22 Haziran 2013 Cumartesi

Park-Forum: İçi dolu mekân


İletişimin olduğu yerde devlet yoktur.

Internationale Situationniste, 1963



Tiyatrocular ve diğer performans sanatçıları bilir, bir sahne performansının gerçekleşmesi için çoğu zaman sadece asgari iki unsur gereklidir: bir mekân ve orada eyleyecek bedenler  -oyuncular, izleyiciler. Bunların dışında, mekâna ve bedenlere eşlik edecek, dekor, kostüm, ışık, aksesuar ve benzeri unsurlar olmazsa olmaz değildir. Zira onlar gerçeklik etkisini arttırabilecek unsurlardır. Oysa yeni bir gerçekliği yaratan, gerçeklik düzleminde yeni bir katmanı açacak ve iletecek olan ilk unsur, mekâna yeniden anlam katacak olan bedenlerin eylemidir. Oynayan bedenler, konuşan bedenler, hareket eden bedenler, izleyen, anlamlandıran kısaca iletişim kuran bedenler. Bir mekânı dolduran bedenlerin aralarında kurdukları iletişim ve eylemleri o mekânın niteliğini yeniden tanımlıyor. Bir park, bir meydan, bir üniversite kantini ya da bir sokak arasını, hatta bir evin oturma odasını siyasal mekâna çeviren de içini dolduranların eylemleridir.


Kendi başına hiçbir mekânın, içindeki eyleyicilerden bağımsız bir niteliği yok, bu yüzden de mekanı kuran şey bedenlerin arasında gerçekleşenlerdir. Herhangi bir mekanı ortak alan haline getiren, o bedenler arasındaki dilsel akıştır, ve mekana ve mekandan ortak belleğe naklettiği anlamlar, izlerdir. Gezi parkında başlayan mekânı dönüştürme pratiğinin yaptığı da bu: egemenlerin ve toplumu mühendislik konusu olarak algılayan yerel otoritelerin gözünde salt yeşil alan, kentin teneffüs ettiği bir bahçe, sadece bir dinlenme alanı ya da çocuk parkı olarak tasarlanmış bir mekânın, bu özelliklerinden kopmaksızın bambaşka bir geçici komünal dayanışma alanı, farklıkların siyasal ortaklaşma mekânı kılınabilmesi.


Egemenler Gezi parkını geri aldığını, fethettiğini, anlamını zapt ettiğini ve orayı tekrar dinlenme bahçesine dönüştürdüğünü sandığı anda gözlerinden kaçırdığı koskocaman bir ayrıntı vardı: mekâna anlamı ve işlevi içini dolduran insanlarca bir kere verilmiş ve ortak deneyim hafızalara kaydedilmişti artık, yerin bir önemi yoktu. Çünkü mekân yere bağımlı değildi, içini dolduran ilişkisel bedenlere bağlı olarak her yerde yeniden üretilebilirdi. O mekânı dolduran, deneyimi belleğine depolamış tüm insanlar, hangi mekânlara giderse gitsinler, aynı mekân pratiğini, içine geçici bir süreliğine yerleştikleri her yerde yeniden canlandırabilirlerdi. “Artık bize her yer Gezi parkı” demenin anlamı tam da buydu işte.


“Gezi parkı” ile yaratılan deneysel politik mekânın, her yere yayılmasını asıl sağlayacak siyasal biçim ise, herhangi bir mekânı, ortaklık alanına çevirecek ilk ve asli önemdeki adım oldu: bir mekânın içini dolduracak ve o alanda ortak dili inşa edecek olan yeter sayıda istekli insanın bir araya gelmesi, toplanması ve devamlılık gösteren bir iletişime başlamaları. Park-forum hareketinin bu kadar süratle, bulaşarak, örnek olarak çoğalması, yayılması (sayıları 60’ı buldu) bize tam da bunu yaşatıyor. Herhangi bir mekânda toplanmak ve topluca iletişim kurmak, doğrudan demokrasiye dayalı devrimci politikanın ilk ve en önemli adımını oluşturuyor.


İlk-örneği Gezi Parkı’ndaki forumlarda başlayan ve süratle mahallelere yayılan forum ya da semt meclisi girişimleri, Gezi’de denenebilmiş pratikten çok daha ileri ve gelişkin bir boyuta taşındı.  Farklı şehirlerde, ilçelerde ya da semtlerde, daha oranın tecrübelerini, ihtiyaçlarını da içererek yerelleşen bu forumlar, 2-3 günde her biri kendi özgün gündemlerini oluşturmanın ve hızla birbirleriyle haberleşmenin yollarını tartışıyor ve geliştiriyorlar. Yerel ölçekteki bu doğrudan demokrasi girişimleri, aralarında eşgüdüm sağlayarak belki de daha geniş bir hareket ağı ya da kim bilir belki de bir tür konfederel meclisler sistemine doğru gelişecek. Bunun nasıl bir sosyal hareket doğuracağı ya da sönümlenip sönümlenmeyeceği veya başka bir siyaset formuna evrilip evrilmeyeceği şu aşamada tahmin edilemez. Ancak merkeziyetçi parti formuna, ya da mevcuttaki siyasal partilerin dahline pek de izin vermeye niyet yok gibi görünüyor. Bunun anlamı, mevcut taban hareketi potansiyelinin ana akım siyasal kanallar içinde erimeksizin, ya da hiyerarşik temsil mekanizmaları geliştirmeksizin ayakta kalma yollarını aramak şeklinde görülebilir.


Görünen o ki her yerel forumun, semt ölçeğinde tanışma, iletişim kurma, semtin muhalif politik potansiyelleri hakkında katılımcılar arasında karşılıklı bilgilenme, farklı politik söylemlerin birbirleri arasında deneyim ve etik değerler alışverişi gibi etkileri olduğu da günden güne yaşanarak görülüyor. Her forumda tekrar tekrar göze çarpan şeyler arasında etnik ve kültürel farklara saygı, cinsiyet eşitliği, cinsel yönelim eşitliği, yaş ayrımcılığı yapmamak, siyasal farklılıklara saygı, iktidarın diline karşı koyarken onun üslubuyla benzeşmeme, diyaloğa açıklık, çoğulculuk, yaşanan mekânla doğrudan bağ kurma çabası, sınıfsal ve ekonomik-sosyal farklılaşmaların yarattığı eşitsizliklerin forumlar içinde ayrımcılık üretmesine yönelik dikkat, başkasının sözlerine ve sözü kullanma süresine saygı gibi bir sürü eksen sayılabilir. Hareketin hem radikal eşitlikçi hem de radikal özgürlükçü bir yönelimi çok güçlü bir potansiyel olarak barındırdığı ve geliştiremeye çalıştığı söylenebilir.


Tüm bu deneyim ne kadar sürerse sürsün şunu gösteriyor: şimdiye kadar her tekil siyasal hareketin ana meselesi olarak mücadelesini verdiği her konu (kent hakkı, lgbt mücadelesi, feminist hareket, kürt hareketi, emek hareketleri, insan hakları mücadelesi, etnik-kültürel ve dinsel farklılıkların özgürleştirilmesi, vb.) şimdi yavaş yavaş ortak bir hareket dilinin inşasının unsurları haline geliyor. Bu durum, radikal siyasetin aktif özneleri kadar, bu isyan sürecinin ardından henüz politikleşmiş öznelerin dilinde de karşılığını bulan ve hızla yayılan bir kültürel oluşum süreci anlamına geliyor. Dostluk, sevgi, karşılıklı güven, özgüven artışı, karşılıklı yardımlaşma, ortak neşe, merak ve bilgilenme arzusu tüm bunlar iç içe geçmiş ağlarda yayılan ve giderek mekândan da yerden de bağımsız olarak, hareketin ortak bedeninde cisimleşen bu hareket oluşun daimi enerji kaynağı haline geliyor.


Siyasetin öncelikli meselesi veya büyük-küçük meselesi gibi ayrımlarda yok. Her mesele önemli, forumlarda yapılan ve gerçekleştirilmesinin koşulları yaratabilecek somut her önerinin karşılığı var. Birçok forumda konuşulanlar arasında forumların kalıcılaşması ve forumlar ekseninde daha somut meseleler etrafında işbölümleri ya da çalışma gruplarının şekillenmesi hedefleniyor.


Hareket hem isyanın tüm öznelerini ilgilendiren büyük meseleleri göğüsleyebilecek ortak bir beden oluşturmaya meylediyor, hem de daha tekil konularda mikro siyaset biçimlerini sahipleniyor veya çoğaltıyor. Forumlar semt ya da yakın semtler arası tanışıklıkların artışına, mahalle ve komşuluk değerlerini daha dayanışmacı şekilde yeniden sahiplenmeye yol açtığı kadar yerel dayanışma ağları inşa etme yönünde arayışlar da dile getiriliyor. Aynı zamanda daha büyük ölçekli şekilde tüm yeni sosyal hareketlerin gündemleriyle doğrudan bağ kurarak devamlı bir toplumsal mobilizasyon potansiyelini diri tutuyor.


Mekân yalnızca onu belirli bir ilişki ağı ile dolduran insanlarca, onların gerçek fiili varlıklarıyla mekân haline geliyor, sıradan bir parkın ya da yeşil alanın o da yoksa bir meydanın, hatta bir büyük binanın önündeki boşluğun, bir üniversite kampüsündeki kantinin, yani sadece toplaşmaya elverişli herhangi bir yerin bir siyasal forum halini almasına, isyanın mümkün kıldığı bir tür büyü ya da mucizevi dönüşüm de diyebiliriz. Çünkü sadece içini dolduran ve birbiriyle yüz yüze iletişim kuran bedenler bir çırpıda o yerleri doğrudan demokrasi arayışının ortak siyasal mekânlarına dönüştürüyorlar. Bunu yapabilmek için kendi bedenlerimizi oraya getirmekten ve iletişim kurmaktan başka hiçbir şeye ihtiyacımız yok. 



Hepimizin yeniden büyülenmeye ihtiyacımız vardı ve isyanın büyüsü, herhangi bir yere bağımlı kalmaksızın ortak mekânların yaratımını, hareketin ortak bedeninin inşasını mümkün kılıyor.

17 Haziran 2013 Pazartesi

Çapuldaşlara


Peki, yenildik mi? Son iki günde Gezi parkını mı elimizden kaçırdık? Taksim'i mi kaybettik? Sokaklara çıkma imkânımızı mı yitirdik? Akp postfaşizmi bu dalgayı sindirebilecek mi? Farklı formlara bürünerek çeşitlenecek ve artacak olan bu politikleşmeyi, radikal muhalifeti engelleyebilecek mi? Tabi ki hayır. Hele ki kepçeyle, dozerle gezi parkını yıkmaya bir kalkışsınlar, hele ki 30 Haziran’daki Onur yürüyüşünü engellemeye ya da 2014 bir Mayıs'ında Taksim'i vermemeye bir kalkışsınlar... 

Daha hepsi hepsi 20 günün şu son iki gününde, İstanbul'un ancak sıkıyönetim mantığı altında, muhtemelen 12 Eylül'den beri gördüğü en büyük şiddete rağmen sokaklara çıkmaktan korkmadık, birbirimizi yeniden bulduk, bir sürü yerde toplanık, geç saate kadar da kolay kolay terk etmedik. Bugün her noktada arılar gibi süratle barikat kuran, saldırı ağırlaşınca bir yerden kaçıp başka yerde toplanan, kentin merkezinde devasa bir bölgedeki bütün polis ablukasına rağmen her bulduğu kanaldan saçılıp uygun gediklerden toplaşmasını becerebilen bu kalabalıklar dünden beri, neyi ortaya koymuş oldu? Biz bugüne kadar hiç bu kadar cesur olmuş muyduk örneğin? Korkumuza rağmen korkunun üstüne üstüne gitmeyi, bugüne kadar deneyimlemiş miydik? Ama artık bunun duygusal eğitimini yapıyoruz, bedenlerimiz daha dinç, tıpkı duygularımızın daha gür olması gibi. 

Bu demektir ki yılmadık, sinmedik. Devlet 31 Mayıs gecesinin tekrarlanmaması için 15 ve 16 Haziran’da İstanbul'a bugüne dek görülmedik bir polis gücünü yığdı ve benzersiz bir polis şiddeti uyguladı. Demek ki birbirimize böylesine cesaret vermemizden gerçekten çok korktular. 

Kimi zaman sokakta, kimi zaman sessiz sedasız, hareketimiz mizahının, inceliğinin, zarafetinin, yaratıcılığının, dayanışmasının, kolektif zekâsının gücüyle, birçok farklı şekilde devam edecek. Çünkü çokuz, çeşit çeşidiz, birbirimize benzemiyoruz, parça parçayız, ama bir araya gelmek gerekince büyük kalabalıklar oluşturuyoruz. Çok güçlüyüz ve çok güzeliz. Birbirimizden durmadan bir sürü şey öğreniyoruz. Çoğalarak, entelektüel ve siyasal olarak daha da donanarak, bağlantılar ve ilişki ağları kurarak çok daha fazla yeni hayat biçimleri yaratacağız. Yeri geldiğinde yeni kanallardan yeryüzüne çıkmak üzere tekrar yeraltı akımları halinde bir süreliğine çekilebiliriz. Her an bir arada olmamız gerekmiyor. Her an sokakta olmamız gerekmiyor. Çekilip daha çok şey öğrenmemiz, daha çok şey okumamız, ve sonra tartışmak ya da sokağa çıkmak için yeniden bir araya gelmemiz de gerekiyor. Artık her an her yerden sokağa çıkabileceğimizi, hem de çok sert çıkabileceğimizi biliyoruz. Çünkü direnişin bedeni kendisini çok başlı bir canavarın bedeni gibi gösterdi. 

Gezi’de öğrendiklerimizi kendi yaşam alanlarımızda yeniden oluşturmaya, yaşatmaya devam edeceğiz. Ruhumuzu, bedenimizi, aklımızı, duygularımızı sömürgeleştiren bu kapitalist egemenliğe karşı önce kendi ruhumuzu, bedenimizi, aklımızı, duygularımızı geri aldık. Şimdi parça parça yeni yaşamlar öreceğiz, dostluklar, ilişki ağları, yoldaşlıklar, aşklar. Çünkü öğrendik ki yaşamı sürdürmek için çok az şeyin varlığı yeterliymiş de aslında asıl gereken birçok insana dokunmak, gülüşünü görmek, sesini işitip onunla sohbet etmekmiş. Öğrendik ki insan için en iyi şey yine dayanışacağı, paylaşacağı başka bir insanmış. Öğrendik ki gerisi kendiliğinden geliyormuş. Yeni parklarda, yeni işgallerde, yeni eylemlerde, yeni direnişlerde tekrar buluşacağız. Artık bize her yer Gezi, Her yer Taksim. 

Biz kazandık. Çünkü önce kendimizi, sonra birbirimizi kazandık.

17 Haziran 2013

13 Haziran 2013 Perşembe

Gezi Parkı’nda Mekânı Dönüştürme Pratiğinden Çokluğa Doğru


Gezi Parkı işgalinin gücü ve etkisi meşruiyetinden geliyor. Meşruiyeti ise öncelikle geniş katılımından, el birliğiyle yaratılan yüksek dayanışma ortamından ve bugüne kadar görülmemiş derecede artan çeşitliliğinden kaynaklanıyor. Sınırsız bir şekilde genişleyen iktidara, iktidarın hayatlarımızın her boyutunu planlama ve programlama yönündeki pervasızlığına ve hayatın her alanının ticarileştirilmesine karşı artık sindirilemez ve giderek toplumsallaşan tepki yıkıcı ve tümüyle meşru bir protesto dalgasına yol açtı. Meşruluğun tanımını değiştiren bu hareket, yasallığın bir meşruluk taşımadığını, yasallığın salt şiddet yoluyla mülkiyetin ve iktidarın devamının sağlanması olduğuna dair bir kavrayışı yaygınlaştırmaya başladı. Sokaklara ilk kez adım atanların fark ettikleri ve fark ettiklerinde en çok şaşırdıkları birinci şey bu oldu. Meşruluk ile yasallık arasındaki ayrımın iyice görülür ve yüksek sesle duyulur olması, kolektif siyasal eylemin kendi meşruluğunu, çoğalarak büyümenin gücünden aldığını ve mevcut hukukun dışında başka bir hakkın, kent hakkının, ortak olanın geri alınması hakkının inşa edilmesinin mümkün olabileceğini hissettirdi ve bu fikri yaygınlaştırdı. 

Gezi Parkı ve Taksim çevresindeki direniş ve işgal süreci, devletin olmadığı bir durumun neye benzeyeceğine dair bir eskiz çalışmasıdır: Elmadağ’dan Taksim’e giderken yola asılmış pankarttaki ‘Taksim Komününe Gider’ cümlesi bir şaka olarak görülmemeli, gerçekten geçici de olsa karşılıklı yardımlaşma ve komünal dayanışma deneyimidir söz konusu olan:  Birbirleriyle herhangi bir kimliksel bağı olmayanların, ortak mücadele gönüllülük ve pratikte somutlaşan ortak fikirler temelinde oluşturdukları bir topluluk dayanışması. Parkın her noktasında, herkesin iliklerine kadar yaşadığı, devletin geçici yokluğu veya etkisini göstermemesi halinde sıradan insanların sorumluluk üstlenip, bütün becerilerini, sosyal ilişkilerini ve olanaklarını seferber edip oradaki karmaşık ortamda hayatın önemli işlevlerinin sürdürülmesi için çabalamalarının olağan bir hal kazanması, topluluk olarak yaşamanın imkânlarını kavramaya dair altı sürekli çizilmesi gereken bir deneyimdir. Dahası, devletin ve kapitalizmin etkilerinin kısmi azalması halinde yaratıcılığın, icadın, mevcut kısıtlı olanakları en zekice kullanmanın nasıl maksimum düzeye çıkacağını ya da genel zekânın nasıl fışkıracağını da gördük. Devletin geçici olarak giremediği bu alanda, onların tabiriyle “otorite boşluğu” oluşur oluşmaz, özgürlükçü ve eşitlikçi, farklılıklara saygılı bir etiğin gelişmesinin olanakları da doğuyor. Gezi parkında bu durumun tüm görünür sorunlarına rağmen yaşandığını söyleyebiliriz. Zaten bir çırpıda kusursuz bir ortamın şekillenmesi de beklenemez, bu gerçek bir öğrenme sürecidir. 

Gezi parkı işgalinin meşruiyeti ortak olanın yani Gezi parkının geri alınmasına yönelik kolektif doğrudan eylemin kurucu gücünden geliyor. Gezi parkı ise yalnızca boş bir yeşil alan değil. Kapitalist toplumda yaşamlarımızdan sürekli çalınan bazı şeylerin geri alınmasını ve derhal hayata geçirilmesini mümkün kılan içi dolu bir ortak mekân olarak somutlaşıyor: Metropol ortasında, izole hayatlara kapatılmış, yalnızlaşmış ve depresyondaki benliklerimiz için daha çok karşılaşma alanı; endüstriyelleşmenin bunaltıcılığı karşısında daha çok yeşil alan; parodiden başka bir şey olmayan parlamenter temsilin yarattığı erksizleşme ve apolitikleşme karşısında doğrudan demokrasiye yönelik radikal bir istek ve bunun kısmi hayata geçirilmesi; kapitalizmin bireyselleştirdiği yaşamlarımızda tüketimin bıktırıcı döngüsünden bir süreliğine de olsa çıkmanın ve kolektif paylaşımın, dayanışma ve dostluğun verdiği güven; devletin sürekli ezdiği, çocuklaştırılmış bir toplumda otoritenin meşruluğunu yerle bir edip onurunu, kendine saygıyı geri kazanma duygusu; tekil kudretlerimizin kolektif eylem yoluyla artmış olmasından duyulan paylaşılan neşe! Bütün bu istekler ve arayışlar Türkiye’deki alt ve orta sınıfların çok farklı topluluk ya da katmanları tarafından farklı ifadelerle karşılık buluyor. Tek bir siyasi akıma, tek bir talebe, tek bir sosyal harekete ya da tek bir örgütlenmeye indirgenemeyecek olan bir Çokluğun oluşturulmasının adımı olarak okuyabiliriz bu hareketi. 

Gezi Parkı ve Taksim Meydanı kendisini bir mekânda işaretleyen kolektif bedenin sembolüdür. Gezi parkı Taksim ya da İstanbul ölçeğinde farklı pratiklerin mümkün olabileceği bir mekân inşa ediyor. Deneysel bir süreç olarak siyasetin, daha doğrusu siyaset ile yaşamın iç içe geçişinin tecrübe alanını kuruyor. Özel ile kamusal arasındaki yapay ayrımı ortadan kaldıran bir politik yaşama alanı ya da politika ile yaşamın iç içe geçtiği bir ortaklık alanı oluşturuyor. Salt protesto siyasetinin negatif diliyle yetinmeyen, ortak yaratımın, inceliğin, dostluk olarak politikanın ve uzlaşmacı değil çatışmacı bir demokratik çoğulculuğun ortamını kuruyor. Gezi Parkı işgali, pek çok yerde süren diğer yıkıcı protestolar ve işgal girişimleri farklı bayraklar, amblemler altında kendisini gösteriyor olsalar da giderek radikalleşen, siyasal liberalizmin sınırlarını aşan bir demokrasi talebinin ifadesidirler.

Hareketin özneleri her ne kadar ilk başta halk kavramıyla, tekillikleri indirgeyerek homojenleştiren bir soyutlamayla ifade bulsa da, bu hareketin asli özelliğinin çeşitlilik ve indirgenemezlik olduğunun herkes farkında. Bu nedenle hareketin sınıfsallığını, antikapitalist siyasallığını ve tekilliklerin oluşturduğu bir ağ olma, öznesiz bir kolektif beden olma özelliğini ifade etmeye yetecek bir kavramlaştırma henüz şekillenmese de bunu sezgisel olarak ifade edecek bir ortak işaret olarak ters yüz edilmiş bir onur kazanma hamlesi olan özellikle de mülksüzlüğün olumlaması olarak Çapulcu’nun yaygın kabul görmesi, tekillikler çokluğuna giden yolu açacak kavram arayışının belirtisi olarak görülebilir. 

Bu yüzden Gezi parkı direnişinin, başka yerlerdeki tüm isyanlara ilham verebilmesi için bütün gücümüzle hem oradaki ve hem de başka yerlerdeki hayat kurucu, yaratıcı faaliyetlerimize devam edeceğiz. İsyanları yaygınlaştıracak olan budur, farklı karşılaşmalar ve deneyimler üretecek yeni karşılaşma mekânları oluşturabilmek için devletten icazet almaksızın eyleme geçmenin meşruluğu!

İşgalin sağladığı zengin çeşitlilik, politik sosyalleşmenin alabildiğine yaygınlaşması, yeni karşılaşmalar ve yeni bir politik kuşağın doğuşunu sağlayan bu benzersiz tecrübe alan(lar)ını ayakta tutarak, çoğaltarak, çeşitlendirerek ve artık Gezi parkı mekanının ötelerine de taşıyarak isyanı derinleştirebiliriz, çünkü tahayyül gücümüz arttı. Bu işgal hareketi neyle sonuçlanırsa sonuçlansın, bundan sonraki toplumsal mücadelelerde etkisi ve öğrettikleri uzun süre devam edecek bir mihenk taşıdır. Gezi işgali ve peşinden gelen artçılar bugüne kadar bu coğrafyada sürüp giden parçalı tekil mücadelelerin daha aktif ve karmaşık, birbirinden öğrenen bir ilişkiye sokulması ve bu coğrafyanın kendi çokluğunun yaratım süreci halini almakta.

11 Haziran tarihli Taksim meydanında barikatları açmak için sert saldırıların ardından, yeniden toparlanan Gezi işgalcileri için bu deneysel süreç, her zorluğun ve bastırma girişiminin ardından daha nitelikli, yaratım olarak siyaset açısından daha kurucu bir uğrağa taşınacaktır. Gezi Parkı işgali yarın devlet şiddetiyle bitirilmeye kalkışılsa dahi, bu hareketin hızla kendisine farklı formlar bularak devam edebileceğini ve birbirinden farklı protestoları tetiklemeye devam edeceğini görmek zor değil. Zira Gezi ve Taksim artık fiziksel olarak içinde olalım olmayalım, imgesel olarak geri alınmıştır. Bu sebeple Gezi hepimiz için bir hafıza mekânıdır ve adının ve yarattığı ortak deneyimin dile gelmesiyle etkileşime girebilecek herkes için artık isyanın ve doğrudan eylemin başlıca motivasyonudur. Bu nedenle o mekânın üzerindeki fiziki etkinliğe devam etmek, hareketin sürmesi için zorunlu bir ön koşul değildir, çünkü bu kurucu eşiği aştık. Sonucu ne olursa olsun, Taksim ve Gezi Parkı kazanılmıştır. Zaten devletin şu sıralar Gezi direnişini zor kullanarak bitirmeye yönelik hazırlıkları, Gezi direnişinin meşruiyetinin karşısında iktidarın ezildiğinin, ve meşruiyetini çok büyük oranda kaybettiğinin göstergesinden başka bir şey değildir. 

Bir öngörü olarak şunlar söylenebilir şimdiden: İşgalin, devlet şiddetiyle çatışmanın, sokakları, meydanları geri almanın gücü bir kez tadıldığı için, bunun ardından üniversite işgalleri, ev işgalleri, iş yeri işgalleri, toprak işgalleri de gelecektir. Kolektif mücadele ve yaşam deneyiminin öğrettiklerini insanlar gündelik yaşamlarında uygulamaya başlayacaklardır. Kapitalist yaşama kültürünün yerini alacak alternatifler aramaktan yaratıcı karşı kültürün hızla yaygınlaşmasına, anti-otoriter ve hiyerarşik olmayan siyasal örgütlenme biçimlerinin yaygınlaşmasından özgürlükçü eğitim arayışlarına, çok daha sorgulayıcı ve eleştirel bir bilim anlayışının ve akademik üretimin radikal mücadelelerle daha yoğun bir iç içe geçmesinden etkili bir üniversite ve öğrenci muhalefetine ve biraz daha orta vadede mortgage sistemindeki tıkanmanın ve inşaat sektörünün gerilemesinin yanı sıra ekonomideki sarsıntıların ardından da devasa işçi direnişlerine kadar bir sürü potansiyel sonucu var bu hareketin şimdiden. 



Gezi işgalini ve onun getirisi olan deneyimleri kalıcılaştırırsak, benzer başka karşılaşma mekânlarını ve ilişki formlarını yayarsak, birebir karşılaşmaları ve ilişkileri çoğaltan bu mekânı dönüştürme pratiğinin üretken ve devrimci etkisiyle peşi sıra gelişen mücadelelerin yükselmesini, canlı kalmasını da o kadar uzun ömürlü kılar ve başka kurucu biçimlere dönüşmelerini de sağlayabiliriz. Şimdi bizim zamanımız başlıyor… 

Anarşi kavramı

Bütün toplumsal ve psişik özgürleşmelerin ortak noktası, insanı birey ya da topluluk halinde tabi kılıp yönetilebilir bir varlığa indirgeyen...