Giriş
Gündelik yaşamımız boyunca
gerçekleştirdiğimiz, artık otomatik bir hal kazanmış ve kaynağını
düşünmediğimiz davranışlarımızın büyük bölümü modernleşme süreci ile ortaya
çıkmıştır. Her gün son derece doğallıkla yaptığımız temizlik davranışlarımız
bununla ilgili ölçütlerimiz yaklaşık üç yüzyıllık bir değişim sürecinde
oluşmuştur. Modern temizlik ve hijyen ölçütlerinin ortaya çıkması ideolojik bir
değişimi ve beraberinde bu temizliğin gerçekleştirilebilmesini olanaklı kılacak
maddi alt yapıdaki değişimleri gerektirmiştir.
Her sabah yüzün yıkanması,
günde defalarca el-yüz temizliği, saçların yıkanması, çamaşırların hemen her
gün değiştirilmesi, giysilerin yıkanması, parfüm kullanımı, cilt temizleyici
kozmetiklerin kullanımı ve bir bütün olarak bedenin yıkanması gibi artık
gündelik hale gelmiş temizlik davranışlarımız, genellikle bize, birbirine bağlı
tek bir temizlik davranışının doğal sonuçları gibi görünür. Halbuki saydığımız
bu temizlik eylemlerinin her biri ayrı ayrı gelişmiş ve modernleşme sürecinde
geniş bir görgü kuralları ve hijyen literatürüne yayılan görüş çatışmaları
sonucunda gerçekleşmiştir. Öte yandan hemen belirtilmelidir ki temizlik
konusunda bütün bu olup bitenler yalnızca toplumun üst sınıflarında yani saray
eşrafı, aristokrasi ve yükselen burjuvazi içinde cereyan ediyordu. Bugünkü
temizlik anlayışının halk arasında yaygınlaşması ise (en önemli ölçütü bedenin
tümünün yıkanmasıdır) 19.yy ortalarında başlamış ve bugünkü düzeyine tam
anlamıyla 20.yy başlarında ulaşabilmiştir.
Başlangıçta hijyen amacından
farklı amaçlar güden temizlik davranışlarının bugünkü anlamda bütünleşmiş bir
dizge oluşturması ve böylece gündelik
hayatımızın doğal uygulamaları haline gelmesi için bir diğer koşul da su
dolaşımının kentsel altyapı hizmeti haline gelmesi, yani su dağıtımı ve
kanalizasyon sisteminin gerçekleştirilmesidir. Bu da oldukça ciddi mühendislik
sorunları doğurmuştur. Doğal olarak uygulanabilmesi modern sanayi kentlerinde
olabilmiştir. Günümüzde banyosu, tuvaleti, lavabosu, suyu olmayan bir ev
düşünülemez. Halbuki 150 yıl önce Avrupa'da en lüks konaklarda bile modern
banyonun bir örneği bulunmuyordu. Bugün ise temizlikle ilgili çok geniş bir
araç-gereç-aygıt çeşitliliği ortaya çıkmıştır. Özellikle tıbbi bilimlerdeki gelişmeler sonucu hijyen
anlayışının değişmesi bu çeşitliliği arttırmaktadır. Etrafımızı gün geçtikçe
daha çok sayıda araç-gereç ve temizlik amaçlı kimyasallar sarmaktadır.
Sürecin beden temizliği ile
bağıntılı olarak önem kazanan bir başka boyutu da mekan temizliğidir. Hem özel
hem de kentsel mekanın temizliği gün geçtikçe daha da önem kazanıyor. Öyle ki
sadece nesnelerin ve mekanların yüzeylerinin temizliği değil, dünyamızı saran
atmosferin ve denizlerin temizliği de bizim için artık çok önem kazanmıştır. Bu
nedenle yalnızca insan türünün varlığının sürekliliği değil doğal yaşamın
sürebilmesi için de temizliğin gerektiği dikkatimizi çekmeye başlamıştır. 20.yy
ortalarından başlayarak sanayinin, doğal dengeyi bozan atıkları doğaya vermesi
bir kirlenme sorunu olarak tanımlanmaya başlamış ve temizlik kavramının içeriği
daha da genişlemiştir. Öyle ki yalnızca tıbbı ve belediye hizmetlerini
ilgilendiren bir kamu sağlığı kavramı da sınırlı kalmakta, temizlik anlayışı
tüm doğal yaşam ortamını yani yerkabuğunu (biyosfer, atmosfer, hidrosfer gibi
tabakaları) kapsayacak şekilde genişlemektedir. Bu durumda örneğin beden ve
mekan temizliği için kullandığımız temizleyici maddelerin, doğaya ne kadar
zararlı olduğu gibi konular gündeme gelmektedir. Öyleyse yeni temizlik anlayışı
bu gibi sorunları da çözmelidir.
Tüm toplumsal
yapıların-kurumların tarihselliği (yani geçiciliği) ne kadar doğruysa, bu
toplumların ortaya attığı düşüncelerin, ideolojilerin, değerlerin ve normların
tarihselliği de o kadar doğrudur. Siyasal düşünceler kadar gündelik hayatımızı
düzenleyen normlarımız da tarihseldir. Bu, temizlik davranışı için de doğrudur.
Temizlik uygulamalarının ve bu konudaki normların tarihi bize toplum tarihini
verir. Başka bir deyişle temizlik davranışı da -tüm gündelik yaşamımız gibi-
toplumsal sistemin bir izdüşümüdür. Öyleyse buradan çıkaracağımız birinci sonuç
tüm bu normların tarihsel/geçici olduğu, ikinci sonuç da bu normların tam
anlamıyla rasyonel olmayıp modern toplumun tüm çelişkilerinden payını
aldığıdır. Yani bize son derece rasyonel gelen temizlik davranışımız, egemen
ideolojinin gündelik hayat dolayımıyla etkisinden kurtulamaz. Bu nedenle
temizlik davranışı gibi en sıradan davranışlarımız bile büyük sermaye
gruplarının tüketim kültürü yoluyla manipüle ettiği bir davranış haline gelir.
Yani kısacası, temizlik davranışımızda hem gerçek bir ihtiyacın rasyonel
yollarla karşılanması boyutu hem de bu ihtiyacın dayandığı gerekçelerin
abartılması yoluyla oluşturulmuş bir sahte ihtiyaçlar ağı yoluyla tüketimi
arttırma amacı güden bir ideolojik boyut bulunmaktadır. Burada en büyük rol
genel olarak iletişim araçlarında özel olarak da reklamcılık sektöründedir.
Öyle ki bir "temizlik ideolojisi" oluşturulmakta ve insanlar,
temizlik ürünleri, kozmetik ürünleri, sağlık hizmetleri gibi sektörlerce
tüketim ağına çekilmektedir. Bu aşamada ortaya çıkan irrasyonelleşmiş bir
temizlik anlayışıdır ve tüketim kültürüne dolayısıyla temizlikle bağlantılı tüm
sektörlerin kasalarına hizmet eder. Bu
ikinci boyutun bir başka yönü de temizliğin, kişinin hem kendisinin hem de
başkalarının sağlığı amacıyla gerçekleştirilen bir iş olmaktan çıkıp bir
gösteriye dönüşmesidir. Özellikle burjuva ahlak anlayışı temizliğe de ahlaksal
bir anlam yüklemiş ve "temiz olmak" toplumsal yaşama, egemen kültürün
değerlerine "uyumlu" olmakla eş anlamlı hale gelmiştir. Tüm bunlar
gündelik hayat pratiği içinde, farkında olmaksızın en temel ihtiyaçlarımız
kullanılarak egemen sisteme bağımlılaştırılmamıza yol açar. Az önce sözünü
ettiğimiz normların geçiciliği işte burada kendini gösterir. Günümüzdeki
temizlik normlarının geçmiştekilerden çok daha rasyonel olduğu doğrudur. Ancak
hala irrasyonel bir niteliğe de sahiptir. Geçmişe bakarak bugünkü davranışların
kökenlerini bulmak, bu nedenle çok önemlidir.
Modernlik öncesi dönemlerde
Avrupa ve diğer toplumlar arasında, temizlik konusunda ciddi farklar olduğu çok
bilinen bir gerçektir. Genellikle ülkemizde, Türklerin ve Müslüman toplumların
eskiden beri temiz oldukları, hatta Avrupalıların çok pis oldukları, temizliği
Türklerden öğrendikleri gibi rivayetler vardır. Bu iki açıdan yanlış bir
kanıdır. Birincisi geçmişi bugünkü değer yargıları ile değerlendirmek olur.
Çünkü Türk ve Müslümanların sözgelimi suyla yıkanmaları bugünkü anlamda bir
hijyen anlayışından kaynaklanmaz. Türk hamamlarında yıkanma çoğu zaman eğlence
ile karışık bir görünüm sergiler. Aynı zamanda suya daha ziyade manevi anlamda
bir "arıtıcı" gözüyle bakılmıştır. Bu ise bugünün mikropları arıtan
suyundan farklı bir anlayıştır. Geçmişte, insanların zihninde suyun işlevleri
ve vücut imgesi bugünkünden çok farklıydı. Bu nedenle Avrupalıları Türklerden
daha "pis" sayamayız.
Ortaçağdan itibaren Avrupa'da su ile yıkanmamanın kendince haklı nedenleri
vardı: Suyun, derinin gözeneklerini açarak dışarıdan gelecek hastalıkların ve şeytani güçlerin girmesine yol
açabileceğinden duyulan korku nedeniyle yıkanmıyorlardı. Ne kadar yanlış da
olsa burada bir hijyen amacı vardır. Bilim öncesi dönemde, insanın düşleminin yarattığı
kimi korkular kültürlere göre değişir. Buna bağlı olarak temizlik pratikleri
de. İkinci yanlış da şudur: “Temiz olmak” bir milletin etnik özelliği olamaz,
bu kültürel yapı ile ilgilidir. Üstelik geçmişte Türkler ve Müslümanlar ne
kadar "temiz" olurlarsa olsunlar, bugünkü temizlik anlayışımızın
kaynağı Batı rasyonalitesinin yarattığı temizlik normlarıdır. Bu da
Avrupalıların temizliği Türklerden öğrendiği savına ters düşen bir realitedir.
Avrupa rasyonel bir temizlik ve hijyen anlayışının temellerini atarak bunları
evrensel normlar haline getirmiştir. Modern sanayi kapitalizminin tüm dünyada
egemen sistem haline gelişi, gündelik hayatta da pek çok normun Avrupa'dan
alınmasına yol açmıştır. Türkiye gibi modernleşmeye Avrupa’nın etkisi ile geçen
toplumlarda batılı kültürel değerler hızla ulusal kültürü ortadan kaldırmakta
ve kapitalizmin tekbiçimlileştirici etkisi kendini göstermektedir. Türkiye'deki
kentlerde hemen hemen tüm konutlarda lavabo, "alafranga tuvalet" de
denilen klozet, küvet ve duş gibi nesnelerin hepsi de batılı temizlik normlarından
ne kadar yoğun etkilendiğimizin çok güçlü birer belirtisidir
. Geçmişte Avrupalılardan daha temiz
olduğumuzu iddia etmek bugünün sorunlarını çözmeye katkısı olmayan şovence bir
yaklaşımın uzantısı olarak kalıyor. Bu çalışmada Avrupa'nın temizlik kültürünün
incelenmesinin nedeni bugün bu normların evrensel temizlik normları olarak tüm
toplumlarda kabul görmüş olmasıdır. (Yine de Türklerin temizlik tarihi ve hamam kültürü incelenmesi gereken ama
bugüne kadar bu yönde hiç çalışma yapılmamış bir konudur.)
On altıncı
Yüzyıldan Modern Döneme Temizlik Anlayışının Geçirdiği Değişimler
Antik Yunanlıların ve
Romalıların çok görkemli hamamlar ve havuzlar yaptırdığı, Türk ve İslam
Kültürünün de temizliğe verdiği önemden dolayı yine hamamların ve çeşmelerin gündelik
yaşamın bir parçası olduğu hemen herkesin bildiği şeylerdir. Suyla temizlenme,
çamaşırları yıkama, evsel ve kentsel mekanların temizlenmesi, beden temizliği
ve dış görünüme verilen önem kültürel ortama ve tarihe göre değişmektedir. Buna
göre adetler, gelenekler ve ritüeller oluşmuştur. Temizlik, salt insanın
sağlığı, bedensel ve mekansal estetiği açısından gerçekleştirdiği akılcı bir
eylem olmaktan çok, etrafında bir yığın ritüellerin örüldüğü, hemen her dönemde
toplumsal sınıf, statü, kültür düzeyi gibi rolleri açığa çıkaran bir simgesel
anlamlar bütünün içinde yerini alır. Bu nedenle gündelik hayattaki pek çok
başka davranışımız gibi iletişimsel bir işlevi de vardır.
Modernleşme dönemi, temizlik
konusundaki yanlış inançları ve bilgileri yerinden ederek, bilimin sağladığı
verilerle daha akılcı bir temizlenme eyleminin yolunu açmıştır şüphesiz.
Böylece evrensel hijyen kriterleri gelişmiş, bu kriterlere dayanarak, sınıf,
statü, eğitim, gelir düzeyi ayırt etmeksizin hemen herkesin temizlik eylemini
gerçekleştirmesi söz konusu olmuş, daha fazla hijyen koşullarının elde
edilmesiyle insan sağlığının önemli ölçüde korunması sağlanmıştır. Özellikle
modern kentlerde, herkesin kamusal mekanları kullanıyor oluşundan dolayı bu
kriterler giderek daha çok yaygınlaşmaya başlamış ve kamu sağlığı anlayışı
genel bir politika olmuştur. Bu gerçekten devrim sayılabilecek türden bir
gelişmedir. Temizlik ve ilintili görgü kuralları, insanların sosyalleşme
sürecinde öğrendikleri ilk bilgiler arasında yer alır. Buna bağlı olarak modern
kültür sürecine girmiş tüm toplumlarda temizlik kriterleri nedeniyle insanın
kendi bedenine uyguladığı denetim de artmıştır. Bu süreç çok uzun ve dolambaçlı
yollardan geçerek günümüze gelmiştir.
**************
Çalışmasından büyük ölçüde
yararlandığımız Georges Vıgarello Avrupa'da temizlik tarihinin 15. Yüzyıldan
itibaren gelişimini inceler. Bu dönem ortaçağın sona ermeye başladığı ve modern
toplumun oluşturucu temellerinin atıldığı dönemdir. Bu süreçte hem eski
önyargılar hem de yeni düşünceler çağın temizlik anlayışını biçimlendirir.
Ortaçağ boyunca Avrupa
toplumlarını tehdit eden en büyük düşmanlardan biri, başta veba olmak üzere
salgın hastalıklardır. Hastalıkların yarattığı korkuya karşılık hastalığın
kaynağının ne olduğunun bilinememesi insanların zihinlerindeki vücut imgesini
biçimlendirmiştir. Dönemin anlayışına göre sıvı, basıncı ve sıcaklığı ile
gözenekleri açar. Suyun derinin içine sızacağı bunun da dışarıdaki zehirli
hastalık yapıcı maddelerin vücut içine girmesini kolaylaştıracağı düşünülürdü.
Vücudu koruyan derinin dayanıksız olduğu düşünülürdü. Sıcaklık ve su deride
çatlaklar ve yarıklar meydana getirir. Böylece hastalık bu çatlaklardan içeri
girer. Bu çatlak ve yarıklar aynı zamanda vücudun içindeki sıvıların dışarı
kaçmasına neden olur. İçine su giren vücut yalnızca bulaşıcı hastalığa değil,
kirli havaya da, soğuğa da, ve bilinmeyen başka illetlere de açılmış demektir.
Gözeneklerden insan vücudunun sıvıları aktığı için vücudun gücünün de kaçtığı
düşünülürdü. İşte bu nedenlerle suyla yapılan banyonun insanı
güçsüzleştirdiğine inanılır. Bu vücut imgesi çok uzun bir dönem temizlik
anlayışını biçimlendirecektir. Daha önce varolan bir takım uygulamalar ortadan
kalkacaktır. Ortadan kalkan en önemli uygulama hamamlar ve banyo adetidir.
Avrupa’da 16.
yüzyıla kadar çarşı hamamlarının yaygın olduğu ve halkın her kesiminden
insanlar için hamama gitmenin sıradan bir iş olduğu görülüyor. Kentlerde çarşı
hamamları çok sayıda bulunurdu. 1292 yılında Paris’te bu işletmelerden 26 tane
vardı. 13. Yüzyılda tellallar sokaklarda bağırarak hamamlara müşteri
toplarlarmış. 15.yüzyılda da yaygın olmasına rağmen bu dönemden sonra hamamlar
süratle ortadan kalkıyor ve 17. yüzyıl insanlarına geçmişin garip
uygulamalarından biri olarak görünüyordu. Öte yandan hamamların ve yıkanmanın
yaygın olduğu bu ilk dönemde de bugünkünü andıran bir hijyene rastlanmıyor. Bu
dönemde hamamlara gitmenin tek amacı yıkanmak değildi. Kimi yıkanır, kimi sıcak suyun buharı ile terler
ve silinirdi. Yani hamama gitmek yıkanma olanağı varsa da ille yıkanmak demek
değildi. Üstelik yıkanma söz konusu olsa
bile burada bir hijyen amacı yoktu. Yıkanmak
genellikle verdiği hazlarla birlikte düşünülen ya da eğlenme amacı güden
bir işti. Zaten yıkanmanın sıklığı da bugünkü ile karşılaştırılamayacak kadar
azdı. Hatta hamamlar özellikle 15. yüzyılda kadınlı erkekli eğlencelerin ve
buluşmaların o kadar yaygın olduğu bir yer haline gelir ki dönemin kent
yöneticileri buraları birer fuhuş yuvası olarak görür ve bazılarını
kapattırmışlardır. Bu kapatma kararının alınması da hamamların kamusal
gerekliliğinin kavranmadığının işaretidir. Demek ki o dönemin
yöneticilerinin gözünde de hamamla
hijyen arasında bir bağ yoktur. Vigarello hamamların tarihinin, oyun eğlence ve
zevkin tarihi ile çakıştığını dolayısıyla da yasadışı işlerin ve suçun da mekanı olduğunu belirtir.
Hamama gidenlerin bir kısmı bu işi doktor
tavsiyesi ile yapardı. Yani hijyenik bir temizlenme anlayışı yoktu, doktorlar
hidroterapi amaçlı olarak bu tavsiyede bulunurlardı.
Ortadan kalkan
bir diğer uygulama da ev hamamı idi. Soylular evlerinde hamam yaktırırlardı; su
kullanımı sanki bir zenginlik gösterisiymiş gibi abartılırdı. Bunun yanı sıra
soylu evlerinde hamam eğlenceleri düzenlenirdi. Böylece ev sahibinin cömertliği
ortaya konurdu. Bu evlerdeki hamam eğlenceleri soylular arasında saygın bir
yere sahipti. “Oyun, eğlence nedeniyle amacından saptırılmış bir yıkanma
eyleminin sağlık için gerekli dayanaklardan başka bir çok kültürel dayanağı
olacağı açıktır.”
[1]
Elbette hem ev hamamında hem de çarşı hamamında yıkanma vardır ama eğlenti ve
suyun verdiği hazlar birinci plandadır, yıkanma ise bunların ikincil
öğelerinden ancak bir tanesidir. “Hamamlar, çok daha sonra, bilim dalları
kuracak, standartlar koyacak sağlık bakımı kuruluşlarının dengi yerler
değillerdi. Her şeyden önce zevk dünyasının, o dünyanın çevresinin bir
parçasıydılar.”
[2]
Ancak yukarıda
sözünü ettiğimiz korkular nedeniyle yıkanma 16. ve 17. yüzyıllarda terk
edilince suyun törensel görkemi ve gösteriş öğesi olarak işlevi bahçelere, havuzlara,
çeşmelere ve fıskiyelere aktarılacaktır. Böylece suyun temizlik nesnesi olarak
işlevi ortadan kalkmakta onun yerine yalnızca göz zevki için işlev
kazanmaktadır. Ivan Illich H2O adlı kitabında Romalılarda da suyun bu işlevinin
çok büyük yer tuttuğunu belirtir. Roma şehirlerinde su kemerleri çok yüksek
kapasitelerde su taşır öyle ki kişi başına düşen ortalama su miktarı günde 450
litredir. Bu rakam Illich’in belirttiğine göre 1850’lerde Avrupa’da modern su
şebekesine sahip büyük şehirlerdekinden on kat daha çoktur. Fakat Roma’da bu
suyun çok büyük bir bölümü abartılı bir şekilde gösteriş amacıyla
kullanılıyordu. Kişisel temizlik için kullanılan su miktarı ise çok geride
kalıyordu.
[3]
Zaten özellikle 14. Louis de Roma’nın bu görkemini taklit etmek amacıyla
sarayına havuzlar hamamlar yaptırmıştır.
Bütün bunlardan
da görüleceği gibi yıkanmanın ortadan kalkması suyun yetersizliğinden ya da
aymazlıktan kaynaklanmamıştır. Korkuları birincil etkendir. Fakat bu korkuya
dayanarak kolaylıkla ve hızla ortadan kalkmasında, yıkanmanın, yaygın olduğu
dönemde de hijyenle çok ilintili olmadığı anlaşılıyor. Belirttiğimiz gibi 15.
yüzyıla kadar varlığını sürdüren yıkanma bilinçli bir hijyen amacına
dayanmamaktadır.
16. Yüzyıldan
başlayarak su kullanımının terk edilmesi sanıldığının tam tersine insanların
sağlıkları konusunda daha endişeli olmaya başlamalarından dolayı bir takım
önlemlere yöneldiklerini gösteriyor. Bu durumu en çok etkileyen neden salgın
hastalıkların yarattığı korkulardır. Vücudu kaplayan deri hakkında edinilen
yanlış izlenim, giderek salgın hastalıkların yarattığı korkunun da ötesine
geçerek yerleşik bir kanı haline gelmiştir. Bu da su kullanımının terk
edilmesine yol açmıştır. Bu dönemden itibaren hijyene verilen önem, ilk bakışta
beklenenin tersine daha çok artmıştır. Vücut bakımı, görgü kuralları, çocuk
bakımı gibi konularda yazılmış kitapların sayısında büyük bir artış olmuştur.
Vigarello’nun belirttiğine göre bu kitaplarda konuya gösterilen özen de artmış,
kitaplar temizlik kurallarını ve uygulamalarını daha ayrıntılı ve açık bir
dille anlatmaya başlamıştır. “Eldeki yazılı belgeler ...... gözden geçirilirse,
hijyen gereklerinin 16. yüzyıldan başlayarak açıkça gerilediği sanılabilir. Su,
kısmen ortadan kaybolmamış mıydı? Ancak daha dikkatli bir okuma, gerilemeden
çok bir yer değiştirme olduğunu düşündürür...... Sanki temizlikle ilgili
sakınımlar, ihtiyatlar daha güçlenmiş gibi metinler uzamış daha açık bir
anlatım almıştır.”
[4]
Bu dönemin kendi
temizlik ölçütlerine göre temizliğin nasıl yapılacağı iyice saptanmıştır:
temizlik kuru temizlik olarak yapılacaktır. Pek çok görgü kitabında kurallar
çok açık seçiktir: Saçlar kısa kesilecek ve taranacak, pudra ve kepekle -
yıkanmaksızın - yağlarından arındırılacaktır. Ağız çalkalanacak, dişler
ovulacak, tırnaklar sekiz günde bir kesilecektir. Ellerin temizliği ve yüzün
kuru beyaz bir bezle ovularak silinmesi üzerine çok sayıda ifade vardır. Bu
kadar ayrıntılı anlatıma rağmen bedenin nasıl temizleneceği konusunda her hangi
bir açıklama yoktur bu dönemde. Öyle anlaşılıyor ki bedenin sadece en çok
görünen kısımlarının temizliği üzerinde durulmuştur. Tabii ki bu temizlik de
sadece görüneni kurtarmaya yarar. Bu konudaki açıklamaları, nelerin giyilmesi
gerektiği konusundaki açıklamalar tamamlar: Havaya karşı geçirgen ve dayanıksız
bir vücut imgesi giyilenleri de belirlemiştir. Vücudun korunması için
gözeneklerden zehirlerin girmesini engelleyeceği sanılan kalın ve sıkı dokunmuş
kumaşlardan yapılmış giysilerin giyilmesi gerektiği düşünülüyordu. Gözeneklerin
dışarıdaki havayla temasını tümüyle engellemeye yönelik çok sıkı ve kalın
giysiler giyilmeliydi. Dönemin hijyen anlayışı modern hijyenden çok uzaktır.
Fakat insanların konuya giderek artan bir ciddiyetle eğildiklerini de
gösterir.
Daha önceki
dönemlerde ılıca ve kaplıcalarda sağlık amaçlı tedaviler önerilirken 16.
yüzyıldan başlayarak bu uygulama da ortadan kalkmıştı. Vücuda dışarıdan
sıvıların girerek iç dengeyi bozacağına öyle kuvvetli bir inanç vardı ki çok
ender durumlarda yapılacak tedavi amaçlı yıkanmalardan bile korkuluyordu. Öte
yandan suyun deriden içeriye girmesinin yaratacağı sarsıcı etkinin, sıvı
dengesi bozulmuş vücutlarda tedavi edici olabileceği de düşünülmekteydi.
Dönemin tıpçılarından biri şöyle demektedir: “Tıbbın gerektirdiği acil durum
dışında yıkanma, insanlar için yalnızca gereksiz değil, aynı zamanda çok
zararlı olabilir. Yıkanma vücudu doldurup onu, havanın kötü niteliklerinin
baskısını alabilecek duruma getirerek harap eder.... Yıkanma, insanın başını
buharla doldurur. Sinirlerin ve bağların düşmanıdır; çünkü bunları gevşetir.”
[5]
Benzeri düşünceler dönemin bir çok hekimi tarafından dile getirilmiştir.
Bu dönemde en
önemli temizlenme biçimi kuru temizliktir. 16. Yüzyılın sağlık kitapları için
en üstün temizlenme kuru ve beyaz bir bezle uzun uzun ovularak yapılarak
yapılan temizlik ve parfümlenmedir. Kesinlikle yıkanmadan üstün tutulmaktadır.
Sabahları ellerin ve yüzün soğuk suyla yıkanması ise hem temiz hem de kibar bir
davranıştır. Su kullanımı sınırlanmıştır ama temizlenme edimi ortadan kalkmış
değildir. Sadece farklılaşmış ve hatta ayrıntılandırılmıştır.
16. yüzyılda
suyla yıkanmanın tümüyle terk edilmesine karşılık derli topluluk ve bakım
kuralları giderek önem kazanmıştır. Bu dönemden itibaren 19. Yüzyılın
sonlarında bizim bugünkü hijyen anlayışımızın temelleri atılıncaya kadar,
temizlik hep yıkanmanın olmadığı bir eylem olarak kalacaktır. Ama giderek
çeşitlenen, araçlar geliştiren, içeriye yani doğrudan tene yönelen bir temizlik
anlayışının gelişmeye başladığı görülür. Bu da temizliğin gittikçe rasyonelleşmeye
başlaması olarak değerlendirilebilir. Tüm bu dönem boyunca Avrupa’da vücut hiç
yıkanmaz ama gittikçe yıkanmaya yaklaşılır.
Vücudun
yıkanmaması ve kirlerin birikmesi doğal olarak bir takım asalakların (bit,
pire, vb.) insanların üzerinde yaşamasına yol açacaktır. Çok çeşitli
anlatımlardan, tablolardan da anlaşılır ki bu türden asalaklar insanlar
tarafından gayet olağan karşılanırdı. Vücut asalakları o kadar günlük yaşamın
içindedir ki bit ayıklamak bir çeşit sevgi gösterisi olarak görülüyordu.
“Yatakta, ocak başında metresler aşıklarının bitlerini dikkatle ayıklardı.
Hizmetçi efendisinin, kız annesinin, kayınvalide müstakbel damadının bitlerini
ayıklarlardı. Eli bu işe daha yatkın bazı kadınlar bit ayıklamayı meslek
edinmişlerdi.”
[6] Bu
alıntı ortaçağların sonunda insanların temizlik bakımından ne durumda
bulunduğunu göstermesi bakımından oldukça ilginçtir. Özellikle insanların böyle
bir şeyi kanıksamış olmaları ve bunu utanılacak bir sorun haline getirmemeleri
bugünle karşılaştırıldığında temizliğin toplum yaşamındaki konumu açısından
dikkate değerdir. Bugün beden temizliğine verilen önem o kadar artmıştır ki
herhangi bir insanın toplum hayatına katılabilmesi ve kabul görmesinin birinci
şartı genel temizlik ölçütlerine
uymasıdır.
Bu asalaklara karşı
bu derece kanıksamanın nedeni, bunların pislikten kaynaklandığına ve dışarıdan
geldiğine dair hiçbir kavrayışın olmamasındandır. Böyle bir anlayış, bunlardan
kurtulmak için vücut temizliğinin gerekliliğini de ortadan kaldırmıştır. Yaygın
inanışa göre bu yaratıklar yine vücut tarafından üretiliyordu. Bu yaratıklar
vücudun içindeki ne olduğu bilinmeyen bazı maddelerin bozulmasından
kaynaklanıyordu. Bu nedenle derinin temizliği ile bitlerin varlığı arasında
hiçbir ilişki kurulmuyor, temizlikle hiçbir sonuç elde edilebileceğine
inanılmıyordu. Vücudun bir takım kabuklarla kaplanması, bir yerlerden irinlerin
akması, böceklerin üremesi gibi olgular, yalnızca vücudun iç işleyişinde bazı
bozukluklar olduğunu gösteriyordu. Öyleyse yapılması gereken beslenmeye dikkat
etmek idi. Bu belirtiler vücuttaki sıvıların bozulmasından kaynaklanıyorsa,
kişinin yediklerine dikkat etmesi, sıvı içeren besinlerden uzak durması
gerekmekteydi. Bu derece bir duyarsızlığa, ya da bugün için tamamen ilkel kalan
bu bilgilere dayanarak temizliğin hiç olmadığı sonucuna varamayız. Vücut
temizliği diye bir şey hiç yok değildir ama bugünkünden farklı bir temizliktir
söz konusu olan. Uygarlık tarihi boyunca temizlik tutumu birden bire ortaya
çıkmış değildir. İşte böyle aşamalardan geçilerek bugünkü temizlik anlayışına
varılmıştır. Öyleyse geçmişten gerçekten devrimci bir kopuş yaşanmış olduğu
halde, bugün sahip olduğumuz temizlik ölçütlerinin bile varılabilecek en son
nokta olmadığını, bunların da bir süre sonra daha gelişmiş ölçütlerle yer değiştirebileceğini
kabul etmemiz gerekir. Fakat bir yanlış anlamaya olanak vermemek için, daha
gelişmiş hijyen ölçütlerinin bütünüyle “mikropsuz bir dünya” gibi bir ütopya
olmadığı da belirtilmelidir. Böyle bir şey pratikte ne mümkündür ne de
gereklidir.
Ortaçağın
sonlarında yaygın olan temizlik anlayışı genel olarak yalnızca görüneni
kapsıyordu. Antik dönemin tıp kitaplarına dayanan bu anlayış özellikle ellerin
ve yüzün yıkanmasını yeterli görür. Burada istenen şey tehdit altındaki sağlığı
korumak değil, sadece düzgün görünümlü, derli toplu olmaktır. Burada hijyenik
değil ahlaki bir yükümlülük vardır. Zaten bu konudaki en eski kaynaklar
sağlıkla değil görgü kurallarıyla ilgili olanlardır. Eski görgü kuralları
vücudun en dış - görünen kısmı ile ilgilidir. Bu kurallar ortaçağdaki seçkin
saraylı toplumu adetlerine dayanır. El yıkama özellikle vurgulanır. Ortaçağda
sarayda ve soyluların evlerinde bulunan tek temizlik aleti “el yıkama leğeni”dir. Sabah kalkınca el yıkamak soyluların
arasında törensel bir boyut kazanmıştır.
Ortaçağda
görünenin ağırlıklı yere sahip olması giysinin rolünü de belirlemiştir.
Giysinin ya da vücudun temizliği ile ilgilenilmez ama giysilerin görkemi,
parlaklığı, kabarıklığı kişinin yerini, statüsünü belli eden bir simge olarak
çok önemlidir. Giyim kat kat kumaşların üst üste gelmesi ile oluşan bir
yapıdır. Her katın, görünmese de oluşacak en dış görüntüye dolaylı bir etkisi
vardır. Giyim üstteki ve alttaki kumaşların bir uyumudur. 13. yüzyıldan beri gömlek “henüz o dönemde saklı kalacak
olan ince kumaşlarla onları örten yünlü çuhayı karşı karşıya getirerek giyimde
bir değişiklik yaratmıştır. Gömlek görünmezdi ama, giyinme gerek görünüm gerek
yapıldığı kumaşlar bakımından, onunla bir çok katlılık kazanırdı. En içten en
görünür kata yükselirken kumaşlar da en inceden en ağıra çıkmış olurdu. Gömlek
ele kolay gelir, insanın derisi ile yün giysi arasında yumuşak bir çeşit astar
oluştururdu.” Burada uzun uzun anlatılan iç gömleği Avrupa’da giyimin ve
temizliğin gelişiminde yeni bir aşama oluşturur. Böylece iç çamaşırı dediğimiz
giysi türü ve yeni bir temizlik ölçütüne varılır.
Başlangıçta iç
gömleğinin temizlikle ilgisi yoktur. Fakat 16. Yüzyıldan başlayarak vücut
temizliğinin en önemli unsuru haline gelmiştir. Başlangıçta gömlek kullanımı
sınırlıdır. Doğrudan tenle temas eden ve teri çeken bu giysinin değiştirilme
sıklığı çok düşüktür. Dikkat dış giysilerin görkemine yöneldiği ve iç gömleği
de görünmediği için kişilerin sahip oldukları gömlek sayısı sınırlıdır: Bazen
bir bazen de üç dört tane. Bunun parasızlıkla ilgisi yoktur, sadece gerekli
görülmez, bu nedenle de üç beş ayda bir değiştirilir. Kişinin giyimle ilişkisi
her şeyden önce biçimsel nitelikte olduğu için yüzeydekine, görünene önem
verilir. Bazı temizlik kurallarına açıklık getirildiği halde gömlek değiştirmekten
bahsedilmez. Doğrudan doğruya hijyenik bir temizlenme amacı gütmese de suyun
verdiği rahatlama duygusu banyonun uygulamadan kalkmasıyla birlikte yitirilmiş
olduğundan , banyonun bu işlevini gömlek devralır. Böylece gömlek değiştirmek,
yıkanmanın yerini tutan bir temizlik kuralı haline gelir. Bu dönemin temizlik
kuralları ile ilgili metinleri, çalışarak terlemiş bir insanın gömlek
değiştirmesini öğütler. Giderek gömleği
değiştirerek vücudun kirinden, terinden kurtulmak yıkanmayla eşdeğer bir eylem haline
gelir, o kadar ki 17. yüzyıl sonlarına doğru gömlek değiştirme sıklığı
aristokrasi ve burjuvazide günde bir kaç defaya varmıştır. Artık temizlenmede
merkezi rol çamaşır değiştirmek, temiz olmanın en önemli göstergesi de çamaşırın beyazlığı olmuştur. İnsanın kendine
uyguladığı baskı yavaş yavaş artmaktadır. Temizlenme artık yalnızca görünenle
değil, görünmeyenle de ilgili hale gelmiştir. Aynı zamanda fiziksel bir
duyarlık da gelişmeye başlamıştır. Bütün
bu süreçlerde su ile yıkanma yoktur, ancak ölçütler daha gelişmiştir. “Beyazın
yenilenmesi vücudun mahremiyetine inerek pasağı yok etmektedir. Bunun etkisi
suyun etkisi ile karşılaştırılabilir. Hatta çamaşır değiştirme daha emin,
özellikle daha az tehlikelidir. Yıkanmanın uyandırdığı tedirginliklere, bu
durumda bir de yararsızlığı ekleniyordu. Çamaşır, teri ve pislikleri tutardı.
Çamaşır değiştirmek, aslında, yıkanmaktı.”
[7]
Tabii bu dönemde de temizlenmenin hijyen boyutu ile gösteri boyutu iç içedir.
Gömleğin statüsünün değişmesiyle beraber
görünümü de değişmiştir. Eskiden sadece içeride saklı bir giysi iken şimdi
elbisenin kenarlarından, yakalarından, kol ağızlarından dışarıya taşmaya
başlamıştır. Çünkü çamaşırın beyazlığı kişinin temizliğinin işareti olmuştur.
Artık gömleklere dantelli kol ağızları, yakalar eşlik etmeye başlamış ve bunlar
elbisenin dışına iyice taşar hale gelmişlerdir. Böylece temizlik incelik ve
zarafetle birleşmiştir. Gömleğin bu kadar önem kazanması vücut bakımına verilen
önemin belirtisidir. Bir yandan kişinin mahremiyetine giren bir temizlik
anlayışı yerleşmiş ama diğer yandan da temizliğin gösteriyle eşdeğer niteliği
devam etmiştir. Ama daha hijyenik kurallar çerçevesinde.
Temizliğin 16.
yüzyılda kat ettiği bu yol 17. yüzyılda temizlik ile ahlak arasında daha güçlü
bir ilişki kurulmasına yol açacaktır. Başka bir deyişle temizlikle hijyen
arasında doğrudan bir ilişki kurmayan soyluluk dayanağını kibarlık
ölçütlerinden ve ahlaktan alacaktır. Temiz sözcüğü özellikle soyluların
dilinde, kibarlık soyluluk, ahlaklılık gibi nitelikleri anlatmaya yeterli hale
gelmiştir. Tek başına “temiz” sözcüğü gözler önüne tam bir tablo sermeye
yeterlidir artık. “Sanki temiz sözcüğü tek başına herkesin karı olamayacak bir
tutumu, bir ince nezaketi belli etmeye yetermiş gibi. O sözcük, özel, önemli, seçkin
bir yaşayış biçimini göstermektedir. Doğrudan doğruya ayırıcıdır.”
[8]
Temizlikle kibarlığın bu özdeşleştirilmesi dış görünüşün zarafetini de
getiriyordu. Kibarlıktan nasibini almış insan, temiz, tertipli, iyi giyimli
yani iyi biçilmiş ve modaya uygun giysi demekti. 17. yüzyıla gelindiğinde
modayla temizlik birbirine karışmıştır. Temizlik her şeyden önce kurallara uyma
demektir. Genel çizgiler ve derli topluluğun böylesine çakışması,ancak genel
görünümün birincil rol oynamasıyla olabilmiştir. Temizliğin bu yeni tanımı
Vigarello’ya göre olsa olsa onun, gösteri sanatının bir parçası olmasından
kaynaklanıyordu: “Daha geniş olarak temizlik, çok ayrıntılı bir toplumsal tipin
içinde yer alır; o tipin örneği de ayrıntılı gösterisi de saraydır. Amaç
yalnızca göze batan giyim işaretleri vermek değildir; hemen hemen bilinçli
olarak istenen, bir göz aldatmacası adeti yerleştirmektir. Sarayın sanatı
açıkça bir gösteri sanatıdır.”
[9]
Dış görünüşe gösterilen bu ilginin sonucunda çehrenin biçimlendirilmesi de işin
içine girer. Yüzlere makyaj yapılmaya ve saçların pudralanmasına başlanır. Uzun
zamandır kurutucu olarak ve saçın temizlenmesi amacıyla kullanılan pudra artık
bir kozmetik olarak kullanılmaya başlanmıştır. Hem saçın görünümünü
güzelleştirdiği düşünülür hem de parfüm içerdiği için bu etkiyi
pekiştirir.
Saça sürülen
pudranın bileşiminde kurutulup dövülmüş esanslar bulunurdu. Pudra kullanımının
yaygınlaşması 17. yüzyılda parfümün de yaygınlaşmasını sağlar. Tıpkı pudra gibi
parfüm de dış görünüş sanatında maskeleme işlevini sürdürür hatta bunun için
örnek bir araçtır. Çünkü görünür işaretlere bağlı olmadığında daha da
aldatıcıdır. Giysilere kokusu sinsin diye sandıklara tıka basa parfüm
doldurulurdu. Parfüm bir 17. yy icadı
değildir. Ancak görünümün bu kadar önem kazandığı bir dönemde artık dış
görünüşü oluşturma da - ya da bedeni estetize etmede diyelim - çok önemli bir
rol oynar. Bu dönemden sonra giderek daha da yaygınlaşarak başlı başına bir
endüstri kolu haline gelir.
Parfümün
böylesine yaygınlaşmasında başka etkenlerde vardır. Tarihteki en eski
kentlerden başlayarak uygarlığın odak noktaları oldukları kadar pisliğin de
odak noktaları olmuşlardır. Çok büyük kitleleri barındıran kentlerde çöplerin
ve lağımların yok edilmesi önemli bir sorundu. Ulaşım sistemleri, kanalizasyon ve su dağıtım şebekeleri gibi
alt yapıların kurulmaya başlamasına kadar da tüm kentler pislikle ve pis
kokuyla baş başa yaşamaya alışıktı. Hem de kentlerin yalnızca yoksul
mahalleleri değil bilakis saraylar ve zengin konakları da son derece iğrenç
kokular üreten yerlerdi. Özellikle Paris her caddesinin balçıktan geçilmediği
iğrenç kokular üreten bir şehirdi. Bundan dolayı Paris’e “lağım çukurlarının
anfitiyatrosu” denilirmiş. Hem mekanların hem de bedenlerin kokusunu alt etmek
amacıyla öncelikle Paris’in soyluları arasında son derece kuvvetli ve ağır
parfümler kullanılmaya başlandı. Bu dönmede koku amaçlı sabun üretimi
yaygınlaştı; çamaşırlar daha sık yıkanır ve parfümlenir oldu. Ağır ve yoğun
parfümlerin çok yaygın kullanılmasının bir başka nedeni de parfümün havayı
temizleyici ve hastalık etkenlerini ortadan kaldırıcı bir etkisi olduğuna
inanılmasıdır. Sadece bununla da kalmaz, parfüm insanın doğrudan kendi bedeni
üzerinde de bir takım olumlu etkiler bırakır. “Parfüm rahatlatır”, “vücudu
güçlendirir”, “beyni harikulade biçimde yeniler”, “bozulmuş ve tehlikeli havayı
düzeltir”, vb. Tıpkı burada olduğu gibi daha pek çok temizlik uygulamasında da
yapılanı haklılaştırmak ve söylemi güçlendirmek için bir takım rivayetler
uydurulur. “Görülüyor ki, maskeleme ve dış görünümü öne çıkarma sanatında
parfüm karma bir oynar. Bu rol, başka bir kokuyu örtme ya da zevk verme ile
sınırlı değildir. Bu, aynı zamanda, pek somut olarak “arındırma” rolüdür. Hatta
görünüm gerçeklik gücü kazanır.”
[10]
Buraya kadar
saydığımız uygulamalarla birlikte modern temizlik anlayışının sınırına gelmiş
bulunuyoruz. Şimdiye kadar ki uygulamalarda su kullanımı yoktur ama pek çok
ayrıntılı temizlik kuralı geliştirilmiştir. Geriye yalnızca vücudun tümünün hijyen amaçlı olarak
yıkanması kalmıştır. Ancak bu da 17. yüzyılın sonlarından başlayarak 19. yüzyıl
ortalarına dek sürecek dolambaçlı bir yoldur.
18. yüzyıl
ortalarında veba ve benzeri hastalık salgınlarının üzerinden geçen uzun süre
eski korkuları tümüyle değilse de büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Suyun
deriden içeri sızarak bedeni etkileyeceği ve zayıf düşüreceği inancı hala
sürmektedir. Bunun yanı sıra insan vücudunun o kadar dayanıksız ve edilgen olmadığı suyun
dayanılabilecek bir şey olduğu düşüncesi yerleşmeye başlamıştır. İhtiyati
tedbirler alınmakla beraber suya girmek ve yıkanmak artık eskisi kadar korkulan
bir şey değildir. Böylece çok yavaş da olsa banyo toplumun üst katmanları
arasında yerleşiyordu. Bu kadar yavaş gelişmesinde suyun mekanik etkilerine
süren inancın başat rolü vardı. Sıcak suyun vücudu gevşeteceğine ve
yumuşatacağına; soğuk suyunsa kasları sertleştirip dirileştireceğine ve
güçlendireceğine inanılıyordu. Geçen yüzyıl boyunca çamaşır değiştirme,
silinme, parfümlenme, bölgesel olarak yıkanma gibi temizlenme adetleri vücudun
duyarlığının artmasını da sağlamış böylece banyonun verdiği rahatlama, gevşeme
duygusu daha bir kabul edilir olmuştur. Ancak burada hemen belirtelim, çok
yavaş gelişen banyo alma eylemi henüz yalnızca verdiği hazlardan dolayı
yapılıyordu. Zaman zaman sağlık gibi amaçlardan söz edilse de burada kastedilen
tenin bakımı ve hijyen amaçlı bir sağlık değil, organların güçlendirilmesidir.
Banyonun hazla ve zevkle özdeşleştirilmesi izleği genel olarak aydınlanma
döneminin, duyuların ve beğeninin incelmesi izleğine bağlanır. Böylece
temizliği kibarlık, incelik ve soylulukla özdeşleştiren soylular ek bir incelik
sahibi olmuştur. Bu yeni adet nedeniyle soyluların evleri ek bir mekana
kavuşmaya başlar: 1750’lerden sonra soylular arasında yaygınlaşan bir başka
temizlik adeti “bide” adı da verilen bir çeşit lazımlığın kullanılmaya
başlanmasıdır. Böylece suyun yeni bir
kullanılış biçimi gelişir. Her iki adet nedeniyle büyük konaklarda özel kişisel
bir mekan anlayışı gelişmeye başlar. Temizlenme, süslenme ve yıkanma gibi
eylemler için tuvalet kabinesi denilen özel alanlar ayrılır. Bu örnek
önemlidir. Çünkü kişinin mahremiyetine önem verilmeye başladığını gösterir.
Burjuva bireyciliğinin yükselişi ile temel temizlik eylemlerinin özel bir mekan
edinerek gizlilik kazanması, başka bir deyişle utanma duygusunun gelişmesi aynı
döneme denk gelir. “Kullanım yerleri, giyinme, temizlenme gibi, ayrı ayrı
belirlenen odacıklar, o dönemdeki adıyla kabineler, özel hizmetleri de
çoğaltmıştır. Birey, hareketleri eskisi kadar doğrudan doğruya gösterişe,
başkalarına göstermeye yönelik olmadığından, kendi özüne zaman ayırmaktadır.”
[11]
Mahrem bir yıkanma yerinin varlığı yıkanmayı da kolaylaştıran bir unsur
olmuştur. Ve nihayet ev hamamı, içine
girip yıkanılan küvet ve lavabolu giyinme odacığı 18. yüzyıl sonlarına doğru
suyun kullanımının değiştiğini göstermeye başlamıştır.
Öte yandan bu
dönemde soyluluğun gevşeme ve haz amaçlı sıcak banyosuna karşılık burjuva
sınıfı arasında soğuk banyo savunulacaktır. Sıcak banyonun gevşetici özelliği,
ve soyluluğun temizliği bir incelik gösterisi haline getirmesine karşı
burjuvazi, güçlendirdiği ve dirilttiği düşünülen soğuk banyoyu öne
çıkarmaktadır. Burada banyoya açıkça hijyenle ilgili bir işlev de yükleniyordu.
Ama kastedilen yine de suyun deriyi temizlemesinden kaynaklanan bir hijyen
değildir. Soğuk banyoyla ilgili olarak yaygınlaşan bu güçlendirme retoriğinin
kaynağı elbette burjuvazinin soyluluğa karşı nefretidir. Burjuvazi için, lükse
karşı basitle yetinme, gevşemeye karşı enerjik olma tercih edilen tutumlardı.
Köhnemiş ve çökmeye yüz tutmuş aristokrasinin karşısında genç ve dinamik bir
sınıfın ruh haline elbette uyuyordu bu söylemler. İncelikler, kadınımsı ve yapay bir takım
tavırlar, insanı gevşeten konak hamamı burjuvazinin gözünde birer soysuzlaşma
işaretiydi. “Yararsız ve tehlikeli bir ayrıcalık gibi görülen sıcak hamam,
çöken bir toplumun davranışı olarak geri çevriliyordu. O da bir simgeydi: bozan
ve gevşeten aşırılıktı.”
[12]
Soğuk suyla yıkanma burjuvazi arasında yaygın olmaktan ziyade kuramsal olarak
tartışılan bir sorundu. Elbette bir takım uygulamalar da vardı. Ancak sorun
daha çok burjuvazinin kendi sınıfsal güçlerine duyduğu güvenle ilgiliydi.
Burada önemli olan uygulamaya geçip geçmemesi değil, “toplumsal adetlerle
vücudun güçlerini birbirine uyarlayan imgelerin” çok köklü bir değişime uğramış
olmasıdır. Bundan böyle burjuvazi için
temizlik, görünümü kalıplaştıran bir takım adetlerden sıyrılıp görünümü özgür
bırakan pratiklere yönelmek olacaktır. Aristokrasinin yapay ve görünüşe dayalı temizlik
anlayışı terk edilecek ve derinin işleyişine rasyonel açıklamalar
getirilecektir.
1700’lerin
sonlarına doğru pudra, pomad, kola, boyanmış suratlar, takma saç gibi şeylerin
eleştirisi yapılmaya başlanır. Yapaylığa yöneltilen bu saldırılar, aristokrasinin
kasıntı ve yapmacıklı bulunan giyimini de hedef alacaktır. Bu yapay şeylere
karşı doğal olanın savunusu öne çıkar. Parfümcülük alanında ağır kokular değil
doğal çiçek kokuları yaygınlaşır. Yüzeysel görünüşe karşı gerçek temizlik öne
çıkarıldığı için sağlık bakımı ile temizlik arasında yaklaşmanın temelleri
atılmış olur.
Aynı dönemlerde
kentlerdeki kötü kokuların sağlığa zararlı olduğu düşünüldüğünden bunların
engellenmesi için önlemler alınmaya başlanır. Bu konudaki korku o kadar
yaygındır ki mekanlardaki çöplerin, pis su kaynaklarının temizlenmesi kentin
endişe verici kokulardan arındırılması ve “havalandırılması” için çareler
aranmaya başlanır. Bunun için iki önlem alınır. Özellikle kötü koku kaynağı
olduğu düşünülen yoksulların kalabalık olduğu kamusal mekanlarda insan
yoğunluğunun azaltılmasına gidilir. Örneğin hapishanelerde ve hastanelerde bir
yatağa iki kişinin yatırılması gibi uygulamalar kaldırılır. Hastalara kişisel
çarşaflar verilir. İç çamaşırının değiştirilmesi halka da öğretilir. Halka temizlenme
kurallarını öğreten kitaplar yayınlanır. “Sosyal yükselme artık daha büyük
temizlik kurallarına bağlıdır. Yüksek tabakalara erişebilmek için her türlü
beden kokusundan kurtulmak ve ocağının kokusuz olmasına özen göstermek
gereklidir. Su, bundan böyle “kokan şey”in temizleme ilacıdır.”
[13]
Burada bir
hijyen düşüncesi vardır ama bu hala
tenin hijyen amaçlı temizlenmesi değil zararlı ve tehlikeli olduğu
düşünülen kokudan kurtulma kaygısının yönettiği bir hijyendir. Hedefi de
yoksulardır.
Kent havasının temizlenmesi için alınan
önlemlerden biri mezarlıkların kent merkezlerinden kent dışına nakledilmesidir,
diğeri de sokakların suyla yıkanmasıdır. Suyun havayı temizleyeceğine inanılır.
Bunun için kente suyun nasıl getirileceği yolunda projeler geliştirilir.
1780’lerden
sonra yayınlanan tıp kitaplarında suyun kokuları ve hastalıkları önleyeceği
belirtilmeye başlanır. Halk hamamları açılması önerileri gündeme getirilir.
İşte böylece çok dolaylı yollardan gelinerek de olsa suyun beden temizliği
amaçlı kullanımı yerleşir. Henüz her eve su dağıtımı ve özel ev banyolarından
söz edilmez ama bunun temeli bir yandan halk hamamlarının yaygınlaşmasıyla
diğer yandan da zenginlerin özel ev hamamı yaptırmalarıyla atılır. Fakat tekrar
belirtelim burada asıl sorun kokulardan kurtulmaktır, hijyenik anlamda beden
temizliği bu amacın gölgesinde kalır. Burada tekrar parfümcülükten yararlanılır
ve insanın etrafını saran havayı denetlemesi için parfüm kullanımı daha da
yaygınlaşır.
Yüzyılın
bitiminde ev hamamı sayısı artar. Buna paralel olarak hem üst sınıflara hizmet
eden lüks çarşı hamamları hem de halkın gittiği ucuz hamamlar açılır. Banyo
yapma adeti seçkinler arasında giderek yaygınlaşırken diğer tarafta da banyonun
yerini tutacak şekilde vücudun eller, ayaklar ve havayla daha çok temas
halindeki yerlerinin yıkanması alışkanlıkları artar.
19. yüzyılın
başlarından itibaren önemli bazı değişikliler olur ve bizim bugünkü hijyen
anlayışımızın temelleri atılır: yüzyıl başlarında hijyen kelimesi yerleşir,
hijyen el kitabı gibi isimlerde kitaplar yayınlanır. Hijyen artık sağlığı
niteleyen bir sıfat olmaktan çıkmış, sağlığın bakımını kolaylaştıran düzenek ve
bilgilerin toplamına verilen ad olmuştur. Tıp biliminin içinde başlı başına bir
disiplin haline gelmiştir. Hijyen konulu metinlerde artık sabunun kirleri
temizleyici özellikleri öne çıkarılır. Böylece banyonun amacı açıkça
tanımlanır: “hijyen amaçlı banyo vücutta birikmiş kirleri temizlemek içindir”.
1830’lardan sonra ılık suyun üzerinde durulur banyoya yeni bir işlev yüklenir:
banyo gözeneklerin açılmasını sağlar ve böylece deri solunum yapar, vücutta
yakılan karbondioksitin deri yoluyla atılmasını kolaylaştırır. Burada
termodinamik, kimya, biyoloji gibi bilimlerin deneysel bulgularının vücut
konusunda yaratılmış hurafeleri ortadan kaldırmaya başladığını görüyoruz. Ancak
uygulamada banyo bir çırpıda yaygınlaşmamıştır. Hala eski korkular sürmektedir.
Örneğin başın yıkanması konusunda 1850’lerde bile çekingenlik sürüyordu. Tarak
ve pudra ile saçları temizlemek en önde gelen saç temizleme yoluydu. Saçın
şampuan kullanılarak yıkanmaya başlanması 1870’lere doğru olmuştur. 1800’lerin
ortalarından sonra artık tıp kitapları hastalıklardan korunmak için banyo
yapılmasının gereği üzerinde durmuşlardır. Suyun koruyucu işlevi artık
yerleşmeye başlamıştır. 1832 yılında Paris’teki kolera salgını, kent yöneticilerinin, su dağıtım
şebekelerinin kurulması yönündeki çabalarını hızlandırmıştır. Bu tasarı
sayesinde suyun tutumlu bir şekilde kullanılması alışkanlığının da terk
edilmesi amaçlanmaktaydı. Modern kent su dağıtım şebekesi ve kanalizasyondan
oluşan bir altyapının üzerinde yükseliyordu. Aynı tarihlerde kentin içinde kamu
hizmeti vermeyi amaçlayan hamamlar yapılmaya başlanır. Beraberinde başlangıçta
zengin konutlarda olmak üzere ev banyosu yapılmaya başlanır. 1880’lere
gelindiğinde artık burjuvazinin apartman dairelerinde de banyo vardır.
19.yüzyılın
temizliğinde en önemli unsur temizliğe ahlaki olarak büyük bir anlam
verilmesidir. “Kir kötülüğün üniformasından başka bir şey değildir.” Bununla hedef
alınan kitle tabii ki kentlerin yoksul halkıdır. Kirlilikle kötülüğün bu
özdeşleştirilmesi kent yoksullara hijyenin burjuvazi tarafından yukarıdan
dayatılması olmuştur. Burjuvazinin kamu sağlığı ya da halk hamamları gibi
projelerinin ardında insan sevgisi değil, yoksulların pisliği ile ahlaksızlığın
özdeş görülmesidir. Yoksullar için “eğitici” bir takım kitaplar yayınlanır,
onlar için asgari temizlik ölçütleri belirlenir. Burjuvazi temizliğin dostu bir
halkın düzen ve disiplinin de dostu olacağını vaaz eder. 1852’de Fransa
İmparatoru III. Napolyon çok gösterişli bir şekilde bedava veya çok ucuz çarşı
hamamlarının açıldığını ilan eder.
Ama temizlik
tarihinin en önemli gelişmelerinden biri 1870-80’lerden beri Pasteur’un
mikrobiyolojisinin yaptığı değişimdir. Açıklamasını Pasteur’un yaptığı
bakteriyolojik evren, yıkanma hakkındaki düşünceleri kökten değiştirmiştir.
Artık yıkanmanın hedefi gayet açıktır: Görülmese de varlığı bilinen mikropları
temizlemek. Bu ilk dönemlerde yine bir abartı vardı. Bu görünmeyen canavarların
çok tehlikeli olduğu ve vücudu her an ele geçirebilecekleri savıydı. Bu sav
dönemin hijyencileri tarafından 1900’lü yıllarda da savunulacaktır. Buna
karşılık yıkanmanın daha sık yapılmasını isteyeceklerdir. Ellerin gerektiği her
zaman yıkanması, ağız ve diş temizliği gündeme gelir. Okullar gibi alanlarda da
yeni davranış kuralları benimsenecektir.
“Bugünkü
hijyenin öncülünün, geçen yüzyılın sonunda kaleme alınmış metinler tarafından
sağlandığı anlaşılıyor. Fakat, o metinler bunu bir çeşit felaket edebiyatı ile
birlikte yapmışlardır. Bunu herhalde
Pasteur’un buluşlarının yarattığı heyecanla açıklayabiliriz.”
[14]
Hatta bu dönemin hijyen anlayışında mikrop konusu öylesine abartılır ki bilim
kurgu edebiyatında mikropsuz ütopyalar ortaya çıkmaya başlar. Fakat bunlar bir
yana gerçekten de hastalıkların bulaşma mekanizmaları ve korunma önlemleri
öğrenilince salgın hastalık oranında düşme eğilimi görülmüştür. Bu konularda
bilgi birikimi arttıkça mikroptan duyulan korkunun abartılmaması gerektiği de kavranmıştır.
Ancak yine de hijyenciler gerçekliğin dışına taşıp tehlikeyi olduğundan daha
büyük göstermeye devam etmişlerdir.
1950’lere
gelindiğinde hijyenciler artık yıkanmanın sıklığı ile sağlıklı olma arasında
bir doğru orantı kurmayı bırakmışlardır. “seyrek yıkanan bir kimse tam sağlıklı
olabilir ya da kendisinde görülen hastalık yerel kalabilir veya önemsiz
olabilir, ama, herhalde, şunları kabul etmek gerekir: Birincisi sadece kirli
insanların kötü koku ve görünümleri için bile olsa, temiz olma toplumsal bir
gerektir; ikincisi, insanın ruhsal durumları vücut temizliğinin etkisi
altındadır...”
[15]
Buradan da anlaşılacağı gibi 19. yüzyıl sonundan kalan hijyen anlayışı
fizyolojinin gereklerinden çok psikolojik ve toplumsal gereklere dayanır. Bütün
bunların sonucunda banyo odası 1900’lerin apartman dairesinde yaygınlaşır. Buna
havagazı dağıtımı sayesinde şofbenin kullanımı da eklenir. Tüm bu temizlik
tarihi boyunca kişinin kendi üzerindeki öz baskılarının adım adım artışına
tanık oluruz. Yavaş yavaş kararsız örnekler izleyerek gelişen bu süreçte
nihayet günümüzün rasyonel amaçlara dayalı temizliğine ulaşılır.
Bugün temizlenme
davranışın merkezinde psikolojik bir süreç ağırlıklı olarak yer almaktadır.
Kişinin temizliği bir yandan tamamen mahrem bir eylem haline gelmiştir bir
yandan da sanki kolektif bir göz tarafından gözetlenmektedir. Burada
reklamların “kendinize bakınız” türünden tüketime yönelik düşlerin kendini daha
iyi hissetme yolunda gösterilen özenin etkisi çok büyüktür. “Ayrıca bunlara
‘daha iyi yaşama’nın kuralları gereği diye sunulan, düşle gerçek arasındaki
ince karışımları sürdürebilmeyi amaçlayan birçok madde ve nesne de
eklenmiştir. Reklamcılar, karmaşık,
büyüyü andıran kimyasal cambazlıkları ile, yıkanma eyleminin içinde atlarını
oynatırlar. Yıkanma onların elinde onlara tabii bir şeydir. Onların verdiği
biçimi, görünümü alır. Emek sonucu, dikkatle yapılmış hijyen açıklamalarının
yerini artık kişiselleştirilmiş değerler, bir çeşit hazcılığın -çoğu zaman
ısmarlama olarak- öne çıkarılması almıştır. Günümüzün temizliğinin daha iyi
anlaşılması için dikkatleri çağdaş bireyciliğin ve tüketim olaylarının üzerine
çevirmek gerekir. Herhalde, o temizlik, burada anlattığımız temellerin uzağına
kaçmıştır, hatta bazen onlara tepeden bakıp alay etmektedir.”
[16]
Vigarello’nun da
belirttiği gibi modern temizlik anlayışı bir yığın uğraş ve zorluktan sonra
rasyonel bir temizlik anlayışına ulaşmıştır ama ulaştığı andan itibaren de
tüketim kültürünün etkisi altında abartılı bir boyut kazanmış ve nesnel
dayanaklarını yitirerek yeni bir irrasyonelliğe varılmıştır. Bugünün temizlik
alışkanlıklarının, bu irrasyonellikler dikkate alınmadan açıklanması ancak
varolanı haklılaştırmaya yarayan bir saptırma olur.
Şubat 1999
[1] Georges Vigarello, Temiz
ve Kirli/ Ortaçağdan Günümüze Vücut Bakımının Tarihi, çeviren: Zühre İlkgelen,
İstanbul , Kabalcı Yayınevi, 1996, s. 43
[3] Ivan Illich, H2O, çeviren:
Lizi Behmoaras, İstanbul, Afa Yayınları, 1991, s. 46-48
[4] Vigarello,a.g.y. , s. 33
[13] Ivan Illich, a.g.y., sf.
71
[14] Vigarello, a.g.y., s. 276
[15] Aktaran Vigarello, a.g.y.
s. 285
Kaynaklar
- Georges Vigarello, Temiz ve Kirli -
Ortaçağdan Günümüze Vücut Bakımın Tarihi, çeviren: Zühre İlkgelen, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1996
- Ivan Illich, H2O
- Unutmanın Suları, çeviren Lizi Behmoaras, İstanbul, Afa Yayınları, 1991
- Andrea Hurton, Parfümün
Erotizmi - Güzel Kokuların Tarihi, çeviren: Mustafa Tüzel, İstanbul, Kabalcı Yayınları, 1995
- Jean Baudrillard,
“En Güzel Tüketim Nesnesi Beden”
- Tüketim Toplumu, çevirenler: H.
Deliçaylı - F. Keskin, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1997
- Wolfgang F. Haug, Meta
Estetiğinin Eleştirisi - Kapitalist Toplumda Görüntü Cinsellik ve Reklam,
çeviren : Ayşe Gül, İstanbul, Spartaküs Yayınları, 1997
- Patrick Süskind, Koku
(roman), çeviren Tevfik Turan, İstanbul, Can Yayınları, 1996, 6. Basım
- T. Adorno ve M.
Horkheimer , “Bedene İlgi” -
Aydınlanmanın Diyalektiği 2. Cilt, çeviren Oğuz Özügül, İstanbul, Kabalcı
Yayınevi, 1996
- Metin And, Türk
Hamamının ve Kültürümüzde ve Sanatımızda Yeri ve Önemi, Ulusal Kültür Dergisi,
Sayı 5, 1979