1 Şubat 2008 Cuma

Kentte sosyal mücadeleler ve siyasal kontrol: 1 Mayıs 2007’yi anlamak







Giriş:

İstanbul’da geçen yıl, 1 Mayıs 2007’de, şehrin Taksim Meydanı dahil olmak üzere çok önemli meydanlarını şehir içi çatışma alanlarına çeviren olaylar ve merkezi bölgelerdeki tüm ulaşım sisteminin engellenmesi ve ana geçiş noktalarının sıkıyönetim mantığı ile kontrol altına alınması, ilk bakışta yasalara uymayan solcularla ceberrut bir valinin onları bastırma çabası yüzünden gerçeklemiş bir inatlaşmadan doğmuş gibi görünüyordu. Yine her zamanki gibi, solcularla polisler çatışması olarak sunulan bu olayların arkasında kentin kamuya ait mekanlarında siyaset yapmak için gösterilen çaba ile bunu kontrol etmeye ve engellemeye çalışan siyasal iktidar ve kent yönetimi arasındaki klasik çatışma manzarasından daha ayrıntılı bir bakış gerektiren bir çatışma yaşandığı söylenebilir. Bu nedenle eylemcilerin ve kolluk güçlerinin bakış açılarını belirleyen ve davranış biçimini gerekçelendiren dönüşümün ve hafızanın ne olduğunu incelemek gerekiyor. 


2007 1 Mayıs’ını son on yılın diğer “sakin” 1 Mayıs’larından ayıran hadiselerin başlangıç noktası Disk başta olmak üzere çeşitli işçi örgütlerinin ve sol siyasal partilerin Taksim meydanında yasal kutlama için başvuru yapması oldu. Uzun süren girişimler valilik tarafından olumsuz şekilde karşılanınca, bu kez Disk’in çağrısıyla bazı örgütler yasal izin verilmese de mitingi Taksim’de yapacaklarını ve 1 Mayıs 1977’de failleri halen bulunanamış(!) olan katilamın sorumlularının tekrar soruşturulması talebini dile getirmek ve bu kez toplumsal adaletin yerini bulması ve aynı zamanda da katliamda ölenlerin anılması amacıyla Taksim’e çıkacaklarını ilan ettiler.[1] Bunu derhal Valilik, Emniyet müdürlüğü ve bazı gazetelerin Taksim’de provokasyonlar yaşanabileceği ve ne olursa olsun hiç bir surette Taksim’de 1 Mayıs’a izin verilmeyeceği açıklamaları takip etti. Tarafların Taksim üzerindeki bu inatlaşmaları her iki taraf için de Taksim’in çok önemli bi simgesellik taşıdığının çok açık bir kanıtıdır. 


Taksim Meydanı’nın Simgesel Değeri ve Popülerliği 


Haber bültenlerinde İstanbul ile ilgili bir haber yapılacağı zaman bu dev şehrin pek çok farklı bölgesinden ziyade Taksim meydanı ve İstiklâl Caddesinden alınan görüntüler ön plana çıkar. Türkiye’nin her yerindeki televizyon izleyicileri, konu her ne olursa olsun İstanbul şehrine dair haberlerde sıkça öne çıkarılan bu mekanı, hiç görmemiş bile olsalar, bildikleri yaşadıkları bir şehrin çok merkezi bir meydanı olarak tecrübe ediyorlar. Bu durum genellikle muhaberlerin ve program yapımcılarının kolaycılığından kaynaklanmakla birlikte Taksim Meydanı’nın yalnızca istanbul için değil neredeyse tüm Türkiye için, üzerinde ideolojik ve siyasi çekişmelerin yaşandığı bir simge olmasından da ileri gelir. Bu nedenle söz gelimi yakın geçmişteki Taksim Meydanına Cami yapma önerisi ya da AKP’nin Taksim Meydanı’ndaki Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkma önerisi karşısında çıkan tartışma salt kentsel mekanın düzenlenmesine dair bir planlama tartışması olarak kalmaz, tartışmanın tüm tarafları açısından Türkiye’nin en önemli meydanı sağladığı simgesel rantı paylaşma için verilen bir hegemonya mücadelesi olarak tanımlanabilir. Bu nedenle Taksim Meydanı Türkiye’nin metropollerinden birisinin herhangi bir meydanı değil, anlamı, simgesel değeri bu nedenle her türden çevre düzenlenmesiyle Tüm türkiye’yi ilgilendiren bir konu olagelmiştir. Bunun başta gelen sebebi mekanın öncelikle Türkiye’nin kuruluş mücadelesi, cumhuriyet değerleri ve modernlik ile ilişkilendirilen bir mekan olmasıdır. Mekana bu değeri veren şey herşeyden önce Taksim’e 1928 yılında yapılmış ve Taksim meydanının bugünkü düzenlenişinin kabahatlarını sağlamış olan Taksim Cumhuriyet Anıtı’dır. Mekanın değerini tanımlayan ikinci önemli unsur da modernist bir mimari anlayışla tasarlanan ve 1970’te tamamlanarak çağdaş, batılı bir ülke olmanın göstergelerinden birisi olarak –opera, bale, tyatro, sergi, kongre gibi– kültür etkinlikleri sunan Atatürk Kültür Merkezi’dir. Anıt ve çevresinin, öncelikle İstanbul’daki cumhuriyet ve modernlikle ilgili resmi ve gayri resmi kutlamalar ya da Cumhuriyet değerlerinin savunulması bakımından gerçekleştirilen kimi protestolar için İstanbul’daki başlıca mekanlardan biri olmasıdır.[2] Bunun yanı sıra, şehrin iş tarifiği bakımından en yoğun geçiş bölgelerinden birisinde bulunur. Aynı zamanda 150 yıla yakın bir süredir batılı bir eğlenme ve kültür anlayışının hakim olduğu ve buradaki kültürel üretimlerin ve eğlence anlayışlarının Türkiye geneline de etkide bulunduğu, bugün için ülkenin en büyük eğlence alanı olan Beyoğlu’na başlıca giriş noktasında bulunması nedeniyle de olağan buluşma ve bekleme yerlerinden birisi olması, İstanbul ahalisinin en bilindik yerlerinden birisi olarak ayrıcalıklı bir konuma ulaşmasına yol açmıştır. 


Yaklaşık 10 küsur yıldan beri siyasi içeriği farklı olan siyasal toplantıların, mitinglerin, yılbaşı ve milli bayram kutlamalarının kent yöneticilerinin izni, koruması ve hatta bizzat organizasyonu altında yapılabildiği, çoğu zaman izinsiz de olabilen bu kutlamalar ve nümayişlere kolluk güçlerinin kolaylık sağladığı ve hatta görmezden gelindiği de ayrıntılı kanıt gerektirmeden hafızalarımızı yoklayarak doğrulayabileceğimiz bir olgu. İlk kez 2000 yılında resmi olarak desteklenen ve sonraki her yıl organazasyonu da bizzat devlet eliyle gerçekleştirilen yılbaşı kutlamaları ve bunun yanı sıra 28 Şubat süreci sonrasında popüler milliyetçiliğin pompalandığı bir şov olarak yine devlet tarafından organize edilen milli bayram kutlamaları, ve yanı sıra zaman zaman histerik milliyetçilik gösterilerine dönüşebilen futbol taraftar kutlamaları da bu mekan’ın nümayiş envanterinde özel birer yer edinmişlerdir. Özellikle dev kitlesel eğlence nitelikli kutlamaların ciddi bir güvenlik zafiyeti taşıdığı ve buna karşın güvenlik güçlerinin bu açığı ciddi bir tehdit olarak görmek yerine vakayı adiyeden saydıkları da bilinen bir gerçektir. Son bir kaç yıldır yılbaşı kutlamalarında yaşanan ve ulusal erkeklik gururu taşkınlığının saldırganlığa dönüştüğü kural tanımaz taciz girişimlerinin yanı sıra yabancı milli takım taraftarları ile kanlı bıçaklı çatışmaların da mekanı olur Taksim meydanı zaman zaman. Bu örneklerin tümü, sosyal olayları ve sosyal mücadeleleri kontrol altında tutmaya çalışan kent yönetimlerinin sol içerikli nümayişler dışındakilerin tümüne karşı oldukça tolerans gösterdiklerinin yeterli kanıtı sayılmalı. Özellikle son on yolda Taksim’in tüm toplumsal tabakalar ve eğilimler açısından, maksadı ne olursa olsun yapılacak her türlü siyasi nümayiş veya sıradan eğlenti için, İstanbul’un diğer bütün meydanları ve mekanlarından daha değerli, simgesel olarak daha önemli bir mekan olma özelliği taşıdığını gösteriyor. Taksim meydanı, bu tür kitlesel kutlamalara evsahipliği ettiği zamanlarda, sırf mekanın simgesel değerinin sağladığı popülerlik yüzünden özellikle alt sınıflara mensup ağırlıklı olarak gençlik gruplarının, sıradan zamanlarda mekansal ayrışma nedeniyle pek az yaşayabildikleri sosyal karşılaşmaların, neredeyse bir tür sınıfsal hınçla ilişkili tehditkar bir karşılaşma şeklinde şekilde sahnelendiği, ve toplumsal cinsiyet karmaşalarından, çok katmanlı tatminsizliklerden doğan nefretin sergilendiği bir sosyal karşılaşma alanına da dönüştürüyor. Tüm bunlar Taksim Meydanı’nın Kent yönetimi ve kolluk güçleri tarafından tanımlanışına etki edecek faktörler olmasına rağmen burası için en tehlikeli unsuru sol siyasal içerikli nümayişler için bu mekanı kullanmak isteyen muhalif gruplar şeklinde kodluyor idareciler.



Hafıza ve Mekan:  1 Mayıs ve Taksim Meydanı


1 mayıs 2007’de neler olduğunu bir asayiş meselesinin ötesinde anlamaya çalışmak olayı bir sosyal tarihe sahip, radikal solun kolektif hafızasına ilişkin bir konu olarak ele almayı gerektirir. İşçi sınıfı hareketleri tarihinde dünya işçileri arasındaki dayanışmanın uluslarası günü olarak tüm dünyada kabul gören bu günün tarihi 1 Mayıs 1886’da Chicago’daki Haymarket Meydanı’nda 8 saatlik işgünü talebi için (o yıllarda işgünü 14 – 16 saat civarında idi) verilen mücadelenin bir parçası olan bir işçi mitinginde polis tarafından bir provokasyon gerçekleştirilir ve ardından gelen tutuklamaları takiben 8 işçi haklarındaki düzmece suçlamalarla idam edilirler. Bu yüzden tarihsel olarak 1 Mayıs, özel olarak 8 saatlik işgünü talebinin yüksek sesle dile getirilmesinin – sonraki bir kaç yıl içinde bu hak elde edilecektir- hem de her yıl tüm dünyada işçilerin, ve giderek daha da geniş anlamda sınıf mücadelesiyle ittifak halindeki tüm sosyal hareketlerin dayanışmasını ifade eden bir gün olarak kutlanır.  Bu günün tarihinde özellikle geçen yüzyılın ilk çeğreğinde tıpkı pekçok provokasyon, kanlı bastırma çabaları ve ayaklanmalar vardır. Bu nedenle 1 Mayıs günleri dünyanın her yerinde hem dayanışmanın sembolü olduğu kadar hem de mücadelede verilen kayıpların anılarını bugüne taşıyarak mücadele motivasyonunu ve direnci arttıracak bir hafıza tazeleyicisi olagelmişlerdir.[3] Sembolik de olsa her 1Mayıs’ta bu günün tarihi anlamına dair kısa bir konuşma yapılması veya dağıtılan bildirilerde ve siyasi dergilerdeki yazılarda Haymarket’e ve 19. Yüzyıl işçi sınıfı mücadelesinin 8 saatlik işgünü mücadelesinin hatırlatılması hafıza tazeleme yeri olarak 1 Mayıs etkinliği, güncel politik eleştirilerin yapılmasının ötesinde bir ritüel olduğunu gösterir. 


Osmanlı dönreminde 1909’de yapılan ilk kutlamasından 1927’de yeni kurulan Cumhuriyetin izin verdiği  son kutlamaya kadar çeşitli kesintilerle 1 Mayıs’lar kutlanmış  bu tarihten sonra elli yıl boyunca hiçbir 1 mayıs’a yasal izin verilmemiştir.  1975 yılında 1 Mayıs, yarım asırlık bir zamanın ardından, İstanbul Tepebaşı’nda yapılan bir toplantıyla kutlandı. 1976 yılında on binlerce işçi 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’ndaydı. DİSK tarafından düzenlenen miting için Beşiktaş’tan başlayan yürüyüş Taksim’de son bulmuş ve kitlesel bir 1 Mayıs kutlaması gerçekleştirilmişti. Cumhuriyet tarihindeki 50 yıllık bir baskı döneminden sonraki ilk 1 mayıs kutlaması olan 1975’ten itibaren 1978’e kadar 1 Mayıs’lar yapıldı ancak 1979’da 1980’de tekrar yasaklandı ve o günlerde İstanbul’da sıkıyönetim uygulandı. Ta ki yeniden 1 Mayıs’ların kutlanması 1991 yılına kadar yasak kaldı.[4] Tüm Cumhuriyet tarihi boyunca 1976-77-78 yıllarında Disk’in organizasyonuyla 1 Mayıs’ların yalnızca 3 defa Taksim’de yapılabilmesi söz konusu olduğuna göre bu meydanın 1 mayıs için özel anlam taşımasının çok da uzun bir tarihi olduğu söylenemez. 1975’ten başlayarak 78’e kadar Taksim’in 1 mayıs alanı olarak tespit edilmesi aslında DİSK’in verdiği kararla ilglidir. O dönemin sol gruplarının ve örgütlerinin bugün olduğu gibi mitingin Taksim’de olması için bir baskısı yoktu. Taksim’in simgeleşmesi daha sonradan gerçekleşti.[5]

Türkiye’de soyyalist hareketlerin 1961 anayasasının sağladığı göreli özgürlük ve örgütlenme hakları sayesinde genişlemesi ve takiben 1968’deki dünya genelindeki sol ayaklanmacı dalga türkiye’yi de etkilemiş, bir yandan da sendikal örgütlenmeler ve Türkiye İşçi Partisi gibi işçi snıfı örgütlerinin ortaya çıkması 12 Mart 1971 Askeri Muhtırasına rağmen 1970lerde artarak büyüyen bir sosyal hareketlilik ve sınıf hareketi doğmasına yol açtı. Bu dönemde solun giderek büyümesi ve iktidardakiler açısından tehlikeli bir gelişme olarak algılanması, iktidarın sol hareketi kriminalize ederek bastırmak suretiyle en sonunda 12 Eylül Askeri Darbesine giden yolu açmak şeklinde bir önleme başvurmalarına yol açtı.[6] 1977 1 Mayıs’ı şimdiye kadar Türkiye’deki kitlesel sol eylemlerin tarihindeki gelmiş geçmiş en büyük eylem olmuştur. Daha 1976’daki 1 Mayıs mitinginin katılım düzeyi bir sonraki senenin daha da büyük olacağının habercisiydi. Çeşitli kaynaklara göre 77 1 Mayıs’ı 350.000, 500.000 hatta daha meydana girememiş ve dolmabahçe veya harbiye tarafına uzanan kitleleri de hesaba katarak kimileri 1-1,5  milyon kişilik bi katılımdan söz eder. En küçük rakamı bile veri alsak bu Türkiye sol tarihi açısından hala devasa bir rakamdır.

Bir çok kişisel tanıklığın ve bu konuda yapılmış belgesel araştırmaların kanıtlamaya çalıştığı üzere 1 Mayıs 1977’de Taksim meydanını dolduran devasa kalabalık karşısında önceden planlanmış bir provokasyon gerçekleşir ve 34 kişi ölür. Olayın ayrıntıları bir yana bu olayın sonraki dönemde olayı değerlendirenler açısından büyük bir kırılma olarak adlandırıldığın görürüz. Çeşitli yorumculara göre 12 Eylül Cuntasına giden yol bu kırılma noktasında başlamıştır.[7] Meral Jefroudi’nin de ifade ettiği gibi, kimi anlatımlarda “bastırılmaya gerek duyulan devrimci solun kuvvetinin kanıtı” 1 Mayıs 1977 katliamıdır.[8] Seksen öncesinde izinli olarak gerçekleştirilebilen son bir mayıs mitingi de yine Taksim meydanında olmuş ve mitingin esas meselesi bir yıl önceki katliamın sorumlularının bulunup ortaya çıkarılması olmuştur. Ardından gelen süreçte türkiye’nin geçirdiği en karanlık faşizan dönem yaşanır. Dolayısıyla 77’nin hesabının görülmemiş oluşu bu hayaletin sonraki tüm 1 Mayıs’larda hafızaları ziyaret etmesine yol açmıştır. Hem iktidardakiler açısından hem de sol muhalifler açısısından. 1980’den sonraki dönemde 1 Mayıs’ın kutlanmasıülke genelinde 1991’e kadar yasak olduğu halde 1989’da Taksim meydanında korsan gösteri yapmaya çalışan yaklaşık 5 bin kişilik bir gruptan bir kişi bir polisin hedef gözeterek açtığı ateş sonucu yaşamını yitirir. Bir yıl sonra 1990’da bu kez benzer bir olayda bir kadın yine polisin açtığı ateşte omurgasından aldığı kurşun yarası nedeniyle felç kalır. Takip eden 1991 yılından 1995’e kadar 1 Mayıs’ın kutlanması Gaziosmanpaşa, Pendik, Çağlayan gibi bir anlamda mitingi şehirden yalıtmaya elverişli mekanlarda izinle yapılır ve 1995’te yeniden şehrin merkezine doğru yakınlaşarak bu kez Kadıköy’e izin verilir. Ancak bir sonraki yıl yani 1996’da 100.000 kişinin katıldığı ’80 sonrasının şu ana kadar ki en kitlesel 1 Mayıs’ı da şiddet yoluyla müdahale’den payını alır. Polis’in yüksek binaların çatısından dürbünlü tüfeklerle hedef gözeterek açtığı ateş sonucu 3 kişinin ölmesi Kadıköy’ün savaş alanına dönmesine yol açar ve olaylar ancak akşama doğru diner. Bu olay bir anlamda 77’nin hayaletinin geri gelmesi demektir. Daha birisinin geçmişi ile hesaplaşılmadan 20 yıl sonra bu kez yeni bir olayla 1 Mayıs kriminalize edilir, ve bir kaç kadıköy yerine Çağlayan’a kapatılır 1 mayıs’lar.

Sosyalistler arasında bu konudaki yaygın bilinç, 1977 1 Mayıs’ını ve bu nedenle de Taksim meydanının, o dönemi yaşamışlar ve tanık olmuş kişiler yanı sıra, bir hatırlama mekanı haline gelmesi nedeniyle sonraki kuşakların da ortak anıları içinde yer edinmesi nedeniyle büyük önem tanışan bir simgesel mekan kılmıştır.[9] Bu nedenle günün birinde Taksim meydanı’nda özgürce muhalif mitingler yapmak, 1 Mayıs’ı kutlamak 12 Eylül hukununun izlerinin ve yarattığı düzenin açıkça sürdüğü günümüzde, geleceği demokratikleştirmek için gerekli bir geçmişe hesaplaşma anlamına gelir. Aynı zamanda devrimciler nezdinde o tarihte yitirilen imkanı tekrar geri kazanmak, kaybedilen anı yeniden yaşamak anlamında Taksim’de yapılacak bir Mayıs’ın çok büyük bir önemi vardır. Bu nedenle 80 sonrası dönemde ilk yasal 1 mayıs Mitingi 1991 yılında Gaziosmanpaşa’da gerçekleştirilmesine katılımcıların neredeyse tamamı o yıldan sonra belirlenmiş miting alanlarına gitmesine rağmen 1989’dan başlayarak her yıl taksim’de küçük çaplı bir korsan gösteri yapılmış ve bu kişiler polisin saldıracağını ve gözaltına  alacağını bile bu alana gitmeye çalışmışlardır. Ve yine hemen her yıl yasal bir mayıs kutlamaları önce düzenleme komitesinden sınırlı sayıda yetkili kişinin kazancı yokuşu başındaki karanfilli anmasıyla başlar. Buna karşın ilk kez geçen, 1977’nin 30. Yılı vesilesiyle bir anlamda 12 Eylül Rejimi ve derin devletle hesaplaşmanın miladı olması açısından Taksim meydanı’nda miting yapma girişimi açık olarak ilan edilmiş bir korsan gösteri haline getirilmiştir.

1977 1 Mayıs’ının 30. yılını anmak adına Taksim meydanına Valilik izin vermediği halde neredeyse o bölgeye ve civar bölgelere ulaşabilen tüm eylemcilerin katılımıyla hemen hemen tüm istanbul’a yayılan dev bir korsan gösteriye dönüştürülen 2007 1 Mayıs’ının arkaplanında tüm bu saydığımız mekan ve kolektif hafıza ilişkisi yatar. 19 Ocak’ta Hrant Dink’in apaçık bir komplo yoluyla katledilmesinin ardından yapılan 8 km’lik dev cenaze yürüyüşü, takip eden tartışmalar, ve sonrasında dev katılımlı Cumhuriyet Mitingi gibi olaylar kamuya ait kentsel mekanlarda artık açıktan açığa yürüyen ama adı konuşmamış bir karşılıklı sembolik mücadelelere dönüştü 2007 yılında. Bu nedenle 1 mayıs 2007’yi sadece bu tarihin kendi anlamına içkin bir olay olarak da değerlendiremeyiz. Sonuçta eylemciler açısından hem mekana dair kolektif hafızayla ilgili hem de siyasal konjonktürün kamuya ait mekanlarda kitlesel protestoları giderek yaygınlaştırdığı bir dönemle ilgili bir gelişmeydi yaşanan. 


2007 yılında yapılacak 1 mayıs’ın bir tür rövanş gibi algılanması karşısında kentin kolluk güçlerinin tedirginliğe düşmesi ve kalesini simgesel olarak düşürmemesi için şiddet kullanması kendi mantığı açısından ilk bakışta anlaşılır olmakla beraber yine de valiliğin başvurduğu güvenlik önlemlerinin dozunu ve yaşanan şehir savaşını, faşist cunta benzeri uygulamayı anlamak için tüm bunlar yeterli görünmüyor. Nisan ayının ikinci yarısından itibaren düzenleme komitesinin çok geniş bir katılımla Taksim meydanı için yasal başvuruda bulunması, buna karşılık takip eden günler boyunca valiliğin Taksim’de 1 Mayıs’ın yapılmaması için hiçbir geçerli açıklama sunmayıp “yalnızca illegal grupların bugün provokatif eylemler için hazırlandıklarını”[10] ilan ederek kamuoyu yaratması çalışması Taksimi’in gerçekte neden sol bir eyleme kapalı olduğunu örtbas eden bir açıklamaydı. Zira, çeşitli zamanlarda güvenlik zaafiyeti de taşıyan bir takım etkinlikler ve eylemlere açık olan Taksim’in şehrin başka herhangi bir yerinde yapılmasına izin verilen sol etkinlikler için kapalı olması tam da mekanın kolektif hafızada tuttuğu yerin siyasal olarak çok güçlü bir anlamı olması ile ilgiliydi.



 

Polis’in yapısal dönüşümü ve polis müdahalesinin diğer boyutu 


İstanbul genelindeki sıkıyönetim uygulamaları ve İstanbul’un bir günlüğüne sıkı yönetim uygulamasına tabi tutulmasının ayrıntılarına baktığımızda, son derece katı bir dzi tedbir görüyoruz. Şehrin çeşitli bölgelerinden gelen katılımcıların şehir dışı bölgelerde durdurulması, kent genelinde çok geniş arama kontrol  noktaları oluşturulması, eyleme başlamak için oluşturulan toplanma alanı olan Beşiktaş ve Dolmabahçe’de ölçüsüz ve kontrolsüz bir şiddet kullanımı yoluyla insanların ağır şekilde yaralanması, ana akış noktalarında ulaşımın tümüyle engellenmesi yüzünden bütün kentin trafiğinin kilitlenmesi ve tüm İstanbul halkının yürüyerek işyerine gitmek zorunda kalması ya da gidememesi, polisin eylemle ilgili olsun olmasın birçok insana şiddet uygulaması ve sert davranması gibi bir çok vaka yaşanmıştır. Tüm bu uygulamaların ardında yalnızca 1 mayıs’ı engellemek isteyen bir antığın çok ötesinde polisin yetkilerini genişleten ve kamusal alanda siyaset yapmayı, hatta en hafif muhalefeti bile orantısız bir sertlik yoluyla bastırmayı öngören türden bir yapısal değişimin yattığı gözlemleniyor. 



Amerika ve İngiltere’de özellikle 1970lerdeki kent temelli sosyal hareketlere karşı polisin giderek neoliberal uygulamaların da etkisiyle militerleşmesi şeklinde bir değişim yaşanmış ve bu süreç bizatihi devletin propagandası yoluyla kenteki güvenlik eksikliğine yönelik vurgunun artmaasına bu yüzden de polisin şiddet araçlarına başvurmasının giderek daha fazla meşrulaşmasına sebep olmuştur. Polis tekilatlarında ordu ile işbirliği içinde geliştirilen birimler kentteki sosyal hareketlerin kontrol altında tutulması için uzmanlaşmıştır. Bu süreci hızlandıran en önemli gelişme ise 11 Eylül 2001 sonrasında güvenlik ihtiyacını ciddi bir ticari kazanç haline getiren neoliberal süreç ve bunun kent yaşamında demokratik hakları azaltan sonuçlarıdır. Polis teşkilatları kamu hizmeti veren kuruluşlar olmaktan cezalandırıcı bir kuruluş olmaya doğru dönüşüm geçirmektedir. Türkiye’deki polisin geçirdiği değişimde, bu iki ülkede yaşanan değişimleri takip ederek ve buralardan gerekli bilgi ve organizasyon modeli transferlerini yapıp teşkilat yapısında dönüşüme gidilmesi etkili olmuştur. Bunun sonucunda polisin İstanbul gibi büyük kentlerdeki sosyal hayat üzerindeki demokratik denetime tabi olmayan hakimiyeti artmıştır.[11] Bunun en belirgin göstergelerinden birisi de elektronik gözetim ve takip sistemlerinin 2005 yılından itibaren byük kentlerde hayata geçirilmesi olmuştur. Böylelikle polisin hem teşkilat yapısında ve yetkilerinde hem de teçhizatında yaşana değişiklik, günümüzde toplumsal olaylara yapılan müdahalelerin neredeyse askeri bir operasyon haline gelişine dair gözlemlerin doğrulandığını gösteriyor.[12]



Sonuç: 


2007’de 1 Mayıs’ı Taksim’de gerçekleştimek isteyen düzenleme komitesi ve diğer destekleyen siyasi partiler, Türkiye’deki en geniş kapsamlı toplumsal muhalefeti temsil eden çeşitli sivil toplum örgütleri, işçi sendikaları ve siyasal partiler gibi meşru politik yapılardı. Her ne kadar talepleri yasal olarak karşılanmamış olsa da hareket tarzları bakımından mitinge yönelik organizasyon ve hazırlıkları herhangi bir yasal miting kadar düzenli ve barışçıl bir eylem düzenleneceği yargısını doğuruyordu. Bu konuda ertesi günlerde yapılan tüm basın açıklamaları ve kınamalar da aynı vurguyu yapmaktaydı. 



Talep edilen mekanın tarihsel hafızası, bugün Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda çaba sarfedenlerin geçmişle hesaplaşma amaçları ile uyumlu olduğundan ötürü 2007 1 Mayıs’ını taksimde gerçekleştirmek isteyenlerin aslında kamusal alanın demokratikleşmesine yönelik bir siyasal baskı oluşturmak üzere bir tür sivil itaatsizlik eylemi yaptıkları da düşünülebilir. Çünkü aslında 1 Mayıs kutlaması yasak değildir. 1 mayıs’ın belirlenmiş alanın dışında kutlanmak istenmesidir asıl mesele. Taksim’de bu mitingi gerçekleştirmek isteyenler bu anlamda bir sivil itaatsizlik eylemi gerçekleştirmiş ve bu eylemi Beşiktaş, Dolmabahçe, Tophane, Tarlabaşı, Gümüşsuyu, İstiklal Caddesi gibi çok geniş bir alana yaymışlardır. Bütün engellemelere rağmen şehrin çko geniş bir sahasına yayılan eylemle, gösteriler ve çatışmaların yanı sıra kent sakinlerinin yaşadıkları ulaşım sıkıntısına ögsterdikleri tepki, günlerce konuşulan bir yönetim skandalı olarak hafızalarda yer etti ve yaratılmak istenen kriminalleştirme etkisinden çok daha fazla etkili oldu. Öte yandan eylemcilerin bir kısmının bile olsa polis kontrolünde Taksim Meydanı’na ulaşıp orada 1977’de ölenleri anmaları, genelde tüm engellemelere rağmen amaca ulaşıldığı duygusunu yaydı.[13]
 

Bu olayın değerlendirilmesinin sonucunda, kent mekanının farklı sosyal sınıflar ve politik bakış açıları için faklı anlamlandırma çerçevelerinden yorumlandığını görüyoruz. Kentin kamuya ait açık mekanlarında nümayiş, protest ve miting gibi simgesel ve iletişimsel amaçlar da içeren etkinlikler yoluyla gerçekleştirilmek istenilen siyasal eylemlerin o mekanların gündelik işlevsel algılanışından bambaşka anlamlandırma çerçeveleriyle yorumlandığını söyleyebiliriz. Taksim örneğinde, mekana yönelik siyasal mücadelenin o mekanın doğrudan temellük edilmesi veya kontrolünün ele geçirilmesi mücadelesinden olmayıp o mekanının anlamının kolektif hafızadaki konumunu değiştirmek ve bunun sonucunda iktidar ile ilişkilerde bir simgesel kazanım elde etme mücadelesi olduğu açık hale geliyor. Bu simgesel mücadelenin eninde sonunda gerçekten de kamusal alanda ezilen sınıfların taleplerinin karşılanmasını ve sosyal adaleti sağlayacak bir demokratikleşme adına yürütülen ve gerektiğinde yanına geçmişin hayaletlerini de alan bir mücadele: “1 Mayıs 1977 anlatılarının merkezinde ‘devrimin hayaleti’ gezinmektedir. “Hem var hem yok” olan imkanın, bir zamanlar sahip olunup yitirilen imkanın hayaletidir gezinen. Daha ölmemiş, kurban gittiği adaletsizliğin öcünü almak iin etrafta dolaşmakta, silinip gitmeye direnmektedir. ... .. Evin yeni sahinin korkusuysa, hayaletin canlanıvermesidir.”[14]Ancak verilen mücadele, daha şimdiden, yalnızca geçmişin unutulmaya direnen adaletsizliğinin değil şu anda o adaletsizliğin tekrar etmemesi için gerçekleştirilen direnişin de hikayesi haline gelmeye başlamıştır. 2 Mayıs 2007’den itibaren çok çeşitli sol yayınlarda okuduğumuz anlatıların geçmişin belleği ile şimdinin deneyimlerinden harmanlayarak gerçekleştirdikleri yorumlar öykünün unsurlarının artık yenilenmeye başladığını söylüyor bize.[15] Mekanın simgesel anlamı, o mekanı ilk ve yeniden kolektif olarak deneyimleyenlerce dönüştürülmeye başlanmıştır artık.




Kaynaklar: 


Yazılar:

Osman Akınhay – “Her Cadde ve Sokak 1 Mayıs Alanı: Eğrisi Doğrusuna Geldi”, Express sayı 72, Mayıs 2007, s.: 12.

Süleyman Çelebi, “Bu bir Zincir Kırılmasıdır”, Express sayı 72, Mayıs 2007, s.: 14-15.  

Meral Jefroudi – “1 Mayıs 1977:  Hafıza Adalet ve Devrimin Hayaleti”, Mesele, sayı 5, Mayıs 2007, .

Biriz Berksoy, “1980 Sonrası Batı’da ve Türkiye’de Polis Teşkilatları”, Toplum ve Bilim, Sayı 109, 2007.



Gazeteler:



Evrensel

Birgün

Radikal



İnternet Siteleri:









[1] DİSK • KESK • TMMOB • TTB, siyasal partiler, meslek odaları, meslek birlikleri, siyasi dergiler, demokratik kitle örgütleri ve platformların, Taksim Gezi Parkı’nda 1 Mayıs 2007 kutlamalarına ilişkin yaptıkları ortak basın açıklaması için bkz.  http://www.1mayis.com/
[2] Örneğin Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılması üzerine yürütülen tartışmalarda söz alan bir mimarın meydanın karakterine dair sözleri çok tipik bir bakış açısını yansıtıyor: “Taksim Meydanı’nın Anlamı: Taksim Meydanı, Cumhuriyet ile özdeşleşmiştir. Meydanın ortasındaki anıt, dört cephesindeki figürleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve hedeflerini belirler. Bu anıtın, neden “Tarihi Yarımada” içinde yer almadığının anlamı düşünülmeğe değer. Çünkü bölge laik bir ortamdadır. Taksim’de ve İstiklal Caddesi üzerinde aydın ve çağdaş bir çevre gelişmiştir. Kutlamalar ve gösteriler hep burada olur.” Kaynak. “Mimarlardan Mimarlar Odası’na Mektup”, A. Halûk Sezgin, http://www.mimarist.org/mmektup/index.cfm?sayi=55&RecID=1401, 28 Mart 2007.
[3] Bir mayıslar hakkında dünya ve türkiye genelinde tarihi bilgiler için çok çeşitli kaynaklara bakılabilir: Bunlardan en kolay ulaşılabilecek birkaç tanesi: “1 Mayıs'ın Tarihçesi”  http://www.1mayis.com/tarih.htm
Nazım Yıldırım, “Tek Bir Ordu, Tek Bir Bayrak, Tek Bir Hedef”, 26 Nisan 2004, Sınıf Mücadelesinde Marksist Tutum, weblink: http://www.marksist.com/nazim_yildirim/tek_bir_ordu_tek_bir_bayrak_tek_bir_hedef.htm
 1 Mayıs'ın Doğuşu- Tek Bir Amaç İçin, Tek Bir Ordu Gibi”, 05 Nisan 2005, Sendika.org,  weblink: http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=2167
[4]Türkiye’de 1 Mayıs’lar…”, 30 Nisan 2007, Pazartesi, Sol Günlük Siyasi Gazete, http://www.sol.org.tr/index.php?yazino=10374, Türkiye'de 1 Mayıs'lar, http://www.1mayis.com/turkiye.htm
[5] 1 Mayıs 1977 Katliamı, Sosyalist Barikat 12. Sayı (Nisan 2003)http://www.barikat-lar.de/tarih/77.htm,
[6] Türkiye’deki sol hareketin 1960lardan 1980 askeri darbesine kadar olan dönemindeki gelişmelerin ayıntılı bir tarihi için bkz: Ergun Aydınoğlu, Türkiye Solu (1960-1980), Versus Yayınları, 2007.
[7] Konuyla ilgili belgesel araştırmalardan ikisi için bkz. Nail Güreli, 1 Mayıs 1977 – Türkiye Devrimcilerinin iki Mayıs Belgeseli, Ozan Yayıncılık 2006 ve Barış Yetkin, Kırılma Noktası - 1 Mayıs 1977 Olayı, Otopsi Yayınları, 2005.
[8] Meral Jefroudi – “1 Mayıs 1977:  Hafıza Adalet ve Devrimin Hayaleti”, Mesele, sayı 5, Mayıs 2007, s.: 32.
[9] “1 Mayıs 1977’de Taksim’de olmayanlar, hatta o tarihte daha doğmamış olanlar dahi ‘hatırlar’ 1 Mayıs 1977’yi. 
[10] 1 mayıs’ta yapılacak uygulamalarla ilgili 30 Nisan 2007 tarihli Valilik açıklaması için o günün  tüm yayın organlarına bakılabilir.

[11] Biriz Berksoy, “1980 Sonrası Batı’da ve Türkiye’de Polis Teşkilatları”, Toplum ve Bilim, Sayı 109, 2007.
[12] Konuyla ilgili Çağdaş hukukçular derneğinin yaptığı “Asker ve polisin uyumlu saldırısı” başlıklı basın açıklmasına bakılabilir. Kaynak sol günlük gazetesi, 2 Mayıs 2007, weblink  http://www.sol.org.tr/index.php?yazino=10448
[13] Handan Koç, “Günlerin bugün getirdiği”, Express sayı 72, s.: 2, Osman Akınhay, “Her Cadde ve Sokak 1 Mayıs Alanı: Eğrisi Doğrusuna Geldi”, Express sayı 72, s. 12, ve Süleyman Çelebi, “Bu bir Zincir Kırılmasıdır”, Express sayı 72, Mayıs 2007, s.: 14-15.  Ayrıca düzenleme komitesi yöneticilerinin “Artık Taksim 1 Mayıs alanı olmuştur” başlıklı 2 Mayıs Tarihli bildirisine bakılabilir, weblink: http://www.hkmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=2914


[14] Jefroudi, agy, s.: 35.
[15] Örneğin Bianetteki çeşitli yorumlar bu yönde bir bakış açısını destekliyor. http://www.bianet.org/arsiv/gecmis?rcat_id=71

Anarşi kavramı

Bütün toplumsal ve psişik özgürleşmelerin ortak noktası, insanı birey ya da topluluk halinde tabi kılıp yönetilebilir bir varlığa indirgeyen...