23 Temmuz 2015 Perşembe

Yorumlamanın keyfiyeti ya da İslam'ın aslı nedir tartışmasına dair

Hiçbir metin onu çevreleyen yorumlardan bağımsız olarak okunamaz. Bu Kuran için de geçerlidir. Ne kadar kutsal, dokunulmaz ve değişmemiş olduğu söylense de anlamlama süreci devamlı olarak onun nasıl okunacağını şekillendiren güç ilişkilerince belirlenmiştir. Bugüne kadar da Kuran'ın nasıl okunacağı, İslamî denilen ataerkil, cinsiyetçi, askeri despotizmlerin hâkim siyasal ontolojisinin temellerini atan bir zihinsel süreklilik tarafından belirlenmiştir. Bu Emevi egemenliğinden modern Sünni Müslüman ya da Şii Müslüman ulus devletlere kadar böyle gelmekte.

Hiçbir metin 'sui generis' (kendinden türemiş) değildir. Her zaman her metin onu oluşturan çoğul kaynaklardan türemişti ve onlara gönderme yapar. Yani metinlerarasıdır, tek bir yazarı olmadığı gibi, tarihin belirli bir anında aniden ortaya çıkmaz. Bu metinleşme olgusu, yazılı kültürden önceki sözlü ortak hafızaya ait metinler için de geçerlidir, yazılı kültüre geçişle kayda geçen en eski mitlerden dinsel metinlere kadar Kuran için de, herhangi bir roman için de, basit bir reklam metni için de geçerlidir. Gücün siyasal dağılımını belirleyen egemenlik ilişkilerince oluşturulmuş bir tarihsel matrisin içinde, bir metinsel janrın içinde oluşur her metin: 1970'lerin reklam metinleri kendi aralarında ortaklıklar gösterirken bugünküler nasıl  farklı ise, 19. yüzyıl romanı ile 20. yüzyıl başı modernist romanı nasıl farklı ise. Kuran da kendi içinde oluştuğu tarihsel bağlamda, gündelik hayatın, siyasetin, ticaretin, cinsiyet ilişkilerinin, topluluğu bağlayacak ortak değerlerin, mülkiyet ilişkilerinin nasıl olacağına dair toplu önermeler ortaya koyan bir metin olarak önceki anlatı ve metinlerden devraldıklarıyla ve kabilevi iktidar ilişkilerindeki siyasal değişimler peşi sıra gelişen siyasal ihtiyaçlarla oluşacaktır. Ancak bunların büyük kısmı zaten içinde oluştuğu çağın ortak değerleridir. O da kendisinden önceki diğer tüm din ve mitolojilerde olduğu gibi, uzun bir tarihsel süreç  içinde ve başka metinlerden pek çok öğe almış çok yazarlı ve her türlü bağlamsal olarak değişen yoruma daima açık uçlu bir metin olarak biçimlenmiştir. Kuran'ın yazarları kimlerdir diye bir soruyu inançlı bir Müslüman'ın içi kaldırmaz belki ama dogmatik tutumu bir yana bırakıp araştırmak fena olmazdı. Tabi ki ölmeyi veya baskı altında yaşamayı göze alıyorsanız.

Başta dediğim gibi, hiçbir metin onu çevreleyen yorumlardan bağımsız olarak okunamaz. Okuma ve yorumlama süreçleri ise daima o tarihsel dönemin ve içinde bulunulan güç ilişkilerinin mümkün kıldığı yorumlama prosedürleri ile şekillenir. Bugünün dünyasında uzunca bir süreden beri monoteist inançların devirmci ve komünist okumalarını mümkün kılan da tam olarak modern devrimci akımların sarsıcı sistem eleştirisinin etkilerinin teist inançlıları da içine almasından kaynaklanır. Hıristiyan anarşizmini mümkün kılan da İslam sosyalizmini mümkün kılan da o metinlerin kendileri değil, o döneminolanaklı kıldığı, metinleri okuma şeklini değiştiren devrimci atmosferidir.

Kuran'da aslında komünist bir toplum fikri bulunduğunu kanıtlamaya çalışan teologlar ve onların tilmizleri, fiilen bugünün yaygın eşitlikçi özgürlükçü devrimci yorumlarından etkilendikleri için bu anlayışı Kuran'a projekte etmektedirler ve hep gördüğümüz gibi meramlarını da o liberter eşitlikçi sol mecralara anlatma, onlara kendilerinin de aynı derecede eşitlikçi ve özgürlükçü olduklarını ispatlama çabası içindedirler. Kendileri şahıs olarak gerçekten öyle olabilir, bir çok deneyimimde bunu görüyorum ve aynı zamanda biliyorum ki bir kişi de tıpkı metinler gibi çoklu kaynaklardan beslenir ve bu yüzden sadece aidiyet duyduğu inancına indirgenemez. Ama bir sonraki adım, Yani Kuran'ın da bu derecede eşitlikçi ve özgürlükçü olduğunu ispatlama çabası yorumlamanın keyfiyetine gider. Oysa bu yaklaşım daha da aşırı yorumla Kuran'da ırkçılığın, homofobinin ya da cinsiyetçiliğin bile bulunmadığını kanıtlama derdine ulaşır. Peki neden? 

Bu yorumları benimseyenlerin, İslam'dan türeyen ya da en azından yaygın İslam anlayışlarının mümkün kıldığı tüm otoriter, cinsiyetçi, ırkçı ve faşist siyaset biçimlerini İslam'a sonradan sirayet etmiş ve ona dışsal görmeleri ne kadar olguya - tarihi verilere aykırı ise, -bu öğeler başından beri mevcut idi- kendi el değmemiş, bozulmamış, su katılmadık özgürlükçü-eşitlikçi İslam yorumlarının, geçmişte fiilen hiç var olmayıp yalnızca bugün var olan ve ancak bugün mümkün olan yorumlar olduğunu görmeleri de onları, kendi gayretlerini gereksiz kılacak entelektüel bir açmaza sokacağından ötürü bu durumu kabullenmelerini beklemiyorum.

1960'lardan bu yana, sosyalizmin eleştirisinden çıkan Yeni Sol ve anarşist hareketler, modern endüstriyalizmin eleştirisinden çıkan radikal ekolojist fikirler, patriyarkal sistemin eleştirisinden çıkan feminist fikirler, heteroseksizmin eleştirisinden çıkan anti-homofobik fikirler, avrupa merkezciliğin, sömürgeciliğin ve ırkçılığın eleştirisinden çıkan, millliyetçilik ve ırkçılık karşıtı ve kimlik özcülüğünden uzaklaşmış kozmopolitik fikirler, ve hepsini boydan boya kat eden kapitalizm eleştirisinden türeyen anti-kapitalist fikirler OLMAKSIZIN bu murad edilen türden bir İslam revizyonizmi girişimi dahi mümkün olamazdı. Hakeza bu tür fikirlerin Türkiye'de ortaya çıkı görünürlük kazanması 2000'lerin sonu 2010'ların başını buldu, tam da yeni soyal hareketlerin radikal siyaset sahnesini çok güçlü bir şekilde etkisine almaya başlkadığı bir dönemde.

Anti-kapitalist ya da kendisini nasıl adlandırırsa adlandırsın, özünde İslam'ın ve Kuran'ın eşitlikçi bir devrimin hayata geçmesi olduğunu, İslam peygamberinin aslında bir devrimci olduğunu anlatmaları bugünün eşitlikçi özgürlükçü düşüncelerinden etkilenmiş kentli, kültürel donanımı yüksek bireylerin kendilerine has bir İslam yorumu yapabilmeleri sayesinde mümkün oluyor.

Yani içinde bulunduğumuz çağın kendi radikal siyasal atmosferi ve siyasal ufku ile belirlenmiş bir zihinsel donanımın olanaklı kıldığı revizyonist Kuran yorumlarıdır bunlar. Bu yorumları İslam'ın içinden çıkan, onun değişmez özü olarak değil ona dışsal radikal perspektiflerin İslam'a güncel  yansıtılması olarak görüyorum. Bu bakımdan bu azınlıktaki İslam revizyonistlerinin asıl İslam'ı temsil ettiği, tüm dünyadaki hegemonik olanın ise bozulmuş bir İslam versiyonu olduğu söylemi, bütün teolojik ve filolojik manevralarına rağmen, ancak bir müminin mümin olmasını mümkün kılan o tek sarsılmaz varsayıma dayanır: Kutsal addedilen metnin tek, bozulmamış ve tek bir kaynaktan  türemiş olduğuna yani vahiy fikrine. Ve zaten bir metni Kutsal kılan da ona kutsiyen atfederek onu biricikleştiren güç ilişkileridir ki bu her müslümanın içine doğduğu ve tabi kılındığı başta aile olmak üzere güç ilişkilerince inancının belirlendiği gerçeğiyle tutarlıdır.

Bu kendi kanıtını kendi içinde taşıyan vahye dayalı akıl yürütme bütün tarihselleştirmelere dirençli "sarsılmaz (!)" bir inanç çekirdeği oluşturduğu için, günümüzün en radikal devrimci fikirlerinin büyük oranda 1400 yıl öncesinin bir inanç sistemi içinde zımnen mevcut olduğu dogmasını tartışmaya açmak size küstahlık gelebilir. Bu vicdanını temiz tutmaya çalışan Müslümanlık da ancak kentli ve kültürlü bir ayrıcalığın içinde mümkün, zira hangi Müslüman faşist olarak görülmek ister ki?


Anarşi kavramı

Bütün toplumsal ve psişik özgürleşmelerin ortak noktası, insanı birey ya da topluluk halinde tabi kılıp yönetilebilir bir varlığa indirgeyen...