1 Mart 1999 Pazartesi

Temizlik, Tüketim kültürü ve Beden Stratejisi


Avrupa’da temizlik kültürünün tarihi, modernleşme sürecinin, gündelik hayattaki akıldışı bir takım adetleri ortadan kaldırıp, yerine bilimin verilerinden yararlanan düzenlemeleri getirdiği dönüşümlerin iyi bir örneğidir. Bir başka deyişle temizlenme gibi günümüz insanının en akılcı, en temel gereksinimlerinden birinin karşılanabilmesi bile bir çırpıda değil, uzun bir maddi ve kültürel değişim sonucu akılcı bir temele kavuşmuştur. Ancak bu temele kavuşmuş olması fiili durumda da tam bir akılcılıkla gerçekleştirildiği anlamına gelmez. Hala temizlik asli gerekçelere dayanılarak değil, dış görünüşün estetikleştirilmesi amacının bir yan sonucu olarak yapılmaktadır. Temizlik davranışına bizi yönelten güdüleyici, duyusal bir gereksinim ve bilişsel bir kavrayıştan çok, toplumsal ortamın bize benimsettiği normlardan kaynaklanır. Bu normların ne derece akılcı olduğu genellikle tartışılmaz ve öylece kabul edilirler. Üstelik konuya biraz geniş bir açıdan bakınca, bu normların daha geniş bir dizgenin parçası olduğunu görürüz. Yani kibarlık, ahlaklılık, güzellik, bedenin estetize edilmesi gibi egemen kültürel değerler dizgesinin bir türevi olduğu açığa çıkar.
Gündelik hayat içerisinde insanlara temizliğin ne sıklıkla, nasıl,  hangi araçlarla yapılacağının bilgisi tıbbi bilimlere dayanılarak verilmemektedir. Bu konuda en fazla magazin kaynaklı bir takım küçük bilgi parçacıkları edinilmektedir. Halbuki temizliğin rasyonel bir uygulamasından bahsedebilmek için bu konudaki bilgilerinde rasyonelleşmiş ve sistemli bir şekilde halka sunulması gerekir. Halk arasında bu bilgiler hala deneyimlerin aktarılması yoluyla öğrenilmektedir.
Buna yürürlükteki normların oluşmasında, parfüm, sabun, şampuan, cilt temizleyiciler, makyaj malzemeleri,  gibi ürünleri üreten kozmetik ve kimya sanayinin; fitness, spor ve sağlık hizmet sektörlerinin ve moda sektörünün reklam amaçlı yayınlarının büyük etkisi vardır. Doğal olarak bu sektörlerin belirlediği normlar kendi taleplerini arttıracak yönde yani nesnel bilgi olanağından yoksun olacaktır. Yeni bir ürün yaratılırken bu ürünü kullanmanın insanlar için ne kadar sağlıklı olduğunu anlatan bir mitos yaratılır. Bu mitosun oluşumunda sağlık bilgisi de çarpıtılarak kullanılır. Böylece insanların buraya yönelmeleri sağlandıktan sonra tekrar tekrar empoze edilerek insanların kafasında yeni bir sağlık - temizlik - güzellik normu oluşturulur.
Günümüzde dış görünüşü estetikleştirmeye yönelik ürünlerle temizlik ürünleri arasındaki sınırlar kalkmıştır. Her temizlik ürününün sunuluşu sırasında ona eşlik eden bir estetik söylem de vardır. Artık yalnızca “sağlıklı olan” yoktur, “hem sağlıklı hem de güzel olan” vardır. Banyo artık sadece temizliğin mekanı aynı zamanda güzelliğin de mekanıdır. Banyo ve banyodaki eylemler genel bir “güzelleşme stratejisinin” alt evrelerinden yalnızca biri haline gelmiştir. İnsanların ayna karşısında geçirdikleri süre yıkanmak ve sağlıkları ile ilgili işler için harcanan süreden çok daha fazladır.
Aslında temizlik ile dış görünüş arasındaki ilişki eskiden beri varolan bir ilişkidir. Ortaçağda yada 18. Yüzyılda da temizlenmekten anlaşılan dış görünüşü genel kabullere uygun hale getirmekti. Zaten bu yüzden bedenin işlevsel bir temizliğinden çok, görünenin temizliğine dikkat ediliyordu. Fakat aradan geçen aşağı yukarı üç yüzyıllık sürede bu biçimsel ve işlevsiz temizlik anlayışından , giderek biçimselliği azalan ve işlevselleştirilmiş akılcı bir temizliğe geçilmiştir. Bunun son noktası da mikrobiyolojik bilgiye dayalı hijyen kavrayışının yerleşmesi ve banyonun gündelik sıradan bir iş halini almasıdır. Buna rağmen temizliğin biçimle ilgili yanı zayıflamamış tersine tüketim kültürünün gelişmesiyle birlikte çok daha başka formlara girerek görülmemiş ölçüde güçlenmiştir. Bunun asal nedeni tüm temizlik ve kozmetik ürünlerinin kitlesel endüstri ürünü olmasıdır. 
Değişime sokulan her endüstriyel ürünün kullanım değeri ve değişim değeri olarak bölünmüş yapısı, , tüm işleyiş amacı maksimum kar ve sermaye birikimi olan bu sistemde kaçınılmaz olarak, ürünün satılabilirliğinin en yüksek ölçüde gerçekleşmesidir. Bu ürünün piyasada talebini arttırabilmesi için alıcılarda bir meta arzusu yaratması gerekir. Bu arzuyu daha o metayı daha kullanmadan oluşturmanın tek yolu onun kullanım değerini vurgulamaktır. Daha doğrusu onun kullanım değerini ve onu tüketmekle müşterinin elde edeceği tatmini olabileceğinden daha fazlaymış gibi göstermek gerekir. Bu basit bir abartma yada malı müşterinin gözüne sokma değildir. Çok incelmiş psikolojik etkileme mekanizmaları kullanılarak yapılan bir işlemdir. Bu işlemle yalnızca o metayı veya aynı kategorideki metaları değil bir bütün olarak tüketim sistemini, hatta yaşadığımız hayat tarzını ve toplumsal sistemi meşrulaştıran, estetikleştiren genel ideolojinin mikro  ölçekteki dile gelişidir. Metanın dış görünüşü, ambalajı, sunuluşu ve reklam süreci, metanın estetize edilmesi yoluyla vaatlerde bulunmasıdır. Wolfgang Fritz Haug buna “meta estetiği” adını veriyor. En geniş anlamda meta estetiği - metanın duyusal algılanışı ve kullanım değerinin kavranışı - nesnenin kendisinden ayrılır. Görüntü metanın kendisinden bile daha önemli hale gelir. Çok yararlı olan ama öyle görünmeyen bir şey satılmayacaktır, bunun yanı sıra yararlı görünen bir şey de satılacaktır. Satış ve alış sisteminde estetik imge - metanın vaat ettiği kullanım değeri - satışın bağımsız bir değişkenidir. Pazara hakim olma sürecinde metanın estetik imgesinin teknolojiye dayanılarak kontrol edilmesi artık hayati bir sorundur.”[1] Tüm insan ilişkilerinin kapitalist üretim tarzının yapısınca belirlendiği modern toplumda, insanın birey olarak varlığı toplumsal süreçler karşısında etkisizleşmiştir. Sürekli ve yüksek gerilimli bir rekabet ve statü hiyerarşisi üreten bu toplumda insanın yaşamını sürdürebilmesinin tek koşulu bu ölüm kalım savaşına dahil olmaktır. Her yerde güç ilişkilerine girmek zorunda olduğu için de sahip olduğu gücünün çok daha üstünde görünmesini sağlayacak bir imaj sahibi olmalıdır. Bu imajın en önemli ve ayrılmaz bileşeni dış görünüştür. Tıpkı bir meta gibi dolaşım sürecine giren ve başkalarıyla rekabet halindeki bireyin estetik imgesi, güç ilişkilerindeki yerini almasında hayati önem taşır. Kişinin bir birey olarak özü değil bir “nesne” olarak biçimi dikkati çeker.
Dış görünüş ideolojisi, toplumda yaygın bir kabul gördüğü için kozmetik ve  moda gibi sektörlere düşen görev insan ilişkileri piyasasına bir meta olarak sokulan bedeni, daha fazla alıcı bulması için estetize etmektir.
Baudrillard’ın Tüketim Toplumu adlı kitabında özellikle vurguladığı bir nokta var: Ortaçağlarda, henüz dinin egemen ideoloji olduğu dönemlerde insanlara hep bedenin geçici olduğu, ruhlarını yüceltmeleri gerektiği bunun için de çileci bir şekilde ibadetlerini yapmaları gerektiği öğütlenirdi. Çağımızda ise “cinsel özgürleşme” söyleminin bir uzantısı olarak “bedenin yeniden  keşfi” çağrısı yapılıyor. Bu, modanın, reklamcılığın, kitle kültürünün ana temalarından biridir. Bedeni kuşatan sağlık, perhiz, tedavi kültü, gençlik, zariflik, erillik/dişillik saplantısı, bedenle ilgili bakımlar, hijyen mitosu, tüm bunlar bedenin kurtuluşu söyleminin parçalarıdır.
Tüm bu araçlarla bize bir tek bedenimiz olduğu, bedenimizi sevmemiz, onunla barışık olmamız, onun isteklerini yerine getirmemiz gibi şeyler öğütleniyor. Böylece bedenimiz adeta bizden ayrı bir varlık kazanır. Ama bizim denetimimizde olmayan, başkalarının ona bakarak bizim hakkımızda değerlendirmede bulunduğu  bir seyirlik nesne durumuna getirilir. Bu nedenle onun görünümünü, kokusunu, temizliğini, giydiklerini, formunu sürekli denetlemeli, moda olan değerler ne ise hiç vakit kaybetmeden uymalıdır. Bedenimiz genel yürütmesinin bizde olduğu ama anonim bir varlıktır. Ona karşı sorumluluğumuz aynı zamanda başkalarına karşı sorumluluğumuzdur.
“Yüzyıllar boyunca insanı bedene sahip olmadıklarına ikna etmeye çalışıldı. ( kaldı ki insanlar buna hiçbir zaman ikna olmamıştı ), günümüzde ise sistemli olarak insanları bedenleri olduğuna ikna etmekte ısrar ediliyor. İşte bun da tuhaf bir şey var. Beden kanıtın kendisi değil miydi? Öyle görünüyor ki hayır: Bedenin statüsü bir kültür olgusudur. Hangi kültür olursa olsun bedenle ilişkinin örgütlenme tarzı şeylerle ilişkinin örgütlenme tarzını yansıtır. Kapitalist bir toplumda özel mülkiyetin genel statüsü aynı zamanda bedene, toplumsal pratiğe ve bu pratiğin zihinsel temsiline de uygulanır”[2]
Bedene gösterilen özene ilişkin pratikler insan yaşamının önemli bir zamanını doldura birer boş zaman etkinliği işlevi görür, bedenin bir gösteri nesnesi olarak örgütlenmesi yoluyla imaja dayalı statüler elde edilmesine yarar, insanın şeyleşmiş niteliğini tamamlar, ve tüm bunlar dolayımıyla egemen sisteme bağlanmamızı kolaylaştırır. İnsanın bedeniyle, ona yabancılaşarak kurduğu bu ilişki siyasal ideolojilerin, kitle kültürünün, gündelik hayat ilişkilerinin yanında insanın egemen ideolojiye bağımlılaştırılması sürecinin bir öğesidir.
“Böylece “yeniden sahip çıkılan” beden kapitalist amaçlara bağlı olarak zaten bir yatırımdır: Başka bir şekilde söylenirse, eğer bedene yatırım yapılıyorsa, bu bedeni karlı kılmak içindir.[3] Bu bedene öznenin özerk ereksellikleri açısından değil, normatif bir haz ve verimlilik ilkesine, yönlendirilmiş bir üretim ve tüketim toplumunun kodu ve normlarına doğrudan endekslenmiş bir araçsallık zorlamasına göre sahip çıkılır. Başka bir şekilde söylenecek olursa, beden bir kültür varlığı gibi çekip çevrilir, düzenlenir, sayısız toplumsal statü göstergelerinden biri olarak güdümlenir.”[4]  
 Bu sürecin sonunda beden başkaları için bir seyirlik nesne olduğu kadar bizim için de tıpkı ortaçağdaki gibi bir tapım nesnesine dönüştürülür. Bize güç ilişkilerindeki konumuzu elde etmemizi sağlayan bedenimizin estetik özelliklerini korumamız için yapmamız gerekenler çileci bir ibadetin öğelerini taşır. Bizim dışımızdaki bir varlık gibi ona olan sevgi göstermemiz bize öğütlendikçe varılacak sonuç bir narsisizmdir. Beden etrafındaki pratiklerimiz tıpkı bir ibadet tavrıyla, törensel bir ciddiyetle gerçekleştirilir. bedenimizi kurtuluşa erdirmemiz için türlü acılar çekmemiz gerekir. Her gün düzenli olarak yıkanmalı; spor yapmalı; formumuzu korumak için yediklerimize dikkat etmeli; mümkünse doktor kontrolünde bir diyet programına uygulamalı;, cilt  bakımımızı yaparak pürüzsüzlüğümüzü, tazeliğimizi ve diriliğimizi korumalı; eğer yaşımız ilerlediyse gözaltı kremleri kullanmalı, selülite dikkat etmeli masaj yaptırmalı; ve sürekli doktor kontrolü altında genel sağlığımızı korumalıyız. Reklamların ve kitle iletişim araçlarının bu sürekli telkinlerini gerçekleştirmeye sadece parası da vakti de buna yetecek “mutlu bir azınlığın” ulaşabileceği açıktır. Ama kitle iletişim araçları herkese seslenmektedir. Bu yıldırıcı propagandadan etkilenmemek için çok açık bir bilince sahip olmak gerekir. Sonuçta  herkes bunların bir gereklilik olduğuna inandırılır. Eğer paramız yoksa o zaman üreticilerin buna da çaresi hazır: ürün farklılaştırması yoluyla aynı ürün kategorisinin daha ucuz ve düşük kaliteli bir versiyonu raflarda bizi bekler! Toplumun her kesimine seslenilir ve genel olarak tüketim ideolojisinden özel olarak da “eden stratejisi”in dogmalarından herkes nasibini alır.
Temizlik-güzellik ideolojisinin ayrılmaz bir öğesi olan parfümle ilgili bir örnekle konuyu sonlandıracağız. Bilindiği gibi güzel kokulara duyulan ilgi ve parfümcülük çok eskidir. Antik toplumlarda, sonra da Araplarda çok yaygındır. Ortaçağda aristokrasi parfümü beden temizliğinin bir aracı olarak görmekteydi. Banyo - daha açıkladığımız gerekçelerle - ortadan kalktıktan sonra temizlik sadece kuru bir bezle silinme ve parfümlenme olarak gerçekleştiriliyordu. Hem bedenin hem de mekanların pis kokularını bastırabilmek için en az onlar kadar ağır kokul hayvansal kökenli parfümler kullanılıyordu. Parfüm kullanımı Fransız devriminden sonra yeni bir boyut kazanır. Burjuvazi kendisini aristokrasiden ayırt edecek önemli bir simge olarak kullanmıştır parfümü. Aristokratik  yozlaşmanın simgesi olarak görülen ağır kokulu parfümlere karşılık, hoş, hafif kokulu çiçek kokuları yaygınlaşmıştır. Burjuvazi temizliğe önem verdiği için ağır kokular ayıp sayılıyordu. Çünkü ağır kokular vücut kirini gizlemeye yarar. Oysa burjuvalar temizliği ve doğallığı benimsemişlerdi. Fakat çiçek kokuları, diğer hayvansal kokular kadar kalıcı olmadığı için, onu kalıcılaştıracak bir çözüm olarak etil alkolle çiçek esansının karıştırılmasına dayalı modern anlamda parfümler üretilmiştir. 19. yüzyıl sonlarından itibaren bazı doğal esansların sentetik olarak yeniden üretilmesi gerçekleştirilmiştir. Ardından kimyadaki gelişmelerle birlikte tamamen sentetik kokuların seri üretimine geçilmiştir. Böylece parfümün lüks ürün yerine kitlesel tüketim ürünü olmasının yolu açılmıştır.
20. yüzyılda parfüm sanayinin en önemli desteği büyük modacılar olmuştur. Mevsime göre, modaya göre parfüm de yenilenir. Ancak parfümün piyasaya sürülmesi için geniş bir tanıtım kampanyası gerekir. Bu nedenle büyük bir modacının ismini taşıyan parfüm daha başarılı olur.
Yeni bir parfümün piyasaya sürülmesi her şeyden önce hedef kitlenin saptanmasıyla başlar. Bu olası hedef kitlenin taleplerine uygun bir parfüm yaratılır. Sonra bu parfüme atfedilecek özellikler saptanır. Yani parfümün konsepti oluşturulur. Bu parfümün ürün olarak ortaya çıkmasıyla iş bitmez. Parfümün “adı” ve “flakonu” da çok önemlidir. Flakon için bir tasarımcıya başvurulur. Bu tasarımcı parfümün konseptine uygun bir flakon tasarlar. Sonra tanıtım kampanyası sırasında o sıralarda piyasanın tanınmış starlarından biri seçilir ve reklam fotoğrafları, afişler, reklam filmleri yapılır ve ürünün pazarlamasına geçilir. Bu süreçte alıcıyı etkileyen parfümün kokusundan ziyade onun etrafında örülen söylemlerdir. Şişenin tasarımı, parfümün adı, reklam kampanyası, seçilen starın etkisi, ilişki halinde olunan moda kurumu  tüm bunlar parfümün piyasa başarısında  kokusundan çok daha önelidir. Alıcının parfüm yoluyla elde edeceği hazlar yalnızca kokusundan değil ardı sıra gelen bu süreçlerden kaynaklanır. yani ile parfümün koku ile imaj yaratma niteliği gerilemiş, onun  yerine marka, ambalaj ve reklam yoluyla yaratılan estetik imaj öne geçmiştir. Tıpkı kişinin görünümünün, onun bireysel kişiliğinin çok daha önünde olması gibi. Hemen belirtelim burarda meta ile beden arasında kurduğumuz bu ilişki bir benzerlik ilişkisi değil tam tamına nedensel bir ilişkidir: metalaşma sürecinin belirleyici neden, kişinin bedenini düzenleme biçiminin de sonuç olduğu bir ilişki.
Bir kez daha söylenebilir ki temizlik dahil tüm temel ihtiyaçlarımız rasyonel gerekçelerden hareket ettiği halde tatmin sürecinde bütünüyle irrasyonel noktalara varılır. Bu kapitalizmin kaçınılmaz doğasıdır. “Hijyenomania” adını verebileceğimiz saplantılar, ya da “bakteriofobi” adını verebileceğimiz korkular, ya da tamamen mantıksız bir beden sevgisine dönüşmüş narsisizm gibi olgular, kapitalist ilişkiler temelinde ortaya çıkan irrasyonalitelerdir.
Notlar:

1) Wolfgang Fritz Haug,  s. 24
2) Jean Baudrillard s. 155
3) Bedenin bu yatırım niteliği, bedenlerini eğlence endüstrisinin “bir üretim aracı” olarak kullananlarda ve sosyetede daha  da açık seçiktir. Sürekli, yapılan imaj yenilemeler, estetik ameliyatlar, hatta bedenin bütününün  ya da bir bölümünün sigortalattırılması gibi uygulamalar “sermayenin yeniden üretimidir. ”
4) Jean Baudrillard s. 158

Kaynaklar
 - Georges Vigarello, Temiz ve Kirli - Ortaçağdan Günümüze Vücut Bakımın Tarihi, çeviren: Zühre İlkgelen, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1996
- Ivan Illich, H2O - Unutmanın Suları, çeviren Lizi Behmoaras, İstanbul, Afa Yayınları, 1991
- Andrea Hurton, Parfümün Erotizmi - Güzel Kokuların Tarihi, çeviren: Mustafa  Tüzel, İstanbul, Kabalcı Yayınları, 1995
- Jean Baudrillard, “En Güzel Tüketim Nesnesi Beden” -  Tüketim Toplumu, çevirenler: H. Deliçaylı - F. Keskin, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1997
- Wolfgang F. Haug, Meta Estetiğinin Eleştirisi - Kapitalist Toplumda Görüntü Cinsellik ve Reklam, çeviren: Ayşe Gül, İstanbul, Spartaküs Yayınları, 1997
- Patrick Süskind, Koku (roman), çeviren Tevfik Turan, İstanbul, Can Yayınları, 1996, 6. Basım
- T. Adorno ve M. Horkheimer , “Bedene İlgi” - Aydınlanmanın Diyalektiği 2. Cilt, çeviren Oğuz Özügül, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1996

- Metin And, “Türk Hamamının ve Kültürümüzde ve Sanatımızda Yeri ve Önemi”, Ulusal Kültür Dergisi, Sayı 5, 1979

1 Şubat 1999 Pazartesi

Orta çağdan Günümüze Temizlik Kültürü


         Giriş

Gündelik yaşamımız boyunca gerçekleştirdiğimiz, artık otomatik bir hal kazanmış ve kaynağını düşünmediğimiz davranışlarımızın büyük bölümü modernleşme süreci ile ortaya çıkmıştır. Her gün son derece doğallıkla yaptığımız temizlik davranışlarımız bununla ilgili ölçütlerimiz yaklaşık üç yüzyıllık bir değişim sürecinde oluşmuştur. Modern temizlik ve hijyen ölçütlerinin ortaya çıkması ideolojik bir değişimi ve beraberinde bu temizliğin gerçekleştirilebilmesini olanaklı kılacak maddi alt yapıdaki değişimleri gerektirmiştir.
Her sabah yüzün yıkanması, günde defalarca el-yüz temizliği, saçların yıkanması, çamaşırların hemen her gün değiştirilmesi, giysilerin yıkanması, parfüm kullanımı, cilt temizleyici kozmetiklerin kullanımı ve bir bütün olarak bedenin yıkanması gibi artık gündelik hale gelmiş temizlik davranışlarımız, genellikle bize, birbirine bağlı tek bir temizlik davranışının doğal sonuçları gibi görünür. Halbuki saydığımız bu temizlik eylemlerinin her biri ayrı ayrı gelişmiş ve modernleşme sürecinde geniş bir görgü kuralları ve hijyen literatürüne yayılan görüş çatışmaları sonucunda gerçekleşmiştir. Öte yandan hemen belirtilmelidir ki temizlik konusunda bütün bu olup bitenler yalnızca toplumun üst sınıflarında yani saray eşrafı, aristokrasi ve yükselen burjuvazi içinde cereyan ediyordu. Bugünkü temizlik anlayışının halk arasında yaygınlaşması ise (en önemli ölçütü bedenin tümünün yıkanmasıdır) 19.yy ortalarında başlamış ve bugünkü düzeyine tam anlamıyla 20.yy başlarında ulaşabilmiştir.
Başlangıçta hijyen amacından farklı amaçlar güden temizlik davranışlarının bugünkü anlamda bütünleşmiş bir dizge oluşturması ve böylece  gündelik hayatımızın doğal uygulamaları haline gelmesi için bir diğer koşul da su dolaşımının kentsel altyapı hizmeti haline gelmesi, yani su dağıtımı ve kanalizasyon sisteminin gerçekleştirilmesidir. Bu da oldukça ciddi mühendislik sorunları doğurmuştur. Doğal olarak uygulanabilmesi modern sanayi kentlerinde olabilmiştir. Günümüzde banyosu, tuvaleti, lavabosu, suyu olmayan bir ev düşünülemez. Halbuki 150 yıl önce Avrupa'da en lüks konaklarda bile modern banyonun bir örneği bulunmuyordu. Bugün ise temizlikle ilgili çok geniş bir araç-gereç-aygıt çeşitliliği ortaya çıkmıştır. Özellikle  tıbbi bilimlerdeki gelişmeler sonucu hijyen anlayışının değişmesi bu çeşitliliği arttırmaktadır. Etrafımızı gün geçtikçe daha çok sayıda araç-gereç ve temizlik amaçlı kimyasallar sarmaktadır.
Sürecin beden temizliği ile bağıntılı olarak önem kazanan bir başka boyutu da mekan temizliğidir. Hem özel hem de kentsel mekanın temizliği gün geçtikçe daha da önem kazanıyor. Öyle ki sadece nesnelerin ve mekanların yüzeylerinin temizliği değil, dünyamızı saran atmosferin ve denizlerin temizliği de bizim için artık çok önem kazanmıştır. Bu nedenle yalnızca insan türünün varlığının sürekliliği değil doğal yaşamın sürebilmesi için de temizliğin gerektiği dikkatimizi çekmeye başlamıştır. 20.yy ortalarından başlayarak sanayinin, doğal dengeyi bozan atıkları doğaya vermesi bir kirlenme sorunu olarak tanımlanmaya başlamış ve temizlik kavramının içeriği daha da genişlemiştir. Öyle ki yalnızca tıbbı ve belediye hizmetlerini ilgilendiren bir kamu sağlığı kavramı da sınırlı kalmakta, temizlik anlayışı tüm doğal yaşam ortamını yani yerkabuğunu (biyosfer, atmosfer, hidrosfer gibi tabakaları) kapsayacak şekilde genişlemektedir. Bu durumda örneğin beden ve mekan temizliği için kullandığımız temizleyici maddelerin, doğaya ne kadar zararlı olduğu gibi konular gündeme gelmektedir. Öyleyse yeni temizlik anlayışı bu gibi sorunları da çözmelidir.
Tüm toplumsal yapıların-kurumların tarihselliği (yani geçiciliği) ne kadar doğruysa, bu toplumların ortaya attığı düşüncelerin, ideolojilerin, değerlerin ve normların tarihselliği de o kadar doğrudur. Siyasal düşünceler kadar gündelik hayatımızı düzenleyen normlarımız da tarihseldir. Bu, temizlik davranışı için de doğrudur. Temizlik uygulamalarının ve bu konudaki normların tarihi bize toplum tarihini verir. Başka bir deyişle temizlik davranışı da -tüm gündelik yaşamımız gibi- toplumsal sistemin bir izdüşümüdür. Öyleyse buradan çıkaracağımız birinci sonuç tüm bu normların tarihsel/geçici olduğu, ikinci sonuç da bu normların tam anlamıyla rasyonel olmayıp modern toplumun tüm çelişkilerinden payını aldığıdır. Yani bize son derece rasyonel gelen temizlik davranışımız, egemen ideolojinin gündelik hayat dolayımıyla etkisinden kurtulamaz. Bu nedenle temizlik davranışı gibi en sıradan davranışlarımız bile büyük sermaye gruplarının tüketim kültürü yoluyla manipüle ettiği bir davranış haline gelir. Yani kısacası, temizlik davranışımızda hem gerçek bir ihtiyacın rasyonel yollarla karşılanması boyutu hem de bu ihtiyacın dayandığı gerekçelerin abartılması yoluyla oluşturulmuş bir sahte ihtiyaçlar ağı yoluyla tüketimi arttırma amacı güden bir ideolojik boyut bulunmaktadır. Burada en büyük rol genel olarak iletişim araçlarında özel olarak da reklamcılık sektöründedir. Öyle ki bir "temizlik ideolojisi" oluşturulmakta ve insanlar, temizlik ürünleri, kozmetik ürünleri, sağlık hizmetleri gibi sektörlerce tüketim ağına çekilmektedir. Bu aşamada ortaya çıkan irrasyonelleşmiş bir temizlik anlayışıdır ve tüketim kültürüne dolayısıyla temizlikle bağlantılı tüm sektörlerin kasalarına hizmet eder.  Bu ikinci boyutun bir başka yönü de temizliğin, kişinin hem kendisinin hem de başkalarının sağlığı amacıyla gerçekleştirilen bir iş olmaktan çıkıp bir gösteriye dönüşmesidir. Özellikle burjuva ahlak anlayışı temizliğe de ahlaksal bir anlam yüklemiş ve "temiz olmak" toplumsal yaşama, egemen kültürün değerlerine "uyumlu" olmakla eş anlamlı hale gelmiştir. Tüm bunlar gündelik hayat pratiği içinde, farkında olmaksızın en temel ihtiyaçlarımız kullanılarak egemen sisteme bağımlılaştırılmamıza yol açar. Az önce sözünü ettiğimiz normların geçiciliği işte burada kendini gösterir. Günümüzdeki temizlik normlarının geçmiştekilerden çok daha rasyonel olduğu doğrudur. Ancak hala irrasyonel bir niteliğe de sahiptir. Geçmişe bakarak bugünkü davranışların kökenlerini bulmak, bu nedenle çok önemlidir.
Modernlik öncesi dönemlerde Avrupa ve diğer toplumlar arasında, temizlik konusunda ciddi farklar olduğu çok bilinen bir gerçektir. Genellikle ülkemizde, Türklerin ve Müslüman toplumların eskiden beri temiz oldukları, hatta Avrupalıların çok pis oldukları, temizliği Türklerden öğrendikleri gibi rivayetler vardır. Bu iki açıdan yanlış bir kanıdır. Birincisi geçmişi bugünkü değer yargıları ile değerlendirmek olur. Çünkü Türk ve Müslümanların sözgelimi suyla yıkanmaları bugünkü anlamda bir hijyen anlayışından kaynaklanmaz. Türk hamamlarında yıkanma çoğu zaman eğlence ile karışık bir görünüm sergiler. Aynı zamanda suya daha ziyade manevi anlamda bir "arıtıcı" gözüyle bakılmıştır. Bu ise bugünün mikropları arıtan suyundan farklı bir anlayıştır. Geçmişte, insanların zihninde suyun işlevleri ve vücut imgesi bugünkünden çok farklıydı. Bu nedenle Avrupalıları Türklerden daha "pis"  sayamayız. Ortaçağdan itibaren Avrupa'da su ile yıkanmamanın kendince haklı nedenleri vardı: Suyun, derinin gözeneklerini açarak dışarıdan gelecek hastalıkların  ve şeytani güçlerin girmesine yol açabileceğinden duyulan korku nedeniyle yıkanmıyorlardı. Ne kadar yanlış da olsa burada bir hijyen amacı vardır. Bilim öncesi dönemde, insanın düşleminin yarattığı kimi korkular kültürlere göre değişir. Buna bağlı olarak temizlik pratikleri de. İkinci yanlış da şudur: “Temiz olmak” bir milletin etnik özelliği olamaz, bu kültürel yapı ile ilgilidir. Üstelik geçmişte Türkler ve Müslümanlar ne kadar "temiz" olurlarsa olsunlar, bugünkü temizlik anlayışımızın kaynağı Batı rasyonalitesinin yarattığı temizlik normlarıdır. Bu da Avrupalıların temizliği Türklerden öğrendiği savına ters düşen bir realitedir. Avrupa rasyonel bir temizlik ve hijyen anlayışının temellerini atarak bunları evrensel normlar haline getirmiştir. Modern sanayi kapitalizminin tüm dünyada egemen sistem haline gelişi, gündelik hayatta da pek çok normun Avrupa'dan alınmasına yol açmıştır. Türkiye gibi modernleşmeye Avrupa’nın etkisi ile geçen toplumlarda batılı kültürel değerler hızla ulusal kültürü ortadan kaldırmakta ve kapitalizmin tekbiçimlileştirici etkisi kendini göstermektedir. Türkiye'deki kentlerde hemen hemen tüm konutlarda lavabo, "alafranga tuvalet" de denilen klozet, küvet ve duş gibi nesnelerin hepsi de batılı temizlik normlarından ne kadar yoğun etkilendiğimizin çok güçlü birer belirtisidir*. Geçmişte Avrupalılardan daha temiz olduğumuzu iddia etmek bugünün sorunlarını çözmeye katkısı olmayan şovence bir yaklaşımın uzantısı olarak kalıyor. Bu çalışmada Avrupa'nın temizlik kültürünün incelenmesinin nedeni bugün bu normların evrensel temizlik normları olarak tüm toplumlarda kabul görmüş olmasıdır. (Yine de Türklerin temizlik tarihi  ve hamam kültürü incelenmesi gereken ama bugüne kadar bu yönde hiç çalışma yapılmamış bir konudur.)

On altıncı Yüzyıldan Modern Döneme Temizlik Anlayışının Geçirdiği Değişimler

Antik Yunanlıların ve Romalıların çok görkemli hamamlar ve havuzlar yaptırdığı, Türk ve İslam Kültürünün de temizliğe verdiği önemden dolayı yine hamamların ve çeşmelerin gündelik yaşamın bir parçası olduğu hemen herkesin bildiği şeylerdir. Suyla temizlenme, çamaşırları yıkama, evsel ve kentsel mekanların temizlenmesi, beden temizliği ve dış görünüme verilen önem kültürel ortama ve tarihe göre değişmektedir. Buna göre adetler, gelenekler ve ritüeller oluşmuştur. Temizlik, salt insanın sağlığı, bedensel ve mekansal estetiği açısından gerçekleştirdiği akılcı bir eylem olmaktan çok, etrafında bir yığın ritüellerin örüldüğü, hemen her dönemde toplumsal sınıf, statü, kültür düzeyi gibi rolleri açığa çıkaran bir simgesel anlamlar bütünün içinde yerini alır. Bu nedenle gündelik hayattaki pek çok başka davranışımız gibi iletişimsel bir işlevi de vardır.
Modernleşme dönemi, temizlik konusundaki yanlış inançları ve bilgileri yerinden ederek, bilimin sağladığı verilerle daha akılcı bir temizlenme eyleminin yolunu açmıştır şüphesiz. Böylece evrensel hijyen kriterleri gelişmiş, bu kriterlere dayanarak, sınıf, statü, eğitim, gelir düzeyi ayırt etmeksizin hemen herkesin temizlik eylemini gerçekleştirmesi söz konusu olmuş, daha fazla hijyen koşullarının elde edilmesiyle insan sağlığının önemli ölçüde korunması sağlanmıştır. Özellikle modern kentlerde, herkesin kamusal mekanları kullanıyor oluşundan dolayı bu kriterler giderek daha çok yaygınlaşmaya başlamış ve kamu sağlığı anlayışı genel bir politika olmuştur. Bu gerçekten devrim sayılabilecek türden bir gelişmedir. Temizlik ve ilintili görgü kuralları, insanların sosyalleşme sürecinde öğrendikleri ilk bilgiler arasında yer alır. Buna bağlı olarak modern kültür sürecine girmiş tüm toplumlarda temizlik kriterleri nedeniyle insanın kendi bedenine uyguladığı denetim de artmıştır. Bu süreç çok uzun ve dolambaçlı yollardan geçerek günümüze gelmiştir.

**************

Çalışmasından büyük ölçüde yararlandığımız Georges Vıgarello Avrupa'da temizlik tarihinin 15. Yüzyıldan itibaren gelişimini inceler. Bu dönem ortaçağın sona ermeye başladığı ve modern toplumun oluşturucu temellerinin atıldığı dönemdir. Bu süreçte hem eski önyargılar hem de yeni düşünceler çağın temizlik anlayışını biçimlendirir.
Ortaçağ boyunca Avrupa toplumlarını tehdit eden en büyük düşmanlardan biri, başta veba olmak üzere salgın hastalıklardır. Hastalıkların yarattığı korkuya karşılık hastalığın kaynağının ne olduğunun bilinememesi insanların zihinlerindeki vücut imgesini biçimlendirmiştir. Dönemin anlayışına göre sıvı, basıncı ve sıcaklığı ile gözenekleri açar. Suyun derinin içine sızacağı bunun da dışarıdaki zehirli hastalık yapıcı maddelerin vücut içine girmesini kolaylaştıracağı düşünülürdü. Vücudu koruyan derinin dayanıksız olduğu düşünülürdü. Sıcaklık ve su deride çatlaklar ve yarıklar meydana getirir. Böylece hastalık bu çatlaklardan içeri girer. Bu çatlak ve yarıklar aynı zamanda vücudun içindeki sıvıların dışarı kaçmasına neden olur. İçine su giren vücut yalnızca bulaşıcı hastalığa değil, kirli havaya da, soğuğa da, ve bilinmeyen başka illetlere de açılmış demektir. Gözeneklerden insan vücudunun sıvıları aktığı için vücudun gücünün de kaçtığı düşünülürdü. İşte bu nedenlerle suyla yapılan banyonun insanı güçsüzleştirdiğine inanılır. Bu vücut imgesi çok uzun bir dönem temizlik anlayışını biçimlendirecektir. Daha önce varolan bir takım uygulamalar ortadan kalkacaktır. Ortadan kalkan en önemli uygulama hamamlar ve banyo adetidir.
Avrupa’da 16. yüzyıla kadar çarşı hamamlarının yaygın olduğu ve halkın her kesiminden insanlar için hamama gitmenin sıradan bir iş olduğu görülüyor. Kentlerde çarşı hamamları çok sayıda bulunurdu. 1292 yılında Paris’te bu işletmelerden 26 tane vardı. 13. Yüzyılda tellallar sokaklarda bağırarak hamamlara müşteri toplarlarmış. 15.yüzyılda da yaygın olmasına rağmen bu dönemden sonra hamamlar süratle ortadan kalkıyor ve 17. yüzyıl insanlarına geçmişin garip uygulamalarından biri olarak görünüyordu. Öte yandan hamamların ve yıkanmanın yaygın olduğu bu ilk dönemde de bugünkünü andıran bir hijyene rastlanmıyor. Bu dönemde hamamlara gitmenin tek amacı yıkanmak değildi. Kimi  yıkanır, kimi sıcak suyun buharı ile terler ve silinirdi. Yani hamama gitmek yıkanma olanağı varsa da ille yıkanmak demek değildi. Üstelik yıkanma söz konusu  olsa bile burada bir hijyen amacı yoktu. Yıkanmak  genellikle verdiği hazlarla birlikte düşünülen ya da eğlenme amacı güden bir işti. Zaten yıkanmanın sıklığı da bugünkü ile karşılaştırılamayacak kadar azdı. Hatta hamamlar özellikle 15. yüzyılda kadınlı erkekli eğlencelerin ve buluşmaların o kadar yaygın olduğu bir yer haline gelir ki dönemin kent yöneticileri buraları birer fuhuş yuvası olarak görür ve bazılarını kapattırmışlardır. Bu kapatma kararının alınması da hamamların kamusal gerekliliğinin kavranmadığının işaretidir. Demek ki o dönemin yöneticilerinin  gözünde de hamamla hijyen arasında bir bağ yoktur. Vigarello hamamların tarihinin, oyun eğlence ve zevkin tarihi ile çakıştığını dolayısıyla da yasadışı işlerin ve  suçun da mekanı  olduğunu belirtir.
 Hamama gidenlerin bir kısmı bu işi doktor tavsiyesi ile yapardı. Yani hijyenik bir temizlenme anlayışı yoktu, doktorlar hidroterapi amaçlı olarak bu tavsiyede bulunurlardı.
Ortadan kalkan bir diğer uygulama da ev hamamı idi. Soylular evlerinde hamam yaktırırlardı; su kullanımı sanki bir zenginlik gösterisiymiş gibi abartılırdı. Bunun yanı sıra soylu evlerinde hamam eğlenceleri düzenlenirdi. Böylece ev sahibinin cömertliği ortaya konurdu. Bu evlerdeki hamam eğlenceleri soylular arasında saygın bir yere sahipti. “Oyun, eğlence nedeniyle amacından saptırılmış bir yıkanma eyleminin sağlık için gerekli dayanaklardan başka bir çok kültürel dayanağı olacağı açıktır.”[1] Elbette hem ev hamamında hem de çarşı hamamında yıkanma vardır ama eğlenti ve suyun verdiği hazlar birinci plandadır, yıkanma ise bunların ikincil öğelerinden ancak bir tanesidir. “Hamamlar, çok daha sonra, bilim dalları kuracak, standartlar koyacak sağlık bakımı kuruluşlarının dengi yerler değillerdi. Her şeyden önce zevk dünyasının, o dünyanın çevresinin bir parçasıydılar.”[2]
Ancak yukarıda sözünü ettiğimiz korkular nedeniyle yıkanma 16. ve 17. yüzyıllarda terk edilince suyun törensel görkemi ve gösteriş öğesi olarak işlevi bahçelere, havuzlara, çeşmelere ve fıskiyelere aktarılacaktır. Böylece suyun temizlik nesnesi olarak işlevi ortadan kalkmakta onun yerine yalnızca göz zevki için işlev kazanmaktadır. Ivan Illich H2O adlı kitabında Romalılarda da suyun bu işlevinin çok büyük yer tuttuğunu belirtir. Roma şehirlerinde su kemerleri çok yüksek kapasitelerde su taşır öyle ki kişi başına düşen ortalama su miktarı günde 450 litredir. Bu rakam Illich’in belirttiğine göre 1850’lerde Avrupa’da modern su şebekesine sahip büyük şehirlerdekinden on kat daha çoktur. Fakat Roma’da bu suyun çok büyük bir bölümü abartılı bir şekilde gösteriş amacıyla kullanılıyordu. Kişisel temizlik için kullanılan su miktarı ise çok geride kalıyordu.[3] Zaten özellikle 14. Louis de Roma’nın bu görkemini taklit etmek amacıyla sarayına havuzlar hamamlar yaptırmıştır.
Bütün bunlardan da görüleceği gibi yıkanmanın ortadan kalkması suyun yetersizliğinden ya da aymazlıktan kaynaklanmamıştır. Korkuları birincil etkendir. Fakat bu korkuya dayanarak kolaylıkla ve hızla ortadan kalkmasında, yıkanmanın, yaygın olduğu dönemde de hijyenle çok ilintili olmadığı anlaşılıyor. Belirttiğimiz gibi 15. yüzyıla kadar varlığını sürdüren yıkanma bilinçli bir hijyen amacına dayanmamaktadır.
16. Yüzyıldan başlayarak su kullanımının terk edilmesi sanıldığının tam tersine insanların sağlıkları konusunda daha endişeli olmaya başlamalarından dolayı bir takım önlemlere yöneldiklerini gösteriyor. Bu durumu en çok etkileyen neden salgın hastalıkların yarattığı korkulardır. Vücudu kaplayan deri hakkında edinilen yanlış izlenim, giderek salgın hastalıkların yarattığı korkunun da ötesine geçerek yerleşik bir kanı haline gelmiştir. Bu da su kullanımının terk edilmesine yol açmıştır. Bu dönemden itibaren hijyene verilen önem, ilk bakışta beklenenin tersine daha çok artmıştır. Vücut bakımı, görgü kuralları, çocuk bakımı gibi konularda yazılmış kitapların sayısında büyük bir artış olmuştur. Vigarello’nun belirttiğine göre bu kitaplarda konuya gösterilen özen de artmış, kitaplar temizlik kurallarını ve uygulamalarını daha ayrıntılı ve açık bir dille anlatmaya başlamıştır. “Eldeki yazılı belgeler ...... gözden geçirilirse, hijyen gereklerinin 16. yüzyıldan başlayarak açıkça gerilediği sanılabilir. Su, kısmen ortadan kaybolmamış mıydı? Ancak daha dikkatli bir okuma, gerilemeden çok bir yer değiştirme olduğunu düşündürür...... Sanki temizlikle ilgili sakınımlar, ihtiyatlar daha güçlenmiş gibi metinler uzamış daha açık bir anlatım almıştır.”[4]
Bu dönemin kendi temizlik ölçütlerine göre temizliğin nasıl yapılacağı iyice saptanmıştır: temizlik kuru temizlik olarak yapılacaktır. Pek çok görgü kitabında kurallar çok açık seçiktir: Saçlar kısa kesilecek ve taranacak, pudra ve kepekle - yıkanmaksızın - yağlarından arındırılacaktır. Ağız çalkalanacak, dişler ovulacak, tırnaklar sekiz günde bir kesilecektir. Ellerin temizliği ve yüzün kuru beyaz bir bezle ovularak silinmesi üzerine çok sayıda ifade vardır. Bu kadar ayrıntılı anlatıma rağmen bedenin nasıl temizleneceği konusunda her hangi bir açıklama yoktur bu dönemde. Öyle anlaşılıyor ki bedenin sadece en çok görünen kısımlarının temizliği üzerinde durulmuştur. Tabii ki bu temizlik de sadece görüneni kurtarmaya yarar. Bu konudaki açıklamaları, nelerin giyilmesi gerektiği konusundaki açıklamalar tamamlar: Havaya karşı geçirgen ve dayanıksız bir vücut imgesi giyilenleri de belirlemiştir. Vücudun korunması için gözeneklerden zehirlerin girmesini engelleyeceği sanılan kalın ve sıkı dokunmuş kumaşlardan yapılmış giysilerin giyilmesi gerektiği düşünülüyordu. Gözeneklerin dışarıdaki havayla temasını tümüyle engellemeye yönelik çok sıkı ve kalın giysiler giyilmeliydi. Dönemin hijyen anlayışı modern hijyenden çok uzaktır. Fakat insanların konuya giderek artan bir ciddiyetle eğildiklerini de gösterir. 
Daha önceki dönemlerde ılıca ve kaplıcalarda sağlık amaçlı tedaviler önerilirken 16. yüzyıldan başlayarak bu uygulama da ortadan kalkmıştı. Vücuda dışarıdan sıvıların girerek iç dengeyi bozacağına öyle kuvvetli bir inanç vardı ki çok ender durumlarda yapılacak tedavi amaçlı yıkanmalardan bile korkuluyordu. Öte yandan suyun deriden içeriye girmesinin yaratacağı sarsıcı etkinin, sıvı dengesi bozulmuş vücutlarda tedavi edici olabileceği de düşünülmekteydi. Dönemin tıpçılarından biri şöyle demektedir: “Tıbbın gerektirdiği acil durum dışında yıkanma, insanlar için yalnızca gereksiz değil, aynı zamanda çok zararlı olabilir. Yıkanma vücudu doldurup onu, havanın kötü niteliklerinin baskısını alabilecek duruma getirerek harap eder.... Yıkanma, insanın başını buharla doldurur. Sinirlerin ve bağların düşmanıdır; çünkü bunları gevşetir.”[5] Benzeri düşünceler dönemin bir çok hekimi tarafından dile getirilmiştir.
Bu dönemde en önemli temizlenme biçimi kuru temizliktir. 16. Yüzyılın sağlık kitapları için en üstün temizlenme kuru ve beyaz bir bezle uzun uzun ovularak yapılarak yapılan temizlik ve parfümlenmedir. Kesinlikle yıkanmadan üstün tutulmaktadır. Sabahları ellerin ve yüzün soğuk suyla yıkanması ise hem temiz hem de kibar bir davranıştır. Su kullanımı sınırlanmıştır ama temizlenme edimi ortadan kalkmış değildir. Sadece farklılaşmış ve hatta ayrıntılandırılmıştır.
16. yüzyılda suyla yıkanmanın tümüyle terk edilmesine karşılık derli topluluk ve bakım kuralları giderek önem kazanmıştır. Bu dönemden itibaren 19. Yüzyılın sonlarında bizim bugünkü hijyen anlayışımızın temelleri atılıncaya kadar, temizlik hep yıkanmanın olmadığı bir eylem olarak kalacaktır. Ama giderek çeşitlenen, araçlar geliştiren, içeriye yani doğrudan tene yönelen bir temizlik anlayışının gelişmeye başladığı görülür. Bu da temizliğin gittikçe rasyonelleşmeye başlaması olarak değerlendirilebilir. Tüm bu dönem boyunca Avrupa’da vücut hiç yıkanmaz ama gittikçe yıkanmaya yaklaşılır.
Vücudun yıkanmaması ve kirlerin birikmesi doğal olarak bir takım asalakların (bit, pire, vb.) insanların üzerinde yaşamasına yol açacaktır. Çok çeşitli anlatımlardan, tablolardan da anlaşılır ki bu türden asalaklar insanlar tarafından gayet olağan karşılanırdı. Vücut asalakları o kadar günlük yaşamın içindedir ki bit ayıklamak bir çeşit sevgi gösterisi olarak görülüyordu. “Yatakta, ocak başında metresler aşıklarının bitlerini dikkatle ayıklardı. Hizmetçi efendisinin, kız annesinin, kayınvalide müstakbel damadının bitlerini ayıklarlardı. Eli bu işe daha yatkın bazı kadınlar bit ayıklamayı meslek edinmişlerdi.”[6] Bu alıntı ortaçağların sonunda insanların temizlik bakımından ne durumda bulunduğunu göstermesi bakımından oldukça ilginçtir. Özellikle insanların böyle bir şeyi kanıksamış olmaları ve bunu utanılacak bir sorun haline getirmemeleri bugünle karşılaştırıldığında temizliğin toplum yaşamındaki konumu açısından dikkate değerdir. Bugün beden temizliğine verilen önem o kadar artmıştır ki herhangi bir insanın toplum hayatına katılabilmesi ve kabul görmesinin birinci şartı genel  temizlik ölçütlerine uymasıdır.
Bu asalaklara karşı bu derece kanıksamanın nedeni, bunların pislikten kaynaklandığına ve dışarıdan geldiğine dair hiçbir kavrayışın olmamasındandır. Böyle bir anlayış, bunlardan kurtulmak için vücut temizliğinin gerekliliğini de ortadan kaldırmıştır. Yaygın inanışa göre bu yaratıklar yine vücut tarafından üretiliyordu. Bu yaratıklar vücudun içindeki ne olduğu bilinmeyen bazı maddelerin bozulmasından kaynaklanıyordu. Bu nedenle derinin temizliği ile bitlerin varlığı arasında hiçbir ilişki kurulmuyor, temizlikle hiçbir sonuç elde edilebileceğine inanılmıyordu. Vücudun bir takım kabuklarla kaplanması, bir yerlerden irinlerin akması, böceklerin üremesi gibi olgular, yalnızca vücudun iç işleyişinde bazı bozukluklar olduğunu gösteriyordu. Öyleyse yapılması gereken beslenmeye dikkat etmek idi. Bu belirtiler vücuttaki sıvıların bozulmasından kaynaklanıyorsa, kişinin yediklerine dikkat etmesi, sıvı içeren besinlerden uzak durması gerekmekteydi. Bu derece bir duyarsızlığa, ya da bugün için tamamen ilkel kalan bu bilgilere dayanarak temizliğin hiç olmadığı sonucuna varamayız. Vücut temizliği diye bir şey hiç yok değildir ama bugünkünden farklı bir temizliktir söz konusu olan. Uygarlık tarihi boyunca temizlik tutumu birden bire ortaya çıkmış değildir. İşte böyle aşamalardan geçilerek bugünkü temizlik anlayışına varılmıştır. Öyleyse geçmişten gerçekten devrimci bir kopuş yaşanmış olduğu halde, bugün sahip olduğumuz temizlik ölçütlerinin bile varılabilecek en son nokta olmadığını, bunların da bir süre sonra daha gelişmiş ölçütlerle yer değiştirebileceğini kabul etmemiz gerekir. Fakat bir yanlış anlamaya olanak vermemek için, daha gelişmiş hijyen ölçütlerinin bütünüyle “mikropsuz bir dünya” gibi bir ütopya olmadığı da belirtilmelidir. Böyle bir şey pratikte ne mümkündür ne de gereklidir.
Ortaçağın sonlarında yaygın olan temizlik anlayışı genel olarak yalnızca görüneni kapsıyordu. Antik dönemin tıp kitaplarına dayanan bu anlayış özellikle ellerin ve yüzün yıkanmasını yeterli görür. Burada istenen şey tehdit altındaki sağlığı korumak değil, sadece düzgün görünümlü, derli toplu olmaktır. Burada hijyenik değil ahlaki bir yükümlülük vardır. Zaten bu konudaki en eski kaynaklar sağlıkla değil görgü kurallarıyla ilgili olanlardır. Eski görgü kuralları vücudun en dış - görünen kısmı ile ilgilidir. Bu kurallar ortaçağdaki seçkin saraylı toplumu adetlerine dayanır. El yıkama özellikle vurgulanır. Ortaçağda sarayda ve soyluların evlerinde bulunan tek temizlik aleti “el yıkama  leğeni”dir. Sabah kalkınca el yıkamak soyluların arasında törensel bir boyut kazanmıştır.
Ortaçağda görünenin ağırlıklı yere sahip olması giysinin rolünü de belirlemiştir. Giysinin ya da vücudun temizliği ile ilgilenilmez ama giysilerin görkemi, parlaklığı, kabarıklığı kişinin yerini, statüsünü belli eden bir simge olarak çok önemlidir. Giyim kat kat kumaşların üst üste gelmesi ile oluşan bir yapıdır. Her katın, görünmese de oluşacak en dış görüntüye dolaylı bir etkisi vardır. Giyim üstteki ve alttaki kumaşların bir uyumudur. 13. yüzyıldan  beri gömlek “henüz o dönemde saklı kalacak olan ince kumaşlarla onları örten yünlü çuhayı karşı karşıya getirerek giyimde bir değişiklik yaratmıştır. Gömlek görünmezdi ama, giyinme gerek görünüm gerek yapıldığı kumaşlar bakımından, onunla bir çok katlılık kazanırdı. En içten en görünür kata yükselirken kumaşlar da en inceden en ağıra çıkmış olurdu. Gömlek ele kolay gelir, insanın derisi ile yün giysi arasında yumuşak bir çeşit astar oluştururdu.” Burada uzun uzun anlatılan iç gömleği Avrupa’da giyimin ve temizliğin gelişiminde yeni bir aşama oluşturur. Böylece iç çamaşırı dediğimiz giysi türü ve yeni bir temizlik ölçütüne varılır.
Başlangıçta iç gömleğinin temizlikle ilgisi yoktur. Fakat 16. Yüzyıldan başlayarak vücut temizliğinin en önemli unsuru haline gelmiştir. Başlangıçta gömlek kullanımı sınırlıdır. Doğrudan tenle temas eden ve teri çeken bu giysinin değiştirilme sıklığı çok düşüktür. Dikkat dış giysilerin görkemine yöneldiği ve iç gömleği de görünmediği için kişilerin sahip oldukları gömlek sayısı sınırlıdır: Bazen bir bazen de üç dört tane. Bunun parasızlıkla ilgisi yoktur, sadece gerekli görülmez, bu nedenle de üç beş ayda bir değiştirilir. Kişinin giyimle ilişkisi her şeyden önce biçimsel nitelikte olduğu için yüzeydekine, görünene önem verilir. Bazı temizlik kurallarına açıklık getirildiği halde gömlek değiştirmekten bahsedilmez. Doğrudan doğruya hijyenik bir temizlenme amacı gütmese de suyun verdiği rahatlama duygusu banyonun uygulamadan kalkmasıyla birlikte yitirilmiş olduğundan , banyonun bu işlevini gömlek devralır. Böylece gömlek değiştirmek, yıkanmanın yerini tutan bir temizlik kuralı haline gelir. Bu dönemin temizlik kuralları ile ilgili metinleri, çalışarak terlemiş bir insanın gömlek değiştirmesini öğütler. Giderek  gömleği değiştirerek vücudun kirinden, terinden kurtulmak yıkanmayla eşdeğer bir eylem haline gelir, o kadar ki 17. yüzyıl sonlarına doğru gömlek değiştirme sıklığı aristokrasi ve burjuvazide günde bir kaç defaya varmıştır. Artık temizlenmede merkezi rol çamaşır değiştirmek, temiz olmanın en önemli göstergesi de  çamaşırın beyazlığı olmuştur. İnsanın kendine uyguladığı baskı yavaş yavaş artmaktadır. Temizlenme artık yalnızca görünenle değil, görünmeyenle de ilgili hale gelmiştir. Aynı zamanda fiziksel bir duyarlık da gelişmeye başlamıştır.  Bütün bu süreçlerde su ile yıkanma yoktur, ancak ölçütler daha gelişmiştir. “Beyazın yenilenmesi vücudun mahremiyetine inerek pasağı yok etmektedir. Bunun etkisi suyun etkisi ile karşılaştırılabilir. Hatta çamaşır değiştirme daha emin, özellikle daha az tehlikelidir. Yıkanmanın uyandırdığı tedirginliklere, bu durumda bir de yararsızlığı ekleniyordu. Çamaşır, teri ve pislikleri tutardı. Çamaşır değiştirmek, aslında, yıkanmaktı.”[7] Tabii bu dönemde de temizlenmenin hijyen boyutu ile gösteri boyutu iç içedir. Gömleğin statüsünün  değişmesiyle beraber görünümü de değişmiştir. Eskiden sadece içeride saklı bir giysi iken şimdi elbisenin kenarlarından, yakalarından, kol ağızlarından dışarıya taşmaya başlamıştır. Çünkü çamaşırın beyazlığı kişinin temizliğinin işareti olmuştur. Artık gömleklere dantelli kol ağızları, yakalar eşlik etmeye başlamış ve bunlar elbisenin dışına iyice taşar hale gelmişlerdir. Böylece temizlik incelik ve zarafetle birleşmiştir. Gömleğin bu kadar önem kazanması vücut bakımına verilen önemin belirtisidir. Bir yandan kişinin mahremiyetine giren bir temizlik anlayışı yerleşmiş ama diğer yandan da temizliğin gösteriyle eşdeğer niteliği devam etmiştir. Ama daha hijyenik kurallar çerçevesinde. 
Temizliğin 16. yüzyılda kat ettiği bu yol 17. yüzyılda temizlik ile ahlak arasında daha güçlü bir ilişki kurulmasına yol açacaktır. Başka bir deyişle temizlikle hijyen arasında doğrudan bir ilişki kurmayan soyluluk dayanağını kibarlık ölçütlerinden ve ahlaktan alacaktır. Temiz sözcüğü özellikle soyluların dilinde, kibarlık soyluluk, ahlaklılık gibi nitelikleri anlatmaya yeterli hale gelmiştir. Tek başına “temiz” sözcüğü gözler önüne tam bir tablo sermeye yeterlidir artık. “Sanki temiz sözcüğü tek başına herkesin karı olamayacak bir tutumu, bir ince nezaketi belli etmeye yetermiş gibi. O sözcük, özel, önemli, seçkin bir yaşayış biçimini göstermektedir. Doğrudan doğruya ayırıcıdır.”[8] Temizlikle kibarlığın bu özdeşleştirilmesi dış görünüşün zarafetini de getiriyordu. Kibarlıktan nasibini almış insan, temiz, tertipli, iyi giyimli yani iyi biçilmiş ve modaya uygun giysi demekti. 17. yüzyıla gelindiğinde modayla temizlik birbirine karışmıştır. Temizlik her şeyden önce kurallara uyma demektir. Genel çizgiler ve derli topluluğun böylesine çakışması,ancak genel görünümün birincil rol oynamasıyla olabilmiştir. Temizliğin bu yeni tanımı Vigarello’ya göre olsa olsa onun, gösteri sanatının bir parçası olmasından kaynaklanıyordu: “Daha geniş olarak temizlik, çok ayrıntılı bir toplumsal tipin içinde yer alır; o tipin örneği de ayrıntılı gösterisi de saraydır. Amaç yalnızca göze batan giyim işaretleri vermek değildir; hemen hemen bilinçli olarak istenen, bir göz aldatmacası adeti yerleştirmektir. Sarayın sanatı açıkça bir gösteri sanatıdır.”[9] Dış görünüşe gösterilen bu ilginin sonucunda çehrenin biçimlendirilmesi de işin içine girer. Yüzlere makyaj yapılmaya ve saçların pudralanmasına başlanır. Uzun zamandır kurutucu olarak ve saçın temizlenmesi amacıyla kullanılan pudra artık bir kozmetik olarak kullanılmaya başlanmıştır. Hem saçın görünümünü güzelleştirdiği düşünülür hem de parfüm içerdiği için bu etkiyi pekiştirir. 
Saça sürülen pudranın bileşiminde kurutulup dövülmüş esanslar bulunurdu. Pudra kullanımının yaygınlaşması 17. yüzyılda parfümün de yaygınlaşmasını sağlar. Tıpkı pudra gibi parfüm de dış görünüş sanatında maskeleme işlevini sürdürür hatta bunun için örnek bir araçtır. Çünkü görünür işaretlere bağlı olmadığında daha da aldatıcıdır. Giysilere kokusu sinsin diye sandıklara tıka basa parfüm doldurulurdu. Parfüm bir 17. yy  icadı değildir. Ancak görünümün bu kadar önem kazandığı bir dönemde artık dış görünüşü oluşturma da - ya da bedeni estetize etmede diyelim - çok önemli bir rol oynar. Bu dönemden sonra giderek daha da yaygınlaşarak başlı başına bir endüstri kolu haline gelir.
Parfümün böylesine yaygınlaşmasında başka etkenlerde vardır. Tarihteki en eski kentlerden başlayarak uygarlığın odak noktaları oldukları kadar pisliğin de odak noktaları olmuşlardır. Çok büyük kitleleri barındıran kentlerde çöplerin ve lağımların yok edilmesi önemli bir sorundu. Ulaşım sistemleri,  kanalizasyon ve su dağıtım şebekeleri gibi alt yapıların kurulmaya başlamasına kadar da tüm kentler pislikle ve pis kokuyla baş başa yaşamaya alışıktı. Hem de kentlerin yalnızca yoksul mahalleleri değil bilakis saraylar ve zengin konakları da son derece iğrenç kokular üreten yerlerdi. Özellikle Paris her caddesinin balçıktan geçilmediği iğrenç kokular üreten bir şehirdi. Bundan dolayı Paris’e “lağım çukurlarının anfitiyatrosu” denilirmiş. Hem mekanların hem de bedenlerin kokusunu alt etmek amacıyla öncelikle Paris’in soyluları arasında son derece kuvvetli ve ağır parfümler kullanılmaya başlandı. Bu dönmede koku amaçlı sabun üretimi yaygınlaştı; çamaşırlar daha sık yıkanır ve parfümlenir oldu. Ağır ve yoğun parfümlerin çok yaygın kullanılmasının bir başka nedeni de parfümün havayı temizleyici ve hastalık etkenlerini ortadan kaldırıcı bir etkisi olduğuna inanılmasıdır. Sadece bununla da kalmaz, parfüm insanın doğrudan kendi bedeni üzerinde de bir takım olumlu etkiler bırakır. “Parfüm rahatlatır”, “vücudu güçlendirir”, “beyni harikulade biçimde yeniler”, “bozulmuş ve tehlikeli havayı düzeltir”, vb. Tıpkı burada olduğu gibi daha pek çok temizlik uygulamasında da yapılanı haklılaştırmak ve söylemi güçlendirmek için bir takım rivayetler uydurulur. “Görülüyor ki, maskeleme ve dış görünümü öne çıkarma sanatında parfüm karma bir oynar. Bu rol, başka bir kokuyu örtme ya da zevk verme ile sınırlı değildir. Bu, aynı zamanda, pek somut olarak “arındırma” rolüdür. Hatta görünüm gerçeklik gücü kazanır.”[10]
Buraya kadar saydığımız uygulamalarla birlikte modern temizlik anlayışının sınırına gelmiş bulunuyoruz. Şimdiye kadar ki uygulamalarda su kullanımı yoktur ama pek çok ayrıntılı temizlik kuralı geliştirilmiştir. Geriye  yalnızca vücudun tümünün hijyen amaçlı olarak yıkanması kalmıştır. Ancak bu da 17. yüzyılın sonlarından başlayarak 19. yüzyıl ortalarına dek sürecek dolambaçlı bir yoldur.
18. yüzyıl ortalarında veba ve benzeri hastalık salgınlarının üzerinden geçen uzun süre eski korkuları tümüyle değilse de büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Suyun deriden içeri sızarak bedeni etkileyeceği ve zayıf düşüreceği inancı hala sürmektedir. Bunun yanı sıra insan vücudunun o kadar  dayanıksız ve edilgen olmadığı suyun dayanılabilecek bir şey olduğu düşüncesi yerleşmeye başlamıştır. İhtiyati tedbirler alınmakla beraber suya girmek ve yıkanmak artık eskisi kadar korkulan bir şey değildir. Böylece çok yavaş da olsa banyo toplumun üst katmanları arasında yerleşiyordu. Bu kadar yavaş gelişmesinde suyun mekanik etkilerine süren inancın başat rolü vardı. Sıcak suyun vücudu gevşeteceğine ve yumuşatacağına; soğuk suyunsa kasları sertleştirip dirileştireceğine ve güçlendireceğine inanılıyordu. Geçen yüzyıl boyunca çamaşır değiştirme, silinme, parfümlenme, bölgesel olarak yıkanma gibi temizlenme adetleri vücudun duyarlığının artmasını da sağlamış böylece banyonun verdiği rahatlama, gevşeme duygusu daha bir kabul edilir olmuştur. Ancak burada hemen belirtelim, çok yavaş gelişen banyo alma eylemi henüz yalnızca verdiği hazlardan dolayı yapılıyordu. Zaman zaman sağlık gibi amaçlardan söz edilse de burada kastedilen tenin bakımı ve hijyen amaçlı bir sağlık değil, organların güçlendirilmesidir. Banyonun hazla ve zevkle özdeşleştirilmesi izleği genel olarak aydınlanma döneminin, duyuların ve beğeninin incelmesi izleğine bağlanır. Böylece temizliği kibarlık, incelik ve soylulukla özdeşleştiren soylular ek bir incelik sahibi olmuştur. Bu yeni adet nedeniyle soyluların evleri ek bir mekana kavuşmaya başlar: 1750’lerden sonra soylular arasında yaygınlaşan bir başka temizlik adeti “bide” adı da verilen bir çeşit lazımlığın kullanılmaya başlanmasıdır. Böylece  suyun yeni bir kullanılış biçimi gelişir. Her iki adet nedeniyle büyük konaklarda özel kişisel bir mekan anlayışı gelişmeye başlar. Temizlenme, süslenme ve yıkanma gibi eylemler için tuvalet kabinesi denilen özel alanlar ayrılır. Bu örnek önemlidir. Çünkü kişinin mahremiyetine önem verilmeye başladığını gösterir. Burjuva bireyciliğinin yükselişi ile temel temizlik eylemlerinin özel bir mekan edinerek gizlilik kazanması, başka bir deyişle utanma duygusunun gelişmesi aynı döneme denk gelir. “Kullanım yerleri, giyinme, temizlenme gibi, ayrı ayrı belirlenen odacıklar, o dönemdeki adıyla kabineler, özel hizmetleri de çoğaltmıştır. Birey, hareketleri eskisi kadar doğrudan doğruya gösterişe, başkalarına göstermeye yönelik olmadığından, kendi özüne zaman ayırmaktadır.”[11] Mahrem bir yıkanma yerinin varlığı yıkanmayı da kolaylaştıran bir unsur olmuştur.  Ve nihayet ev hamamı, içine girip yıkanılan küvet ve lavabolu giyinme odacığı 18. yüzyıl sonlarına doğru suyun kullanımının değiştiğini göstermeye başlamıştır.
Öte yandan bu dönemde soyluluğun gevşeme ve haz amaçlı sıcak banyosuna karşılık burjuva sınıfı arasında soğuk banyo savunulacaktır. Sıcak banyonun gevşetici özelliği, ve soyluluğun temizliği bir incelik gösterisi haline getirmesine karşı burjuvazi, güçlendirdiği ve dirilttiği düşünülen soğuk banyoyu öne çıkarmaktadır. Burada banyoya açıkça hijyenle ilgili bir işlev de yükleniyordu. Ama kastedilen yine de suyun deriyi temizlemesinden kaynaklanan bir hijyen değildir. Soğuk banyoyla ilgili olarak yaygınlaşan bu güçlendirme retoriğinin kaynağı elbette burjuvazinin soyluluğa karşı nefretidir. Burjuvazi için, lükse karşı basitle yetinme, gevşemeye karşı enerjik olma tercih edilen tutumlardı. Köhnemiş ve çökmeye yüz tutmuş aristokrasinin karşısında genç ve dinamik bir sınıfın ruh haline elbette uyuyordu bu söylemler.  İncelikler, kadınımsı ve yapay bir takım tavırlar, insanı gevşeten konak hamamı burjuvazinin gözünde birer soysuzlaşma işaretiydi. “Yararsız ve tehlikeli bir ayrıcalık gibi görülen sıcak hamam, çöken bir toplumun davranışı olarak geri çevriliyordu. O da bir simgeydi: bozan ve gevşeten aşırılıktı.”[12] Soğuk suyla yıkanma burjuvazi arasında yaygın olmaktan ziyade kuramsal olarak tartışılan bir sorundu. Elbette bir takım uygulamalar da vardı. Ancak sorun daha çok burjuvazinin kendi sınıfsal güçlerine duyduğu güvenle ilgiliydi. Burada önemli olan uygulamaya geçip geçmemesi değil, “toplumsal adetlerle vücudun güçlerini birbirine uyarlayan imgelerin” çok köklü bir değişime uğramış olmasıdır. Bundan böyle  burjuvazi için temizlik, görünümü kalıplaştıran bir takım adetlerden sıyrılıp görünümü özgür bırakan pratiklere yönelmek olacaktır. Aristokrasinin yapay ve görünüşe dayalı temizlik anlayışı terk edilecek ve derinin işleyişine rasyonel açıklamalar getirilecektir.
1700’lerin sonlarına doğru pudra, pomad, kola, boyanmış suratlar, takma saç gibi şeylerin eleştirisi yapılmaya başlanır. Yapaylığa yöneltilen bu saldırılar, aristokrasinin kasıntı ve yapmacıklı bulunan giyimini de hedef alacaktır. Bu yapay şeylere karşı doğal olanın savunusu öne çıkar. Parfümcülük alanında ağır kokular değil doğal çiçek kokuları yaygınlaşır. Yüzeysel görünüşe karşı gerçek temizlik öne çıkarıldığı için sağlık bakımı ile temizlik arasında yaklaşmanın temelleri atılmış olur.
Aynı dönemlerde kentlerdeki kötü kokuların sağlığa zararlı olduğu düşünüldüğünden bunların engellenmesi için önlemler alınmaya başlanır. Bu konudaki korku o kadar yaygındır ki mekanlardaki çöplerin, pis su kaynaklarının temizlenmesi kentin endişe verici kokulardan arındırılması ve “havalandırılması” için çareler aranmaya başlanır. Bunun için iki önlem alınır. Özellikle kötü koku kaynağı olduğu düşünülen yoksulların kalabalık olduğu kamusal mekanlarda insan yoğunluğunun azaltılmasına gidilir. Örneğin hapishanelerde ve hastanelerde bir yatağa iki kişinin yatırılması gibi uygulamalar kaldırılır. Hastalara kişisel çarşaflar verilir. İç çamaşırının değiştirilmesi halka da öğretilir. Halka temizlenme kurallarını öğreten kitaplar yayınlanır. “Sosyal yükselme artık daha büyük temizlik kurallarına bağlıdır. Yüksek tabakalara erişebilmek için her türlü beden kokusundan kurtulmak ve ocağının kokusuz olmasına özen göstermek gereklidir. Su, bundan böyle “kokan şey”in temizleme ilacıdır.”[13]
Burada bir hijyen düşüncesi vardır ama bu hala  tenin hijyen amaçlı temizlenmesi değil zararlı ve tehlikeli olduğu düşünülen kokudan kurtulma kaygısının yönettiği bir hijyendir. Hedefi de yoksulardır.
  Kent havasının temizlenmesi için alınan önlemlerden biri mezarlıkların kent merkezlerinden kent dışına nakledilmesidir, diğeri de sokakların suyla yıkanmasıdır. Suyun havayı temizleyeceğine inanılır. Bunun için kente suyun nasıl getirileceği yolunda projeler geliştirilir.
1780’lerden sonra yayınlanan tıp kitaplarında suyun kokuları ve hastalıkları önleyeceği belirtilmeye başlanır. Halk hamamları açılması önerileri gündeme getirilir. İşte böylece çok dolaylı yollardan gelinerek de olsa suyun beden temizliği amaçlı kullanımı yerleşir. Henüz her eve su dağıtımı ve özel ev banyolarından söz edilmez ama bunun temeli bir yandan halk hamamlarının yaygınlaşmasıyla diğer yandan da zenginlerin özel ev hamamı yaptırmalarıyla atılır. Fakat tekrar belirtelim burada asıl sorun kokulardan kurtulmaktır, hijyenik anlamda beden temizliği bu amacın gölgesinde kalır. Burada tekrar parfümcülükten yararlanılır ve insanın etrafını saran havayı denetlemesi için parfüm kullanımı daha da yaygınlaşır.
Yüzyılın bitiminde ev hamamı sayısı artar. Buna paralel olarak hem üst sınıflara hizmet eden lüks çarşı hamamları hem de halkın gittiği ucuz hamamlar açılır. Banyo yapma adeti seçkinler arasında giderek yaygınlaşırken diğer tarafta da banyonun yerini tutacak şekilde vücudun eller, ayaklar ve havayla daha çok temas halindeki yerlerinin yıkanması alışkanlıkları artar.
19. yüzyılın başlarından itibaren önemli bazı değişikliler olur ve bizim bugünkü hijyen anlayışımızın temelleri atılır: yüzyıl başlarında hijyen kelimesi yerleşir, hijyen el kitabı gibi isimlerde kitaplar yayınlanır. Hijyen artık sağlığı niteleyen bir sıfat olmaktan çıkmış, sağlığın bakımını kolaylaştıran düzenek ve bilgilerin toplamına verilen ad olmuştur. Tıp biliminin içinde başlı başına bir disiplin haline gelmiştir. Hijyen konulu metinlerde artık sabunun kirleri temizleyici özellikleri öne çıkarılır. Böylece banyonun amacı açıkça tanımlanır: “hijyen amaçlı banyo vücutta birikmiş kirleri temizlemek içindir”. 1830’lardan sonra ılık suyun üzerinde durulur banyoya yeni bir işlev yüklenir: banyo gözeneklerin açılmasını sağlar ve böylece deri solunum yapar, vücutta yakılan karbondioksitin deri yoluyla atılmasını kolaylaştırır. Burada termodinamik, kimya, biyoloji gibi bilimlerin deneysel bulgularının vücut konusunda yaratılmış hurafeleri ortadan kaldırmaya başladığını görüyoruz. Ancak uygulamada banyo bir çırpıda yaygınlaşmamıştır. Hala eski korkular sürmektedir. Örneğin başın yıkanması konusunda 1850’lerde bile çekingenlik sürüyordu. Tarak ve pudra ile saçları temizlemek en önde gelen saç temizleme yoluydu. Saçın şampuan kullanılarak yıkanmaya başlanması 1870’lere doğru olmuştur. 1800’lerin ortalarından sonra artık tıp kitapları hastalıklardan korunmak için banyo yapılmasının gereği üzerinde durmuşlardır. Suyun koruyucu işlevi artık yerleşmeye başlamıştır. 1832 yılında Paris’teki kolera salgını,  kent yöneticilerinin, su dağıtım şebekelerinin kurulması yönündeki çabalarını hızlandırmıştır. Bu tasarı sayesinde suyun tutumlu bir şekilde kullanılması alışkanlığının da terk edilmesi amaçlanmaktaydı. Modern kent su dağıtım şebekesi ve kanalizasyondan oluşan bir altyapının üzerinde yükseliyordu. Aynı tarihlerde kentin içinde kamu hizmeti vermeyi amaçlayan hamamlar yapılmaya başlanır. Beraberinde başlangıçta zengin konutlarda olmak üzere ev banyosu yapılmaya başlanır. 1880’lere gelindiğinde artık burjuvazinin apartman dairelerinde de banyo vardır.
19.yüzyılın temizliğinde en önemli unsur temizliğe ahlaki olarak büyük bir anlam verilmesidir. “Kir kötülüğün üniformasından başka bir şey değildir.” Bununla hedef alınan kitle tabii ki kentlerin yoksul halkıdır. Kirlilikle kötülüğün bu özdeşleştirilmesi kent yoksullara hijyenin burjuvazi tarafından yukarıdan dayatılması olmuştur. Burjuvazinin kamu sağlığı ya da halk hamamları gibi projelerinin ardında insan sevgisi değil, yoksulların pisliği ile ahlaksızlığın özdeş görülmesidir. Yoksullar için “eğitici” bir takım kitaplar yayınlanır, onlar için asgari temizlik ölçütleri belirlenir. Burjuvazi temizliğin dostu bir halkın düzen ve disiplinin de dostu olacağını vaaz eder. 1852’de Fransa İmparatoru III. Napolyon çok gösterişli bir şekilde bedava veya çok ucuz çarşı hamamlarının açıldığını ilan eder.
Ama temizlik tarihinin en önemli gelişmelerinden biri 1870-80’lerden beri Pasteur’un mikrobiyolojisinin yaptığı değişimdir. Açıklamasını Pasteur’un yaptığı bakteriyolojik evren, yıkanma hakkındaki düşünceleri kökten değiştirmiştir. Artık yıkanmanın hedefi gayet açıktır: Görülmese de varlığı bilinen mikropları temizlemek. Bu ilk dönemlerde yine bir abartı vardı. Bu görünmeyen canavarların çok tehlikeli olduğu ve vücudu her an ele geçirebilecekleri savıydı. Bu sav dönemin hijyencileri tarafından 1900’lü yıllarda da savunulacaktır. Buna karşılık yıkanmanın daha sık yapılmasını isteyeceklerdir. Ellerin gerektiği her zaman yıkanması, ağız ve diş temizliği gündeme gelir. Okullar gibi alanlarda da yeni davranış kuralları benimsenecektir.
“Bugünkü hijyenin öncülünün, geçen yüzyılın sonunda kaleme alınmış metinler tarafından sağlandığı anlaşılıyor. Fakat, o metinler bunu bir çeşit felaket edebiyatı ile birlikte yapmışlardır.  Bunu herhalde Pasteur’un buluşlarının yarattığı heyecanla açıklayabiliriz.”[14] Hatta bu dönemin hijyen anlayışında mikrop konusu öylesine abartılır ki bilim kurgu edebiyatında mikropsuz ütopyalar ortaya çıkmaya başlar. Fakat bunlar bir yana gerçekten de hastalıkların bulaşma mekanizmaları ve korunma önlemleri öğrenilince salgın hastalık oranında düşme eğilimi görülmüştür. Bu konularda bilgi birikimi arttıkça mikroptan duyulan korkunun abartılmaması gerektiği de kavranmıştır. Ancak yine de hijyenciler gerçekliğin dışına taşıp tehlikeyi olduğundan daha büyük göstermeye devam etmişlerdir.
1950’lere gelindiğinde hijyenciler artık yıkanmanın sıklığı ile sağlıklı olma arasında bir doğru orantı kurmayı bırakmışlardır. “seyrek yıkanan bir kimse tam sağlıklı olabilir ya da kendisinde görülen hastalık yerel kalabilir veya önemsiz olabilir, ama, herhalde, şunları kabul etmek gerekir: Birincisi sadece kirli insanların kötü koku ve görünümleri için bile olsa, temiz olma toplumsal bir gerektir; ikincisi, insanın ruhsal durumları vücut temizliğinin etkisi altındadır...”[15] Buradan da anlaşılacağı gibi 19. yüzyıl sonundan kalan hijyen anlayışı fizyolojinin gereklerinden çok psikolojik ve toplumsal gereklere dayanır. Bütün bunların sonucunda banyo odası 1900’lerin apartman dairesinde yaygınlaşır. Buna havagazı dağıtımı sayesinde şofbenin kullanımı da eklenir. Tüm bu temizlik tarihi boyunca kişinin kendi üzerindeki öz baskılarının adım adım artışına tanık oluruz. Yavaş yavaş kararsız örnekler izleyerek gelişen bu süreçte nihayet günümüzün rasyonel amaçlara dayalı temizliğine ulaşılır.
Bugün temizlenme davranışın merkezinde psikolojik bir süreç ağırlıklı olarak yer almaktadır. Kişinin temizliği bir yandan tamamen mahrem bir eylem haline gelmiştir bir yandan da sanki kolektif bir göz tarafından gözetlenmektedir. Burada reklamların “kendinize bakınız” türünden tüketime yönelik düşlerin kendini daha iyi hissetme yolunda gösterilen özenin etkisi çok büyüktür. “Ayrıca bunlara ‘daha iyi yaşama’nın kuralları gereği diye sunulan, düşle gerçek arasındaki ince karışımları sürdürebilmeyi amaçlayan birçok madde ve nesne de eklenmiştir.  Reklamcılar, karmaşık, büyüyü andıran kimyasal cambazlıkları ile, yıkanma eyleminin içinde atlarını oynatırlar. Yıkanma onların elinde onlara tabii bir şeydir. Onların verdiği biçimi, görünümü alır. Emek sonucu, dikkatle yapılmış hijyen açıklamalarının yerini artık kişiselleştirilmiş değerler, bir çeşit hazcılığın -çoğu zaman ısmarlama olarak- öne çıkarılması almıştır. Günümüzün temizliğinin daha iyi anlaşılması için dikkatleri çağdaş bireyciliğin ve tüketim olaylarının üzerine çevirmek gerekir. Herhalde, o temizlik, burada anlattığımız temellerin uzağına kaçmıştır, hatta bazen onlara tepeden bakıp alay etmektedir.”[16]
Vigarello’nun da belirttiği gibi modern temizlik anlayışı bir yığın uğraş ve zorluktan sonra rasyonel bir temizlik anlayışına ulaşmıştır ama ulaştığı andan itibaren de tüketim kültürünün etkisi altında abartılı bir boyut kazanmış ve nesnel dayanaklarını yitirerek yeni bir irrasyonelliğe varılmıştır. Bugünün temizlik alışkanlıklarının, bu irrasyonellikler dikkate alınmadan açıklanması ancak varolanı haklılaştırmaya yarayan bir saptırma olur.

Şubat 1999



* Bu nesnelerin adları bile çoğunlukla Fransızca dan dilimize geçmiştir.



[1] Georges Vigarello, Temiz ve Kirli/ Ortaçağdan Günümüze Vücut Bakımının Tarihi, çeviren: Zühre İlkgelen, İstanbul , Kabalcı Yayınevi, 1996, s. 43
[2] Aynı yerde, s. 51
[3] Ivan Illich, H2O, çeviren: Lizi Behmoaras, İstanbul, Afa Yayınları, 1991, s. 46-48
[4] Vigarello,a.g.y. , s. 33
[5] Aynı yerde s. 25
[6] Aynı yerde s. 60
[7] Aynı yerde s. 85
[8] Aynı yerde s. 113
[9] Aynı yerde s. 116
[10] Aynı yerde s.124
[11] Aynı yerde s.153
[12] Aynı yerde s. 165
[13] Ivan Illich, a.g.y., sf. 71
[14] Vigarello, a.g.y., s. 276
[15] Aktaran Vigarello, a.g.y. s. 285
[16] Aynı yerde, s. 299

Kaynaklar

 - Georges Vigarello, Temiz ve Kirli - Ortaçağdan Günümüze Vücut Bakımın Tarihi, çeviren: Zühre İlkgelen, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1996
- Ivan Illich, H2O - Unutmanın Suları, çeviren Lizi Behmoaras, İstanbul, Afa Yayınları, 1991
- Andrea Hurton, Parfümün Erotizmi - Güzel Kokuların Tarihi, çeviren: Mustafa  Tüzel, İstanbul, Kabalcı Yayınları, 1995
- Jean Baudrillard,En Güzel Tüketim Nesnesi Beden” -  Tüketim Toplumu, çevirenler: H. Deliçaylı - F. Keskin, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1997
- Wolfgang F. Haug, Meta Estetiğinin Eleştirisi - Kapitalist Toplumda Görüntü Cinsellik ve Reklam, çeviren : Ayşe Gül, İstanbul, Spartaküs Yayınları, 1997
- Patrick Süskind, Koku (roman), çeviren Tevfik Turan, İstanbul, Can Yayınları, 1996, 6. Basım
- T. Adorno ve M. Horkheimer , “Bedene İlgi” - Aydınlanmanın Diyalektiği 2. Cilt, çeviren Oğuz Özügül, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1996
- Metin And, Türk Hamamının ve Kültürümüzde ve Sanatımızda Yeri ve Önemi, Ulusal Kültür Dergisi, Sayı 5, 1979

Anarşi kavramı

Bütün toplumsal ve psişik özgürleşmelerin ortak noktası, insanı birey ya da topluluk halinde tabi kılıp yönetilebilir bir varlığa indirgeyen...