1 Mart 1999 Pazartesi

Temizlik, Tüketim kültürü ve Beden Stratejisi


Avrupa’da temizlik kültürünün tarihi, modernleşme sürecinin, gündelik hayattaki akıldışı bir takım adetleri ortadan kaldırıp, yerine bilimin verilerinden yararlanan düzenlemeleri getirdiği dönüşümlerin iyi bir örneğidir. Bir başka deyişle temizlenme gibi günümüz insanının en akılcı, en temel gereksinimlerinden birinin karşılanabilmesi bile bir çırpıda değil, uzun bir maddi ve kültürel değişim sonucu akılcı bir temele kavuşmuştur. Ancak bu temele kavuşmuş olması fiili durumda da tam bir akılcılıkla gerçekleştirildiği anlamına gelmez. Hala temizlik asli gerekçelere dayanılarak değil, dış görünüşün estetikleştirilmesi amacının bir yan sonucu olarak yapılmaktadır. Temizlik davranışına bizi yönelten güdüleyici, duyusal bir gereksinim ve bilişsel bir kavrayıştan çok, toplumsal ortamın bize benimsettiği normlardan kaynaklanır. Bu normların ne derece akılcı olduğu genellikle tartışılmaz ve öylece kabul edilirler. Üstelik konuya biraz geniş bir açıdan bakınca, bu normların daha geniş bir dizgenin parçası olduğunu görürüz. Yani kibarlık, ahlaklılık, güzellik, bedenin estetize edilmesi gibi egemen kültürel değerler dizgesinin bir türevi olduğu açığa çıkar.
Gündelik hayat içerisinde insanlara temizliğin ne sıklıkla, nasıl,  hangi araçlarla yapılacağının bilgisi tıbbi bilimlere dayanılarak verilmemektedir. Bu konuda en fazla magazin kaynaklı bir takım küçük bilgi parçacıkları edinilmektedir. Halbuki temizliğin rasyonel bir uygulamasından bahsedebilmek için bu konudaki bilgilerinde rasyonelleşmiş ve sistemli bir şekilde halka sunulması gerekir. Halk arasında bu bilgiler hala deneyimlerin aktarılması yoluyla öğrenilmektedir.
Buna yürürlükteki normların oluşmasında, parfüm, sabun, şampuan, cilt temizleyiciler, makyaj malzemeleri,  gibi ürünleri üreten kozmetik ve kimya sanayinin; fitness, spor ve sağlık hizmet sektörlerinin ve moda sektörünün reklam amaçlı yayınlarının büyük etkisi vardır. Doğal olarak bu sektörlerin belirlediği normlar kendi taleplerini arttıracak yönde yani nesnel bilgi olanağından yoksun olacaktır. Yeni bir ürün yaratılırken bu ürünü kullanmanın insanlar için ne kadar sağlıklı olduğunu anlatan bir mitos yaratılır. Bu mitosun oluşumunda sağlık bilgisi de çarpıtılarak kullanılır. Böylece insanların buraya yönelmeleri sağlandıktan sonra tekrar tekrar empoze edilerek insanların kafasında yeni bir sağlık - temizlik - güzellik normu oluşturulur.
Günümüzde dış görünüşü estetikleştirmeye yönelik ürünlerle temizlik ürünleri arasındaki sınırlar kalkmıştır. Her temizlik ürününün sunuluşu sırasında ona eşlik eden bir estetik söylem de vardır. Artık yalnızca “sağlıklı olan” yoktur, “hem sağlıklı hem de güzel olan” vardır. Banyo artık sadece temizliğin mekanı aynı zamanda güzelliğin de mekanıdır. Banyo ve banyodaki eylemler genel bir “güzelleşme stratejisinin” alt evrelerinden yalnızca biri haline gelmiştir. İnsanların ayna karşısında geçirdikleri süre yıkanmak ve sağlıkları ile ilgili işler için harcanan süreden çok daha fazladır.
Aslında temizlik ile dış görünüş arasındaki ilişki eskiden beri varolan bir ilişkidir. Ortaçağda yada 18. Yüzyılda da temizlenmekten anlaşılan dış görünüşü genel kabullere uygun hale getirmekti. Zaten bu yüzden bedenin işlevsel bir temizliğinden çok, görünenin temizliğine dikkat ediliyordu. Fakat aradan geçen aşağı yukarı üç yüzyıllık sürede bu biçimsel ve işlevsiz temizlik anlayışından , giderek biçimselliği azalan ve işlevselleştirilmiş akılcı bir temizliğe geçilmiştir. Bunun son noktası da mikrobiyolojik bilgiye dayalı hijyen kavrayışının yerleşmesi ve banyonun gündelik sıradan bir iş halini almasıdır. Buna rağmen temizliğin biçimle ilgili yanı zayıflamamış tersine tüketim kültürünün gelişmesiyle birlikte çok daha başka formlara girerek görülmemiş ölçüde güçlenmiştir. Bunun asal nedeni tüm temizlik ve kozmetik ürünlerinin kitlesel endüstri ürünü olmasıdır. 
Değişime sokulan her endüstriyel ürünün kullanım değeri ve değişim değeri olarak bölünmüş yapısı, , tüm işleyiş amacı maksimum kar ve sermaye birikimi olan bu sistemde kaçınılmaz olarak, ürünün satılabilirliğinin en yüksek ölçüde gerçekleşmesidir. Bu ürünün piyasada talebini arttırabilmesi için alıcılarda bir meta arzusu yaratması gerekir. Bu arzuyu daha o metayı daha kullanmadan oluşturmanın tek yolu onun kullanım değerini vurgulamaktır. Daha doğrusu onun kullanım değerini ve onu tüketmekle müşterinin elde edeceği tatmini olabileceğinden daha fazlaymış gibi göstermek gerekir. Bu basit bir abartma yada malı müşterinin gözüne sokma değildir. Çok incelmiş psikolojik etkileme mekanizmaları kullanılarak yapılan bir işlemdir. Bu işlemle yalnızca o metayı veya aynı kategorideki metaları değil bir bütün olarak tüketim sistemini, hatta yaşadığımız hayat tarzını ve toplumsal sistemi meşrulaştıran, estetikleştiren genel ideolojinin mikro  ölçekteki dile gelişidir. Metanın dış görünüşü, ambalajı, sunuluşu ve reklam süreci, metanın estetize edilmesi yoluyla vaatlerde bulunmasıdır. Wolfgang Fritz Haug buna “meta estetiği” adını veriyor. En geniş anlamda meta estetiği - metanın duyusal algılanışı ve kullanım değerinin kavranışı - nesnenin kendisinden ayrılır. Görüntü metanın kendisinden bile daha önemli hale gelir. Çok yararlı olan ama öyle görünmeyen bir şey satılmayacaktır, bunun yanı sıra yararlı görünen bir şey de satılacaktır. Satış ve alış sisteminde estetik imge - metanın vaat ettiği kullanım değeri - satışın bağımsız bir değişkenidir. Pazara hakim olma sürecinde metanın estetik imgesinin teknolojiye dayanılarak kontrol edilmesi artık hayati bir sorundur.”[1] Tüm insan ilişkilerinin kapitalist üretim tarzının yapısınca belirlendiği modern toplumda, insanın birey olarak varlığı toplumsal süreçler karşısında etkisizleşmiştir. Sürekli ve yüksek gerilimli bir rekabet ve statü hiyerarşisi üreten bu toplumda insanın yaşamını sürdürebilmesinin tek koşulu bu ölüm kalım savaşına dahil olmaktır. Her yerde güç ilişkilerine girmek zorunda olduğu için de sahip olduğu gücünün çok daha üstünde görünmesini sağlayacak bir imaj sahibi olmalıdır. Bu imajın en önemli ve ayrılmaz bileşeni dış görünüştür. Tıpkı bir meta gibi dolaşım sürecine giren ve başkalarıyla rekabet halindeki bireyin estetik imgesi, güç ilişkilerindeki yerini almasında hayati önem taşır. Kişinin bir birey olarak özü değil bir “nesne” olarak biçimi dikkati çeker.
Dış görünüş ideolojisi, toplumda yaygın bir kabul gördüğü için kozmetik ve  moda gibi sektörlere düşen görev insan ilişkileri piyasasına bir meta olarak sokulan bedeni, daha fazla alıcı bulması için estetize etmektir.
Baudrillard’ın Tüketim Toplumu adlı kitabında özellikle vurguladığı bir nokta var: Ortaçağlarda, henüz dinin egemen ideoloji olduğu dönemlerde insanlara hep bedenin geçici olduğu, ruhlarını yüceltmeleri gerektiği bunun için de çileci bir şekilde ibadetlerini yapmaları gerektiği öğütlenirdi. Çağımızda ise “cinsel özgürleşme” söyleminin bir uzantısı olarak “bedenin yeniden  keşfi” çağrısı yapılıyor. Bu, modanın, reklamcılığın, kitle kültürünün ana temalarından biridir. Bedeni kuşatan sağlık, perhiz, tedavi kültü, gençlik, zariflik, erillik/dişillik saplantısı, bedenle ilgili bakımlar, hijyen mitosu, tüm bunlar bedenin kurtuluşu söyleminin parçalarıdır.
Tüm bu araçlarla bize bir tek bedenimiz olduğu, bedenimizi sevmemiz, onunla barışık olmamız, onun isteklerini yerine getirmemiz gibi şeyler öğütleniyor. Böylece bedenimiz adeta bizden ayrı bir varlık kazanır. Ama bizim denetimimizde olmayan, başkalarının ona bakarak bizim hakkımızda değerlendirmede bulunduğu  bir seyirlik nesne durumuna getirilir. Bu nedenle onun görünümünü, kokusunu, temizliğini, giydiklerini, formunu sürekli denetlemeli, moda olan değerler ne ise hiç vakit kaybetmeden uymalıdır. Bedenimiz genel yürütmesinin bizde olduğu ama anonim bir varlıktır. Ona karşı sorumluluğumuz aynı zamanda başkalarına karşı sorumluluğumuzdur.
“Yüzyıllar boyunca insanı bedene sahip olmadıklarına ikna etmeye çalışıldı. ( kaldı ki insanlar buna hiçbir zaman ikna olmamıştı ), günümüzde ise sistemli olarak insanları bedenleri olduğuna ikna etmekte ısrar ediliyor. İşte bun da tuhaf bir şey var. Beden kanıtın kendisi değil miydi? Öyle görünüyor ki hayır: Bedenin statüsü bir kültür olgusudur. Hangi kültür olursa olsun bedenle ilişkinin örgütlenme tarzı şeylerle ilişkinin örgütlenme tarzını yansıtır. Kapitalist bir toplumda özel mülkiyetin genel statüsü aynı zamanda bedene, toplumsal pratiğe ve bu pratiğin zihinsel temsiline de uygulanır”[2]
Bedene gösterilen özene ilişkin pratikler insan yaşamının önemli bir zamanını doldura birer boş zaman etkinliği işlevi görür, bedenin bir gösteri nesnesi olarak örgütlenmesi yoluyla imaja dayalı statüler elde edilmesine yarar, insanın şeyleşmiş niteliğini tamamlar, ve tüm bunlar dolayımıyla egemen sisteme bağlanmamızı kolaylaştırır. İnsanın bedeniyle, ona yabancılaşarak kurduğu bu ilişki siyasal ideolojilerin, kitle kültürünün, gündelik hayat ilişkilerinin yanında insanın egemen ideolojiye bağımlılaştırılması sürecinin bir öğesidir.
“Böylece “yeniden sahip çıkılan” beden kapitalist amaçlara bağlı olarak zaten bir yatırımdır: Başka bir şekilde söylenirse, eğer bedene yatırım yapılıyorsa, bu bedeni karlı kılmak içindir.[3] Bu bedene öznenin özerk ereksellikleri açısından değil, normatif bir haz ve verimlilik ilkesine, yönlendirilmiş bir üretim ve tüketim toplumunun kodu ve normlarına doğrudan endekslenmiş bir araçsallık zorlamasına göre sahip çıkılır. Başka bir şekilde söylenecek olursa, beden bir kültür varlığı gibi çekip çevrilir, düzenlenir, sayısız toplumsal statü göstergelerinden biri olarak güdümlenir.”[4]  
 Bu sürecin sonunda beden başkaları için bir seyirlik nesne olduğu kadar bizim için de tıpkı ortaçağdaki gibi bir tapım nesnesine dönüştürülür. Bize güç ilişkilerindeki konumuzu elde etmemizi sağlayan bedenimizin estetik özelliklerini korumamız için yapmamız gerekenler çileci bir ibadetin öğelerini taşır. Bizim dışımızdaki bir varlık gibi ona olan sevgi göstermemiz bize öğütlendikçe varılacak sonuç bir narsisizmdir. Beden etrafındaki pratiklerimiz tıpkı bir ibadet tavrıyla, törensel bir ciddiyetle gerçekleştirilir. bedenimizi kurtuluşa erdirmemiz için türlü acılar çekmemiz gerekir. Her gün düzenli olarak yıkanmalı; spor yapmalı; formumuzu korumak için yediklerimize dikkat etmeli; mümkünse doktor kontrolünde bir diyet programına uygulamalı;, cilt  bakımımızı yaparak pürüzsüzlüğümüzü, tazeliğimizi ve diriliğimizi korumalı; eğer yaşımız ilerlediyse gözaltı kremleri kullanmalı, selülite dikkat etmeli masaj yaptırmalı; ve sürekli doktor kontrolü altında genel sağlığımızı korumalıyız. Reklamların ve kitle iletişim araçlarının bu sürekli telkinlerini gerçekleştirmeye sadece parası da vakti de buna yetecek “mutlu bir azınlığın” ulaşabileceği açıktır. Ama kitle iletişim araçları herkese seslenmektedir. Bu yıldırıcı propagandadan etkilenmemek için çok açık bir bilince sahip olmak gerekir. Sonuçta  herkes bunların bir gereklilik olduğuna inandırılır. Eğer paramız yoksa o zaman üreticilerin buna da çaresi hazır: ürün farklılaştırması yoluyla aynı ürün kategorisinin daha ucuz ve düşük kaliteli bir versiyonu raflarda bizi bekler! Toplumun her kesimine seslenilir ve genel olarak tüketim ideolojisinden özel olarak da “eden stratejisi”in dogmalarından herkes nasibini alır.
Temizlik-güzellik ideolojisinin ayrılmaz bir öğesi olan parfümle ilgili bir örnekle konuyu sonlandıracağız. Bilindiği gibi güzel kokulara duyulan ilgi ve parfümcülük çok eskidir. Antik toplumlarda, sonra da Araplarda çok yaygındır. Ortaçağda aristokrasi parfümü beden temizliğinin bir aracı olarak görmekteydi. Banyo - daha açıkladığımız gerekçelerle - ortadan kalktıktan sonra temizlik sadece kuru bir bezle silinme ve parfümlenme olarak gerçekleştiriliyordu. Hem bedenin hem de mekanların pis kokularını bastırabilmek için en az onlar kadar ağır kokul hayvansal kökenli parfümler kullanılıyordu. Parfüm kullanımı Fransız devriminden sonra yeni bir boyut kazanır. Burjuvazi kendisini aristokrasiden ayırt edecek önemli bir simge olarak kullanmıştır parfümü. Aristokratik  yozlaşmanın simgesi olarak görülen ağır kokulu parfümlere karşılık, hoş, hafif kokulu çiçek kokuları yaygınlaşmıştır. Burjuvazi temizliğe önem verdiği için ağır kokular ayıp sayılıyordu. Çünkü ağır kokular vücut kirini gizlemeye yarar. Oysa burjuvalar temizliği ve doğallığı benimsemişlerdi. Fakat çiçek kokuları, diğer hayvansal kokular kadar kalıcı olmadığı için, onu kalıcılaştıracak bir çözüm olarak etil alkolle çiçek esansının karıştırılmasına dayalı modern anlamda parfümler üretilmiştir. 19. yüzyıl sonlarından itibaren bazı doğal esansların sentetik olarak yeniden üretilmesi gerçekleştirilmiştir. Ardından kimyadaki gelişmelerle birlikte tamamen sentetik kokuların seri üretimine geçilmiştir. Böylece parfümün lüks ürün yerine kitlesel tüketim ürünü olmasının yolu açılmıştır.
20. yüzyılda parfüm sanayinin en önemli desteği büyük modacılar olmuştur. Mevsime göre, modaya göre parfüm de yenilenir. Ancak parfümün piyasaya sürülmesi için geniş bir tanıtım kampanyası gerekir. Bu nedenle büyük bir modacının ismini taşıyan parfüm daha başarılı olur.
Yeni bir parfümün piyasaya sürülmesi her şeyden önce hedef kitlenin saptanmasıyla başlar. Bu olası hedef kitlenin taleplerine uygun bir parfüm yaratılır. Sonra bu parfüme atfedilecek özellikler saptanır. Yani parfümün konsepti oluşturulur. Bu parfümün ürün olarak ortaya çıkmasıyla iş bitmez. Parfümün “adı” ve “flakonu” da çok önemlidir. Flakon için bir tasarımcıya başvurulur. Bu tasarımcı parfümün konseptine uygun bir flakon tasarlar. Sonra tanıtım kampanyası sırasında o sıralarda piyasanın tanınmış starlarından biri seçilir ve reklam fotoğrafları, afişler, reklam filmleri yapılır ve ürünün pazarlamasına geçilir. Bu süreçte alıcıyı etkileyen parfümün kokusundan ziyade onun etrafında örülen söylemlerdir. Şişenin tasarımı, parfümün adı, reklam kampanyası, seçilen starın etkisi, ilişki halinde olunan moda kurumu  tüm bunlar parfümün piyasa başarısında  kokusundan çok daha önelidir. Alıcının parfüm yoluyla elde edeceği hazlar yalnızca kokusundan değil ardı sıra gelen bu süreçlerden kaynaklanır. yani ile parfümün koku ile imaj yaratma niteliği gerilemiş, onun  yerine marka, ambalaj ve reklam yoluyla yaratılan estetik imaj öne geçmiştir. Tıpkı kişinin görünümünün, onun bireysel kişiliğinin çok daha önünde olması gibi. Hemen belirtelim burarda meta ile beden arasında kurduğumuz bu ilişki bir benzerlik ilişkisi değil tam tamına nedensel bir ilişkidir: metalaşma sürecinin belirleyici neden, kişinin bedenini düzenleme biçiminin de sonuç olduğu bir ilişki.
Bir kez daha söylenebilir ki temizlik dahil tüm temel ihtiyaçlarımız rasyonel gerekçelerden hareket ettiği halde tatmin sürecinde bütünüyle irrasyonel noktalara varılır. Bu kapitalizmin kaçınılmaz doğasıdır. “Hijyenomania” adını verebileceğimiz saplantılar, ya da “bakteriofobi” adını verebileceğimiz korkular, ya da tamamen mantıksız bir beden sevgisine dönüşmüş narsisizm gibi olgular, kapitalist ilişkiler temelinde ortaya çıkan irrasyonalitelerdir.
Notlar:

1) Wolfgang Fritz Haug,  s. 24
2) Jean Baudrillard s. 155
3) Bedenin bu yatırım niteliği, bedenlerini eğlence endüstrisinin “bir üretim aracı” olarak kullananlarda ve sosyetede daha  da açık seçiktir. Sürekli, yapılan imaj yenilemeler, estetik ameliyatlar, hatta bedenin bütününün  ya da bir bölümünün sigortalattırılması gibi uygulamalar “sermayenin yeniden üretimidir. ”
4) Jean Baudrillard s. 158

Kaynaklar
 - Georges Vigarello, Temiz ve Kirli - Ortaçağdan Günümüze Vücut Bakımın Tarihi, çeviren: Zühre İlkgelen, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1996
- Ivan Illich, H2O - Unutmanın Suları, çeviren Lizi Behmoaras, İstanbul, Afa Yayınları, 1991
- Andrea Hurton, Parfümün Erotizmi - Güzel Kokuların Tarihi, çeviren: Mustafa  Tüzel, İstanbul, Kabalcı Yayınları, 1995
- Jean Baudrillard, “En Güzel Tüketim Nesnesi Beden” -  Tüketim Toplumu, çevirenler: H. Deliçaylı - F. Keskin, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1997
- Wolfgang F. Haug, Meta Estetiğinin Eleştirisi - Kapitalist Toplumda Görüntü Cinsellik ve Reklam, çeviren: Ayşe Gül, İstanbul, Spartaküs Yayınları, 1997
- Patrick Süskind, Koku (roman), çeviren Tevfik Turan, İstanbul, Can Yayınları, 1996, 6. Basım
- T. Adorno ve M. Horkheimer , “Bedene İlgi” - Aydınlanmanın Diyalektiği 2. Cilt, çeviren Oğuz Özügül, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1996

- Metin And, “Türk Hamamının ve Kültürümüzde ve Sanatımızda Yeri ve Önemi”, Ulusal Kültür Dergisi, Sayı 5, 1979

Anarşi kavramı

Bütün toplumsal ve psişik özgürleşmelerin ortak noktası, insanı birey ya da topluluk halinde tabi kılıp yönetilebilir bir varlığa indirgeyen...