İnsanın toplumsal bir varlık olduğu savının altının dolması için bu toplumsallaşmanın türsel ve antropolojik tarihinin ve dolayısıyla buna zorunlu olarak bağlı olan toplumsallaşmanın ölçeğinin rasyonel sınırının ne olabileceğinin de toplumsal analize ve politik düşünceye dahil edilmesi gerekiyor. Bu mimarları, şehircileri, sosyal bilimcileri, ekonomistleri ve ekolojistleri ilgilendirdiği gibi, nasıl bir toplumsal ölçekte yaşamak istiyoruz sorusunu sorabilen herkesi -özellikle de özgürlükçüleri- kapsayan bir sorun. Bu konu zorunlu olarak desantralizasyon ve küçülme tartışmasına gelip dayanıyor.
Sosyal
böceklerde tıpkı insan nüfusları gibi devasa ölçeklerde bir tür şehirleşme ve
hatta mimari var. Ancak sosyal memelilerde, topluluk ölçeği 25-30 gibi
sayılarda seyredebiliyor. Göçebe avcı toplayıcılıktan daha karmaşık toplumlara
geçildiğinde bile henüz değer üretimi ortaya çıkmadan önce 7-8000 nüfuslu
kentler var. Ama daha büyük nüfus yoğunlaşmaları ve bürokratik iktidar
sistemleri yok. Ancak değer üretimiyle beraber devasa nüfus yoğunlaşmaları ve
metropoliten kentler kanser gibi büyüyor antik çağda ve çoğu zaman kendi
hinterlandı olan kırsalı da baskı altına alıyor ve sömürüyor. Bu aşırı büyük ölçeklere geçişteki
çarpıklık, uyumsuzluk akılda tutulmadan insanın toplumsal bir varlık olduğu
savı anlamsız bir soyutlama olarak kalacaktır. Zira toplum her ne kadar anlamı
sürekli değişen bir varlık olsa da rasyonel bir ölçeği olmak zorunda. Şu anki ölçeği dev üretim, sömürü ve denetim sistemlerinin en etkili şekilde çalışmasına uygun bir yoğunlaşma ile belirlenmiş durumda.
Toplumlaşmanın ulaştığı boyutla insan varlığının buna bilişsel olarak uyum sağlayabilme kapasitesi arasında gitgide açılan bir makas var. Bu makas açıldıkça araya devasa bürokratik iktidar ve bilişsel kontrol düzeneklerinin ve insanlar adında karar veren uzman rasyonalitesinin girmesi de kolaylaşıyor, hatta zorunlu hale geliyor.
Geniş nüfus kalabalıklarının dünya karşısındaki bilgisizliği, cehaleti ve ahlaki zafiyeti, kolaylıkla manipüle edilebilir olması ölçeğin büyümesiyle doğrudan ilgili. Ezilen sınıflar, tekno-bürokratik kontrol makinesi tarafından yönetilen ve kendi aklının otonomisini elde edememiş varlıklar olarak kontrol ediliyor.
Toplum
bugünkü aşırı büyümüş halindeyken, insanı topluma tabi kılacak bir öznellik
üretimini dayatacak bir toplumsal makine olarak çalışıyor. İnsanın böyle bir
ölçekte toplumsallaşmasının ise sayısız yıkıcı sonucu var: İnsanların
kavrayamayacakları kadar büyük mekanizmaların tutsağı olması; atomize olmaları; toplumun kendisinden kaçılacak bir düşman haline gelmesi; toplumsallaşma
ihtiyacının rasyonel ölçek olan topluluklar temelinde karşılanması arayışının kimlik temelli cemaatlerce istismarı; iç dünya ile
dış dünya ile arasında radikal bir kopuş; kolektif psişik çöküntü ve insanın
varoluşun anlamsızlığını acı verici şekilde duyumsaması ve bunun inanç sistemleriyle manipüle edilmesi; ve
duyarsızlaşma.
İnsan toplumsal bir varlıktır. Bu önerme ancak toplum kavramı ile bilişsel olarak kavranamayan bugünkü robotlaştıcı mega-makine anlaşılmadığı takdirde geçerli olacaktır.