Düşünür
yahut entelektüel kıtlığı çeken çağdaş anarşizmin Bookchin ve Zerzan gibi
entelektüellerin şahıslarında temsil edilmesinin en sorunlu yanı anarşizmi
doktriner parantezler içerisine almak oluyor. Dolayısıyla yönetenin ve tahakküm
edenin, hiyerarşik ve otoriter ilişkilerin bulunmadığı bir toplum için
verilecek pratik mücadeleler; yaşamı şimdiden özgürlükçü şekillerde
dönüştürmenin olanaklarını araştırmak şeklinde anlaşılmak yerine tek boyutlu
politik gündemlere veya evrensel programlara sıkıştırılan bu tür anarşizm
anlayışları, otoriter solun cenderesinden kurtulmuş ve halihazırda emekleme
aşamasındaki özgürlükçü hareketleri ölü doğmuş projelere dönüştürme
potansiyeline sahip.
Zerzan’ın
teorisi bana, başka anarşizmlere göre özgürlükçü toplum projesinden en çok
uzaklaşan anarşizm yorumu gibi görünüyor. Bilgi üniversitesindeki söyleşisini
izleyenlerden biri olarak ona “artık anarşizmin ona göre yalnızca uygarlık
karşıtlığı mı olduğunu, bunun dışındaki anarşist düşüncelerin ona göre
anarşizmden sayılıp sayılmayacağını sorduğumda cevabı çok netti: “Hayır bana
göre anarşizm uygarlık karşıtlığıdır, Uygarlığı ortadan kaldırın geriye anarşi
kalır!” olmuştu. Açıkcası uygarlık belası başımızdan def edildiğinde bu geriye
“kalacak olan”ın anarşi mi yoksa kötücül anlamıyla bir kaos mu olacağını
tartışmayı kahinlere ve falcılara bırakmayı tercih ediyorum.
Aslında
ben buna anarşizmden ziyade kendisini toplum ve kültür karşıtı bir konumdan
tarif eden, devasa bir yıkım beklentisi haricinde hiçbir çıkış umudu
olmayan romantik bir nihilistin, uygarlığa karşı anti-demokratik serzenişleri
olarak görüyorum. Anti demokratik saptaması çok acımasız ve kıyıcı görülebilir.
Lakin herhangi bir ideoloji, özgürlüğün ideal yerini bulmaya adandığı
halde somut toplumsal dünyada özgürlük
alanları yaratmaya tercih etmiyorsa, insanların şu anki somut sorunlarını
kalkış noktası haline getirmiyorsa bunun demokratik olduğunu söylemek bana zor
görünüyor. Hoş Zerzan’a göre demokrasi de “sadece bir yönetim biçimi” olduğuna
göre bu bahis manasız görülebilir. Böylece doğrudan demokrasi, radikal
demokrasi, temsiliyetin reddi gibi verimli tartışmalar gereksiz hale geliyor.
Bu çerçevede her ne kadar klasik anarşist düşünürlerin, ilerlemeci tarih
şemasıyla olan sorunlu ilişkilerini eleştirsek de anarşizmi, onları takip
ederek özgürlükçü bir toplum tasavvuru olarak tahayyül etmeye devam etmeyi
tercih ediyorum. Yoksa toplumu tamamen ortadan kaldırmak olarak değil.
Zerzan’ın
teorisi bir çok karmaşık sorunla malul. Örneğin oldukça doğrusal bir tarih
anlayışı var. Tarihi özgürlükten yıkıma doğru giden bir seyir halinde görüyor.
Kayıp cennetten çöküş ve kıyamete giden insanlık şeklindeki, insanlığın
düşüşüne dair dini mesel ile bu anlayışın bağı da ayrıca araştırılabilir.
Çalışmasında
uygarlık öncesi toplumlarda insanların hiyerarşi, tahakküm ve otoriter
ilişkiler içermeyen bir hayat yaşadığını ampirik verilere dayalı sarsılmaz bir
gerçek gibi sunuyor. Cümlelerine “3 milyon yıl önce şöyleydi...” gibi
başlangıçlar yaptığında 3 milyon yıl önceki insan yaşamının dolaysızca
bilinebilir olduğuna nasıl bu kadar kolaylıkla inandığını merak ediyorum.
Geçmişi yitik bir altın çağ olarak tasavvur eden tarih vizyonunda
kıyametsi bir yıkımdan sonra yeniden özgürlük çağına, bozulmamış,
yabancılaşmamış, nahif insanın içtenlikli dünyasına geri dönebileceğimize
duyduğu inançta eğer dinsel birşeyler yoksa o halde bütün bu büyük kocaman
tarih alatısı da neyin nesi? Seküler bir söyleme, antropolojinin ve
arkeolojinin oldukça yoruma dayalı verilerine dayanarak kurduğu tarih
anlatısının bilimin verilerinden dayanarak kurulduğu söylenen bir başka büyük
anlatı olan tarihsel materyalizmden tek farkı birincisinin kötümserliği.
Zerzan’ın
düşüncesindeki geçmişin bozulmamış doğal hayatına ve doğaya duyulan hayranlık
aslında romantik düşüncenin bir karakteristiğidir. Modernizmin alametlerinden
biri olan bu doğa anlayışında, “doğa”nın kendisinin de yaşadığımız toplumun
bize taktığı gözlüklerle kurulmuş kültürel bir “inşa” olduğunu; Lukacs’ın
tabiriyle “doğa’nın da kültürel bir kategori” olduğunu görmek bu kadar mı zor?
Ayrıca uygarlık ve kültürü doğa ile karşı karşıya koymak da zaten bizzat
modernist düşüncenin icraatlarından birisidir. Bu durumda Zerzan’ın Rousseaucu
doğa hayranlığı yahut aydınlanmacı uygarlık tarafından saflığı bozulmuş özünde
iyi insan anlayışı modernizmin ta kendisi değil mi?
Birçok
boşluklara ve çatlaklara sahip sisteminin terimleri Adorno, Vaneigem, Debord,
Cioran gibi düşünürlerin batı moderliğine ve kapitalizme yönelttiği
eleştirilerin aşırı yorumlanmasından oluşuyor. Uygarlığa dair anlatısının tüm
dünya için geçerli olduğuna dair inancı da bunların tuzu biberi. Öyle ya eğer
Zerzan’ın anlatısına bağlı kalarak harekete geçecek olursak bir daha geri
dönüşü olmayan bir deney yapmamız gerekir ki bu pek öyle yerel düzeyde
gerçekleştirilir gibi de değil.
Oysa
herkes biliyor ki ekolojik eleştirel düşünceler 1960lar civarında sosyalist
solun endüstrileşme paradigmasına karşı eleştirel yaklaşımlara sahip yeni sol
düşüncelerde şekillendi. Burada boy hedefi yapılan şey sosyalizmi endüstriyel
bir kalkınma projesine indirgeyen Sovyet modeli ile Batı dünyasında tahripkar
sonuçları güçlü bir şekilde görülmeye
başlayan endüstiyel kapitalist sistemdi. Bu sisteme yönelik eleştiri sosyalist
devletçiğilin ve kapitalizmin anarşist bir eleştirisiyle birleşmeye başladıkça
ortaya yeşil anarşist ya da eko anarşist denilen fikirler çıkmaya başladı. Tüm
bu düşüncelerdeki ortak payda kapitalizmi, onun büyük üretim sistemini, büyük
kentleri ve doğayı tahrip eden teknolojileri ortadan kaldırıp küçük, kendine
yeter ekonomilere dayalı, özgürlükçü ve demokratik bir toplum modeli
geliştirmekti. Ekolojik düşüncenin liberal varyantları bunu kapitalizm içi bir
muhalefetle sınırlamak isterken eko-anarşistler ekolojik bir anarşist toplum
kurma düşünde oldukça yol katettiler.
Zerzan’ın
anarşizm anlayışı ise sorunu çözmek yerine, soruna köken olduğu varsayılan bir
kaynak noktaya kadar geri gidip herşeyi yıkma basitinde işliyor (Öyle ya
başağrısına en kesin çözüm kafayı kesektir). Bu anlayış doğruluğu ya da
yanlışlığı kanıtlanamayacak hipotezlerle hareket ettiğinden ötürü aslında bir
inançtan öteye geçemiyor. Bu inancın vardığı son nokta ise uygarlığa karşı
topyekûn savaş! Peki bu savaş’ın sonunda uygarlığın yıkıcı tahakkümcü
güçlerinin doğa ve özgürlük karşıtı bir konuma geçerek tüm özgürlükçü
girişimleri boğmayacağı ve daha ürkütücü bir egemenlik sistemi kurmayacağı ne
malûm?
Eğer
Zerzan’ın düşüncesi, uygarlığın çeşitli kurumlarını sorunsallaştıran, iktidar
ve tahakkümün ilşkilerinin en erken dönemdeki
biçimlerini araştıran bir çaba olsaydı o zaman özgürlükçü vizyonumuzu
genişleten bir düşünür olarak dikkate almak isteyebilirdik, ama bu üstünkörü
araştırmasının vargılarıyla bizi getirip bıraktığı sonuca baktığımızda, mevcut
haliyle, yakın gelecekteki bir kıyametten haber veren bir kahinden farkı yok...