daha da güzel.
Julia Donaldsan’ın yazdığı ve Alex Scheffler’in çizdiği bugüne kadar Türkçe’de çıkmış tüm kitaplar Rüya’nın kitaplığında yerlerini aldı geçtiğimiz iki-üç sene içinde. Hepsini çok seviyor, ancak Tostoraman kitaplarının, onun için, tıpkı benim için olduğu gibi, ayrı bir yeri var. Bu yazıya oturduğum zaman Rüya bir şey göstermek için geldiğinde, yanıbaşımda Tostoraman kitaplarını görünce şaşırdı ve sebebini sordu. Ona bu kitaplar hakkında bir yazı yazdığımı anlattım, sebebini anladı mı ben de bilmiyorum!
Ebeveyn bloglarında hakkında bu kadar çok yazılmış olmasına rağmen bir kere daha bu iki hikayeden bahsetmek neden? Bana ilginç gelen, çok katmanlı ve hepimizi ilgilendiren derin bir hikaye anlattığı için. Kitapların her ikisini de Rüya ile birlikte kaç kez okumuş olduğumu sayamam bile, belki elli? Muhtemel. Fakat izlerken beni zevkten dört köşe yapan bu iki hikayenin animasyon uyarlaması oldu. Sırf Rüya’ya izletme bahabesiyle muhtemelen otuz kere filan izlemişimdir. Hikayedeki her bir ayrıntı, müzik, seslendirme, canlandırılan figürler bence kusursuz. Arkadaşlarıma izlettiğim ya da tavsiye ettiğim de oldu. Artık hikayeden tümüyle animasyon filmlerinin bana sağladığı perspektif üzerinden bahsediyorum.
Derin, sık, birbirinden farklı yaşam biçimleriyle dolu bir ormanda, hayatta kalmanın ne kadar çetin bir uğraş olduğu neredeyse belgesellerdeki kadar apaçık bir şekilde anlatılıyor. Suyun yüzeyindeki sinekler, onları yutan balık, balığı avlayan leylek, suyun içinde kıvrılarak sessizce dolaşan yılan, bir konvoy halinde tırmandıkları ağaçta teker teker bir kuşa yem olan karıncalar, kurbağanın büyük bir sükunetle yuttukları solucanlar. Biyolojideki tabiriyle her bir canlı birey besin zincirinde bir başkasına yem olabilir.
Hikayenin başında bir baykuşun saldırısından son anda kurtulan anne sincap, yavrularının isteği üstüne derin karanlık ormanda geçen minik farenin hikayesini anlatmaya koyuluyor. Anlıyoruz ki, başka büyük yırtıcılarla başı her an dertte olan bu minik sincaplar için, minik farenin hikayesi, bir kahramanın hikayesi haline gelmiş. Anlattıkça efsanesi yayılacak olan bir hikaye, bunu filmin devamında yavaş yavaş anlayacağız.
Ormanda dolaşırken tek isteği açlığını gidermek için fındık bulmak olan minik fındık faresi, önce ilk bulduğu fındığını uyanık bir kuşa kaptırıyor, bu da yetmiyormuş gibi onun alaylı ötüşüne maruz kalıyor. Sonra uzaktaki fındık ağacını görünce kendisini bir fındık cennetinde hayal edip uzun yola koyuluyor, ormanın bütün güzelliklerini tadarak yolda ilerliyor. Ancak işte o zaman ormanın avcıları başına musallat oluyor. İlk olarak karşısına tilki dikiliyor, tabi ki önce kurnazca onu inine davet etmek istiyor birlikte bir yemek yemek için! Lakin onu korkunç derecede kibar bulan fare bir bahane uydurmaya çalıştığı sırada, tilki onu sıkıştırınca, düşünüp taşınırken kafasından bir canavar uyduruyor.
Hikayenin en şahane anlarından birisi burada: Tilkinin kızgın bir şekilde GIRRRlamaası ve farenin düşünüp bir türlü ne diyeceğini bilemeyince tilkinin sıkıştırıp daha da gırlaması üstüne farenin aceleyle uydurduğu isim GRRRRAFFALO oluyor! Tilkiden kurtulmak için uydurduğu hayali canavarın adı, aslında tilkinin korkutucu gırlama seslerinden gelen bir isim. Bunun üstüne şaşıran tilki “Gruffalo” da neyin nesi diye sorunca, “Niye bilmiyorsun ki?”diye sorup sanki herkesin bildiği birşeyden bahseder edası takınarak tilkiye karşı bir üstünlük elde ediyor. Daha sonra farenin anlattığı bütün caydırıcı özellikler bizzat tilkinin özellikleri. Tilkiye her baktığında gördüğü dişler, pençeler, farenin yaratmaya başladığı canavarın korkunç sivri bir çift dişi, korkunç pençeleri, korkunç ağzındaki korkunç dişlere dönüşüveriyor. Fare tilkiden duyduğu korkuyu hayali bir başka yaratık olarak ona geri yansıtıyor, ve o hayali yaratığın, az sonra hemen orada buluşacağı Gruffalo’nun, en sevdiği yiyeceğin de tilki fırında olduğunu söylemesi artık tilkinin pes etmesine ve kaçıp gitmesine yeterli oluyor. Bütün hikayenin en güzel nakaratı: “Silly old Fox! Doesn't he know, There's no such thing as a gruffalo?”* / “Sersem ihtiyar tilki, Gruffalo diye bir şey olmadığını bilmez mi ki?” [Yıldırım Türker’in çevirisiyle: Tilkideki beyin değil saman, Benim uydurduğum biri Tostoraman].
Fare, tilki gibi tehlikeli bir düşmanı savuşturmuş olmanın gururuyla artık ormanda daha bir güvenli yürürken karşısına baykuş ve ardından yılan çıkar. Hikayenin gerisinde aynı numarayla baykuş ve yılanı da kandırmayı başarır. Diğer ikisine anlattığı Gruffalo/Tostoramanın farklı özellikleri de yine o ikisinden esinlenen özelliklerdir. Başkuşun yamru yumru dizleri, büyük tırnakları, burnunun üstündeki yeşil çıban ve yılanın siyah dili, sırtındaki pullar, korkutucu gözleri Tostoraman’ın özellikleri haline gelir.
Farenin hayalinde yarattığı Tostoraman, onun en çok korktuğu avcılar olan tilki, baykuş ve yılanın özelliklerinin bir toplamıdır. Fare tilkiyi savuştururkenki kadar korku duymadan baykuş ve yılanı savuşturabileceğinden çok daha emin, çok daha kendine güvenen bir ses tonu ve rahat jestlerle konuşur. Çünkü onların da tilki kadar ahmak olacaklarını ve hemen kanacaklarını artık bilir. Onlarla da aynı şekilde dalgasını geçer, gururla yoluna devam eder. Farenin yarattığı efsane o kadar büyük bir etki yaratır ki ormanın bu avcı üçlüsü kendi aralarında meseleyi istişare etmek için toplantı yaparlar, fakat üçü de bu yaratığın neyin nesi olduğuna akıl sır erdiremez. Fare kendisinden artık o kadar emindir ki Tostoraman’ın adıyla şarkılar söylemeye başlar. Sanki minik fındık faresinin bu kurnazlıkla, bu zekasıyla alt edemeyeceği bir başka canlı kalmamış gibidir.
Derken birden bire karşısında bir dev zuhur eder: tilki, baykuş ve yılana anlattığı bütün özelliklerin toplamı olan bir canavardır karşısındaki. Daha evvel buna benzer birşeyi kendisi de görmemiş olan fare, bunun tam da kendi anlattığı gibi bir Tostoraman olduğunu idrak eder. Bunu idrak eder  etmesine ama onun tarafından yakalanır. Ona yem olmaktan kurtulmak diğerleri kadar kolay olmayacaktır. Ona karşı diğerlerine izlediğinden farklı bir yol izlemeye başlar. Kendisinin bu ormanın en korkulan yaratığı olduğunu söyler ve tabi ki Tostoraman onunla alay eder.
Koca Tostoraman, fareye bir şans verir. Fare bu iddiasını ispatlamak için yolu geriye giderler ve teker teker yılan, baykuş ve tilki ile karşılaşırlar. Her karşılaşmada anlatılan Tostoramanın gerçek bir canavar olduğunu gören öbürleri fareye veda edip kaçarlar. Fare yanı başında Tostoramanla birlikte yürürken onu gören her hayvanın öcü gibi korkacağını çok iyi bilmektedir. Ama Tostoraman bunu bilmez. Tostoramanın gördüğü ve inandığı ise yılan, tilki ve baykuşun fareden korktuklarıdır. Tostoraman diğer hayvanların fareden bu kadar korkmalarından çok etkilenir ve en sonunda fare en sevdiği yiyeceğin tostoraman külbastı olduğunu söyleyince onun da korkudan ödü kopar ve çığlık çığlığa koşarak kaçar.
Diğer üçünün Tostoramandan duyduğu korkuyu, fare Tostoramana karşı, onların sanki kendisinden duyduğu korkuymuş gibi kullanır. Yaptığı asıl büyük kurnazlık budur: o üç hayvandan duyduğu korkunun sağladığı malzemeyle onları korkutacak hayali bir yaratık vücuda getirmesi kurnazlığının ilk aşamasıydı. Ancak bu hayali yaratığın gerçeklik etkisi o kadar büyüktür ki bunun yol açtığı gurur, kibir ve bu işin artık sadece canını kurtarmak için bir kurnazlık olmaktan çıkıp bir keyif halini alması yüzünden kendisi de bunun gerçekliğine kapılır. Özellikle yılana karşı son derece tiyatral tavrından bu işten ne kadar keyif aldığını artık görebiliriz.
Bence hikayenin öğrettiği etik tecrübe de burada: eğer canını kurtarmak için kendinden daha güçlü bir varlığı savuşturmak üzere taktik olarak uydurmacaya, hayali bir güce başvuruyorsan sorun yok.Ama bu bir süre sonra bu kendini üstün görmene yol açacak bir eğlenceye dönüşüyorsa, o zaman başkasının başına saldığın korkular senin başına da musallat olabilir. Fare bir kez daha kendinden daha büyük bir varlığın karşısında  güçsüz duruma düşmektedir, lakin bir farkla, bu daha büyük varlık tümüyle onun muhayyilesinin ürünüdür. Gerçekliği ve etkisi tümüyle ötekilerin buna ne kadar inandığına bağlıdır. Zaten iktidarın sırlarından birisi de bu değil mi? Her kim ki kendisini muktedir bir konumda göstermeye çalışsın, diğerleri buna inanmadığı sürece iktidar olamaz. Ta ki diğerleri kendi kudretlerinden vaazgeçip ona o iktidarı bahşedene kadar. Burada muktedirler ve ona tabi olanlar arasındaki ilişki tekrar eden ritüeller boyunca diğerlerinin hep onun muktedir olduğu ve kendilerinin de ondan zayıf olduğu inancını tekrarlamalarına bağlıdır.
Farenin ikinci aşamada yaşadığı sorun doğanın en temel gerçeğini ihlal etmesidir: kimse kadiri mutlak değildir. Bu yanılsamaya kendisini kaptırdığı anda doğa ona bunun imkansız olduğunu hatırlatır. Tostoromanın bütün cesametiyle karşısında zuhur etmesi, iktidarın, tâbi olanların inancına bağlı olmasından kaynaklanır. Eğer herkes ona inanırsa, güç sadece bir tasavvur olmaktan çıkar ve gerçeklik kazanır.
Fare, kendisinden güçlü olanlardan kurtulmaya çalışmakla kalmayıp, onlar karşısında sembolik bir güç de elde etmeye kalkışmasının ardından aynı güç kendisine döner. Neyse ki durumu çabuk kavrayan fare tekrar gerçekteki zayıf durumunu hatırlayıp buna uygun bir stratejiyle hem asıl hasımlarına karşı kendisini koruma imkanını pekiştirir hem de onun başına musallat olacak bir muktedir konumunu terk edip başına musallat olan Tostoramanı da başından savar. Zayıfın güçlüyle baş etmede asıl etik stratejisi budur. Mesele bir iktidar ilişkisini yıkıp yenisini kurmak değil, o iktidar ilişkisini dağıtmak, ondan tümüyle çekilmektir, o iktidar ilişkisinin güçlü tarafını güçten düşürmek ve güçleri daha adil bir şekilde yeniden dağıtmaktır. Fare böylelikle erklenmiş ama iktidar olmamıştır. Günün sonunda farenin tek istediği güzel bir fındığın tadını çıkarıp ormandaki neşeli hayatın güzelliğine katılmaktır.
Animasyonun sonunda, annelerinin anlattığı fare hikayesi bitince sincap yavruları az evvel saldıran baykuşun yol açtığı korkuyu üstlerinden atıp dışarıdaki dalın üstünde annelerinin baykuştan kaçarken bıraktığı fındık tanesini almak için çıkacak cesareti bulurlar. Farenin hayatta kalmanın da ötesinde erklenme mücadelesi, diğerlerinin hayatta kalma ve güçlülerle başa çıkma mücadelesinin esin kaynağına dönüşen bir efsane olur.


*Tostoraman’ın İngilizce tam metni için:


http://uzuncorap.com/2014/01/01/tostoraman-ya-da-zayifin-hayatta-kalma-ve-guclulerle-basa-cikma-stratejisi/


Anarşi kavramı

Bütün toplumsal ve psişik özgürleşmelerin ortak noktası, insanı birey ya da topluluk halinde tabi kılıp yönetilebilir bir varlığa indirgeyen...