1 Kasım 2004 Pazartesi

Zerzan’a bir Bakış



Düşünür yahut entelektüel kıtlığı çeken çağdaş anarşizmin Bookchin ve Zerzan gibi entelektüellerin şahıslarında temsil edilmesinin en sorunlu yanı anarşizmi doktriner parantezler içerisine almak oluyor. Dolayısıyla yönetenin ve tahakküm edenin, hiyerarşik ve otoriter ilişkilerin bulunmadığı bir toplum için verilecek pratik mücadeleler; yaşamı şimdiden özgürlükçü şekillerde dönüştürmenin olanaklarını araştırmak şeklinde anlaşılmak yerine tek boyutlu politik gündemlere veya evrensel programlara sıkıştırılan bu tür anarşizm anlayışları, otoriter solun cenderesinden kurtulmuş ve halihazırda emekleme aşamasındaki özgürlükçü hareketleri ölü doğmuş projelere dönüştürme potansiyeline sahip.

Zerzan’ın teorisi bana, başka anarşizmlere göre özgürlükçü toplum projesinden en çok uzaklaşan anarşizm yorumu gibi görünüyor. Bilgi üniversitesindeki söyleşisini izleyenlerden biri olarak ona “artık anarşizmin ona göre yalnızca uygarlık karşıtlığı mı olduğunu, bunun dışındaki anarşist düşüncelerin ona göre anarşizmden sayılıp sayılmayacağını sorduğumda cevabı çok netti: “Hayır bana göre anarşizm uygarlık karşıtlığıdır, Uygarlığı ortadan kaldırın geriye anarşi kalır!” olmuştu. Açıkcası uygarlık belası başımızdan def edildiğinde bu geriye “kalacak olan”ın anarşi mi yoksa kötücül anlamıyla bir kaos mu olacağını tartışmayı kahinlere ve falcılara bırakmayı tercih ediyorum.

Aslında ben buna anarşizmden ziyade kendisini toplum ve kültür karşıtı bir konumdan tarif eden, devasa bir yıkım beklentisi haricinde hiçbir çıkış umudu olmayan romantik bir nihilistin, uygarlığa karşı anti-demokratik serzenişleri olarak görüyorum. Anti demokratik saptaması çok acımasız ve kıyıcı görülebilir. Lakin herhangi bir ideoloji, özgürlüğün ideal yerini bulmaya adandığı halde  somut toplumsal dünyada özgürlük alanları yaratmaya tercih etmiyorsa, insanların şu anki somut sorunlarını kalkış noktası haline getirmiyorsa bunun demokratik olduğunu söylemek bana zor görünüyor. Hoş Zerzan’a göre demokrasi de “sadece bir yönetim biçimi” olduğuna göre bu bahis manasız görülebilir. Böylece doğrudan demokrasi, radikal demokrasi, temsiliyetin reddi gibi verimli tartışmalar gereksiz hale geliyor. Bu çerçevede her ne kadar klasik anarşist düşünürlerin, ilerlemeci tarih şemasıyla olan sorunlu ilişkilerini eleştirsek de anarşizmi, onları takip ederek özgürlükçü bir toplum tasavvuru olarak tahayyül etmeye devam etmeyi tercih ediyorum. Yoksa toplumu tamamen ortadan kaldırmak olarak değil.

Zerzan’ın teorisi bir çok karmaşık sorunla malul. Örneğin oldukça doğrusal bir tarih anlayışı var. Tarihi özgürlükten yıkıma doğru giden bir seyir halinde görüyor. Kayıp cennetten çöküş ve kıyamete giden insanlık şeklindeki, insanlığın düşüşüne dair dini mesel ile bu anlayışın bağı da ayrıca araştırılabilir.

Çalışmasında uygarlık öncesi toplumlarda insanların hiyerarşi, tahakküm ve otoriter ilişkiler içermeyen bir hayat yaşadığını ampirik verilere dayalı sarsılmaz bir gerçek gibi sunuyor. Cümlelerine “3 milyon yıl önce şöyleydi...” gibi başlangıçlar yaptığında 3 milyon yıl önceki insan yaşamının dolaysızca bilinebilir olduğuna nasıl bu kadar kolaylıkla inandığını merak ediyorum. Geçmişi yitik bir altın çağ olarak tasavvur eden tarih vizyonunda kıyametsi bir yıkımdan sonra yeniden özgürlük çağına, bozulmamış, yabancılaşmamış, nahif insanın içtenlikli dünyasına geri dönebileceğimize duyduğu inançta eğer dinsel birşeyler yoksa o halde bütün bu büyük kocaman tarih alatısı da neyin nesi? Seküler bir söyleme, antropolojinin ve arkeolojinin oldukça yoruma dayalı verilerine dayanarak kurduğu tarih anlatısının bilimin verilerinden dayanarak kurulduğu söylenen bir başka büyük anlatı olan tarihsel materyalizmden tek farkı birincisinin kötümserliği.

Zerzan’ın düşüncesindeki geçmişin bozulmamış doğal hayatına ve doğaya duyulan hayranlık aslında romantik düşüncenin bir karakteristiğidir. Modernizmin alametlerinden biri olan bu doğa anlayışında, “doğa”nın kendisinin de yaşadığımız toplumun bize taktığı gözlüklerle kurulmuş kültürel bir “inşa” olduğunu; Lukacs’ın tabiriyle “doğa’nın da kültürel bir kategori” olduğunu görmek bu kadar mı zor? Ayrıca uygarlık ve kültürü doğa ile karşı karşıya koymak da zaten bizzat modernist düşüncenin icraatlarından birisidir. Bu durumda Zerzan’ın Rousseaucu doğa hayranlığı yahut aydınlanmacı uygarlık tarafından saflığı bozulmuş özünde iyi insan anlayışı modernizmin ta kendisi değil mi?

Birçok boşluklara ve çatlaklara sahip sisteminin terimleri Adorno, Vaneigem, Debord, Cioran gibi düşünürlerin batı moderliğine ve kapitalizme yönelttiği eleştirilerin aşırı yorumlanmasından oluşuyor. Uygarlığa dair anlatısının tüm dünya için geçerli olduğuna dair inancı da bunların tuzu biberi. Öyle ya eğer Zerzan’ın anlatısına bağlı kalarak harekete geçecek olursak bir daha geri dönüşü olmayan bir deney yapmamız gerekir ki bu pek öyle yerel düzeyde gerçekleştirilir gibi de değil.

Oysa herkes biliyor ki ekolojik eleştirel düşünceler 1960lar civarında sosyalist solun endüstrileşme paradigmasına karşı eleştirel yaklaşımlara sahip yeni sol düşüncelerde şekillendi. Burada boy hedefi yapılan şey sosyalizmi endüstriyel bir kalkınma projesine indirgeyen Sovyet modeli ile Batı dünyasında tahripkar sonuçları  güçlü bir şekilde görülmeye başlayan endüstiyel kapitalist sistemdi. Bu sisteme yönelik eleştiri sosyalist devletçiğilin ve kapitalizmin anarşist bir eleştirisiyle birleşmeye başladıkça ortaya yeşil anarşist ya da eko anarşist denilen fikirler çıkmaya başladı. Tüm bu düşüncelerdeki ortak payda kapitalizmi, onun büyük üretim sistemini, büyük kentleri ve doğayı tahrip eden teknolojileri ortadan kaldırıp küçük, kendine yeter ekonomilere dayalı, özgürlükçü ve demokratik bir toplum modeli geliştirmekti. Ekolojik düşüncenin liberal varyantları bunu kapitalizm içi bir muhalefetle sınırlamak isterken eko-anarşistler ekolojik bir anarşist toplum kurma düşünde oldukça yol katettiler.

Zerzan’ın anarşizm anlayışı ise sorunu çözmek yerine, soruna köken olduğu varsayılan bir kaynak noktaya kadar geri gidip herşeyi yıkma basitinde işliyor (Öyle ya başağrısına en kesin çözüm kafayı kesektir). Bu anlayış doğruluğu ya da yanlışlığı kanıtlanamayacak hipotezlerle hareket ettiğinden ötürü aslında bir inançtan öteye geçemiyor. Bu inancın vardığı son nokta ise uygarlığa karşı topyekûn savaş! Peki bu savaş’ın sonunda uygarlığın yıkıcı tahakkümcü güçlerinin doğa ve özgürlük karşıtı bir konuma geçerek tüm özgürlükçü girişimleri boğmayacağı ve daha ürkütücü bir egemenlik sistemi kurmayacağı ne malûm?

Eğer Zerzan’ın düşüncesi, uygarlığın çeşitli kurumlarını sorunsallaştıran, iktidar ve  tahakkümün ilşkilerinin en erken dönemdeki biçimlerini araştıran bir çaba olsaydı o zaman özgürlükçü vizyonumuzu genişleten bir düşünür olarak dikkate almak isteyebilirdik, ama bu üstünkörü araştırmasının vargılarıyla bizi getirip bıraktığı sonuca baktığımızda, mevcut haliyle, yakın gelecekteki bir kıyametten haber veren bir kahinden farkı yok...



Anarşi kavramı

Bütün toplumsal ve psişik özgürleşmelerin ortak noktası, insanı birey ya da topluluk halinde tabi kılıp yönetilebilir bir varlığa indirgeyen...