1 Mart 2005 Salı

Şakacı Sanat



Alexander Brener ve Barbara Schurz’un İstanbul’a gelip art-ist Güncel Sanat Dergisi’nin Ocak 2005 sayısının editörlüğünü yapacaklarını duyduğumda başlangıçta şaşırmamıştım. Ancak dergide yayınlanacak olan yazıların tam bir listesini gördüğümde saşkınlıktan kendimi alamadım. Henüz yazıların sadece adlarını görmüş fakat içeriklerini bilmiyordum. Buna rağmen bütünüyle İsyankâr Anarşizm akımının teorisyeni Alfredo Bonnano’ya ayrılmış bir özel sayının, bir güncel sanat dergisinde ne işi olabileceğini anlayamamıştım.

Şimdi görüyorum ki konunun tartışılası birçok yönü var, ama kimi anarşistlerin gözünde yarattığı yanılsama veya sanatçılar arasında yarattığı sıkıntı bir yana, bu sayı en başta Brener ve Schurz’un kendi kendilerini inkârlarının inkârı haline gelmiş gibi görünüyor. art-ist dergisi açısından ise hem anarşistlere hem de sanatçılara yapılan bir şaka, bir tür sanatsal ürün halini aldı bence bu sayı: Başka bir şeye niyetlenerek hazırlanan bir dergi nasıl olur da kendi kendini inkar edişin temsilini ortaya koyan bir sanat eseri haline gelir?

art-ist dergisi ilk sayısından bu yana Brener ve Schurz’a bir şekilde yer verir. Hatta ilk sayısı neredeyse tümüyle, güncel sanat dünyasını çalkalayan eylemleriyle Alexander Brener’e ayrılmıştır. Güncel sanata ve teorisine geniş şekilde yer verilen sonraki sayılar boyunca her zaman Brener&Schurz’un ya bir yazısı ya da en azından şiirleri dergide yer almıştı. Bu yazılar bir anlamda art-ist’in, güncel sanat - akademi - sermaye - sanat kurumları - küratörler - siyaset döngüsü içinde alternatif varoluş alanları açma, daha radikal daha siyasi bir konum alma çabasını doğrular yönde birer simge gibiydiler neredeyse.

Brener’in uzun yıllar öncesinde kalan -sanat sisteminin içine girdiği iktidar ilişkileri ağını eleştirmek ya da protesto etmek adına yaptığı- performansları tartışma yaratmış ve Türkiye’de de bir çok genç sanatçının daha siyasi işler yapması yönünde esinleyici olmuştu. Güncel sanatçıların da altını çizeceği gibi 90’lardan bu yana güncel sanatta siyasileşme yönünde artan bir eğilim görülüyor. Başka alanlarda gelişen teorilerin katkısı, sanatın kendi içinde geçirdiği dönüşümler ve modernist sanat ve sanatçı idealinin ileri düzeyde sorgulanmaya başlanmasıyla birlikte geçen yüzyılın avangardizminin ötesine geçen radikallikte sanat işlerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Giderek bir çok sanatçı kamusal meselelere çok daha doğrudan değinen işler ortaya koyuyorlar. Bu süreç yalnızca Brener gibi sanatçı-eylemciler değil daha başka bir çok sanatçı açısından da sanatın siyasileşmesine yönelik taleplere yol açtı.

Gözleyebildiğim kadarıyla, Halil Altındere’nin yayın yönetmenliğini yaptığı art-ist de bu farkındalıklarla yola çıkan, Türkiye’nin sanat ortamındaki köhnemiş bir takım ilişkilere alternatif bir tavır alan ve çağdaş teorilerden beslenen sanatçılarla yazarların buluştuğu geniş katılımlı bir güncel sanat dergisi olarak tasavvur edilmişti. İlk sayıların ardından dördüncü sayıdan itibaren derginin editörlüğünün başka sanatçılara ve yazarlara açılması da bu arayışın bir göstergesiydi belki. Erden Kosova, Başak Şenova, Pelin Tan, Marina Grzinic, Sezgin Boynik ve son olarak da Alexander Brener & Barbara Schurz. Başlangıçta resmi olarak “seçki” vasfında çıkan art-ist, dergiler kanununda geçen yıl yapılan değişiklik nedeniyle zorunlu olarak dergi vasfına geçince, “art-ist güncel sanat dergisi” adını aldığı bu yeni dönemde yeni bir başlangıç yapmak istemiş ve Sezgin Boynik’in editörlüğünde Situasyonist Enternasyonal dosyasını yapmıştı. Oldukça göze çarpan hacmiyle art-ist güncel sanat dergisi’nin yeni dönemindeki bu ilk sayısı, konuya dair Türkiye’de yapılmış bu hacimdeki ilk çalışma olmakla kalmıyor, güncel yazılarıyla dünyada da benzer çalışmalar arasında oldukça dikkate değer bir yer kazanıyordu. Boynik, dünyanın bir çok ülkesinden Situasyonist Enternasyonal hakkında yazabilecek kişilerden yazılar toparlamış, böylece siyasi açıdan da oldukça güçlü bir şekilde situasyonist düşüncelerin sanat dünyasına eklemlenişinin eleştirilmesine dair bir sayı ortaya çıkmıştı. Zaten aslında S.E.’nın kendisi de sanatın metalaşmış ilişkiler içerisinde şeyleşmesi ve siyasetin de ‘gösteri’nin parçası haline gelmesi karşısında bir radikal yol arayışı olarak ortaya çıkmamış mıydı?

Siyahî’nin birinci sayısında Erden Kosova’nın dile getirdiği dikkate değer eleştirilere (Siyahî Sayı 1, Solace, ss. 36-37) rağmen Boynik’in editoryal çalışmasının heyecan verici bir ürün ortaya koyduğunu teslim etmek gerek. Boynik, art-ist’te her daim yazıları çıkan Brener ve Schurz’dan da bu konuda yazmalarını istemiş, ancak bu kez farklı bir şey gerçekleşmişti: Anlaşılan o ki Brener ve Schurz, çağdaş sanat sisteminin sanatçılar tarafından eleştirilmesini bir yana bırakın sanatın adını bile duymak istemiyorlardı, bu yüzden art-ist’e bu konuda yazı yazmayı reddettiler ve böyle bir sayı hazırlanmasına yönelik eleştirilerini de ajitatif içerikli açık bir mektup olarak gönderdiler. Mektuptaki son sözleri şöyleydi: “... Situasyonist Enternasyonal hakkında bir sayı hazırlamak tam bir saçmalık. Size tavsiye edebileceğimiz tek şey derginizi devrimci bir teorik silaha çevirmek, eğer yapabilirseniz. O zaman S.E.’nın fikirleriyle çalışabilirsiniz.” (art-ist güncel sanat dergisi no 1, “Open Letter on S.I.) art-ist’in Brener ve Schurz’a bir sonraki sayının editörlüğünü teklif etmesinin sebebi bu cümle midir bilemeyiz. Ama zaten bunu bilmemizin bir önemi yok. Önemli olan Brener ve Schurz’un S.E. sayısının yayınlandığı Temmuz ayından hemen 3 ay sonra kendi hazırlayacakları dergi için İstanbul’a gelmeleri, sonraki süreçte yaşananlar ve ortaya çıkan İsyankâr Teori sayısı.

Siyahî’nin Kasım başında yayınlanan (yani bu demek oluyor ki hazırlanması neredeyse iki ay öncesine tekabül eden) ilk sayısında Erden Kosova’nın Solace adındaki yazısına yeniden baktığımızda bir not dikkati çekiyor: “Bundan sonraki sayı da Alexander Brener ve Barbara Schurz tarafından sanatta aktivizm teması üzerine temellendirilecek bildiğim kadarıyla.” (Siyahî 1, a.g.y) Çoğumuz özellikle Kosova gibi güncel sanat ortamlarını yakından takip edenler de öyle biliyor ya da galiba öyle olmasını bekliyordu. Şimdi tekrar başa dönelim; hiç de beklenildiği gibi bir sayı çıkmadı karşımıza. Bambaşka bir şey, büyük oranda Alfredo Bonnano yazılarına ayrılmış, isyankâr anarşizm akımının teorisini serimleyen gayet güzel hazırlanmış anarşist bir dergi. Peki gerçekten öyle mi?

Şimdi bir an için elimizde tuttuğumuz bu nesnenin bir “güncel sanat dergisi” olduğunu unutalım. Ve gerçekten anarşist bir dergi, isyankâr anarşizme dair bir özel sayı, yahut bir siyasi derginin Bonnano özel sayısı ya da bir Bonnano seçkisi olduğunu düşünelim.

Anarşizmle yakından ilgilenenlerin bileceği gibi anarşist düşünce ve eylemin tarihinde, özellikle günümüzde birbirine zıt yönlere gidebilecek bir çok akım vardır. İsyankâr anarşizm (insurrectional anarchism) akımı da anarşizm içindeki çeşitli yönelişlerden birisi olarak ortaya çıkar. Şimdi bu noktada isyan sözcüğü üzerinde durmak lazım: “İsyan” kavramının anarşist kültürde/literatürde özel bir önemi vardır. Eylemin kendiliğindenliğini vurgulayan, hem bireysel tepkileri hem toplumsal sonuçlar yaratan radikalizm patlamalarını hem de düzen değişikliği talebini ortaya koyan örgütlü ayaklanmaları içeren bir anlam genişliği vardır isyan sözcüğünün. İsyan anarşist düşüncede, otoriter araçlarla yapılacak bir devrimciliğin de
alternatifini sunması bakımından yeğlenir çoğunlukla. Devrim her zaman büyük toplumsal değişiklikleri, siyasi yapıdaki belirli iktidar dönüşümlerini varsayan ve genellikle de bir öncü aygıt gerektiren bir anlayışa işaret eder. Oysa isyan kavramı hayatın her düzeyinde, herhangi bir öncü olmaksızın sürekli bir özgürleşme uğrağıdır. Çünkü anarşizm iktidarı yalnızca devlette cisimleşmiş siyasi iktidar olarak görmez. İktidar ilişkilerini hayatın tüm veçhelerinde yaşanan bir olgu olarak tanır. İktidar ilişkilerinin baskısı altındaki bireyler bir gerilim anında, yaşanan tahakküm ilişkisini ortadan kaldıracak bir karşı koyma eylemi, bir patlama gerçekleştirdiğinde, bu eylemin sonucunda ister kazansın ister kaybetsin yaşanan bu eylemi isyan olarak görürüz. Dolayısıyla isyan büyük halk ayaklanmaları kadar bireyler arası ilişkileri de kapsar ve devrim kavramının erişemediği türden iktidar ilişkilerini de dönüştürmeye yönelik bir itkiyi tarif eder anarşizmde. İsyan anlayışı, kadın-erkek, ebeveyn-çocuk ilişkisi gibi gündelik hayatın akla gelebilecek en ufak noktalarına kadar herşeye sinmiş olan her türlü otoriterliğe isyan etmeyi olumlayarak salt belirli bir devrime odaklanılmasını engellemeye; devrimi, devrimleri çoğaltmaya, yaymaya, gündelikleştirmeye çalışır; ulaşılır kılar. Devrim anlayışı devrimci seçkinler yaratır, oysa her sıradan insan hayatta ters giden bir şeye her an isyan edebilir. Ve aynı zamanda bu isyanların hiçbiri asla tam olarak merkezileştirilemez. Asla tam olarak tek tip bir mücadele çizgisine tabi kılınamaz, zira isyan öngörülemez. Bu gibi nedenlerle isyan, genelde anarşist kültürün hem gündelik dilinde hem de anarşist yazında dile getirilen yıkıcı/dönüştürücü bir ruh halini harekete geçirme arzusunu ifade eder.

İsyankâr anarşizme baktığımızda anarşist kültürün bu anlayışını kendi mülkiyetine geçiren, sanki bu akımın dışındaki anarşizmler isyanı terketmiş, bir yana koymuş da bir tek isyancı anarşistler bu kavramın gerçek özüne sadık kalmışcasına bunu kendi merkezi kavramı haline getirmiş görünüyor. İsyankar Teori özel sayısındaki Alfredo Bonnano’nun metinlerine baktığımızda, isyankâr olmayı ayırt edici niteliği olarak sunan, anarşist hemen şimdi ya da doğrudan eylem anlayışını, biraz karikatürleştirerek öfkeli şiddet eylemlerine indirgemiş bir isyancı tipiyle karşılaşıyoruz. Dahası bu isyancı tipi bir yenilik gibi sunulmasına karşın, kamu imgelemine popüler kültür tarafından yerleştirilmiş olan eli bombalı anarşist tiplemesine de fazlasıyla uyuyor. Bonnano’nun metinlerinde dikkate değer başka nitelikler de var. Yetmişlerden bu yana kapitalist dünya sistemindeki makro ölçekli değişimler hakkında genel tespitler yapan bir çok yazısında hemen hemen aynı mantığı ortaya koyuyor: “içinde bulunduğumuz dönem fazlasıyla istisnaidir, önceki dönemlerde ortaya konulan kavrayışlar bu anlaşılamayacak kadar karmaşık ve etkili olan tahakküm sistemi karşısında bir işe yaramaz. Eski anarşist ya da devrimci metodlar artık sistemi değiştirmek için hiçbir işe yaramayacaklarından yenilerini ortaya koymak şarttır.” Ancak bu noktada Bonnano bu tümdengelimsel yaklaşımın mantık boşluklarını kendisi de farketmiş ki isyankâr anarşizm olarak özgülleştirdiği yaklaşımlar toplamının toplumun genel sistemi içinde neden ve neye göre çıktığını ortaya koyamıyor. Bizi getirip sadece şu noktaya bırakıyor: sisteme karşı her noktada her türlü iktidar ilişkisine karşı isyan edin, bireysel eylemler yapın. Somut hiç bir şey yok. Sadece sistemde yaşanan değişimlerin ne kadar büyük ölçüde bizi manipüle ettiğine dair tespitler var. Ve dolayısıyla onun anladığı anlamda bir isyan pratiği içinde değilseniz kesinlikle sisteme tesim olmuş köle ruhlarsınız demek oluyor bu. Tüm bunların arasında bir eylem aciliyetini kafamıza sokmaya çalışan bu metinlerde bir eksikliği farkediyor insan. Anarşizm anti-otoriterliktir. Anti-otoriterliğin başlıca anlamı da toplumda varolan her türlü otoriter ilişkiyi dolayısla bize ne yapmamız gerektiğini söyleyen siyasi-entelektüel tipini de alaşağı etmesidir. Bir toplumsal devrimi başlatacak öncü figürlere itibar etmez. Bonnano bu türden endişeleri bir yana bırakıp bize talimatlar veriyor. Durumun aciliyetinden dem vuruyor, sürekli olarak kapitalist sistemin geçirdiği değişimlerden bahsediyor. İyi de bunu anarşizmdeki büyük bir yenilik gibi sunmanın alemi ne? Dünyayı kavrama biçimiyle iktisadi indirgemeciliğe ve soyut genellemelere dayalı, siyaseti kavrama biçimiyle tamamen tepkisel ve somut önerilerden uzak. Dünyanın içinde bulunduğu manzarayı çizerken nihilist ve bizlere bir takım talimatlar verirken de otoriter bir devrimci. Bu tür tavırlarda yeni hiçbir şey yok, bunlar 19. yüzyıl ortalarındaki Rus devrimci hareketinden miras kalma yaklaşımlar. Gerçi Türkiye’de de bu tür solcu devrimci tipine fazlasıyla aşinayız.

Peki varsın öyle olsun. Yine de kafamı kurcalayan bir başka soru var. Brener&Schurz’un tüm yapıp ettikleri, hazırladıkları dosya, Bonnano’ya ne kadar uyuyor? Eninde sonunda Bonnano bizlere mevcut iktidar ilişkilerinin dönüştürülmesine dair oldukça bilindik bir siyasi pratik öneriyor. Peki Brener&Schurz ne yapıyor? Türkiye’ye gelmeden önce “anarşist” olarak ne yaptıklarını bilmiyor ve merak etmiyorum. Ama buraya gelme sebepleri kendilerine önerilen konuk editörlüğü kabul etmeleri. Buraya geliyorlar ve art-ist dergisini “devrimci bir teorik silaha çevirmek” için kolları sıvıyorlar. Şimdi pek bilinmeyen bir detayı açalım: Brener&Schurz İstanbul’da bulundukları günlerde sohbetler ettik ve hazırlanacak olan dergiyi, Bonnano’nun yaklaşımını konuştuk. Bu arada Bonnano’nun bütün broşürlerini getirmişlerdi. Hepsine tek tek baktım. Broşürler İngilizceydi ve İngiltere’de yaşayan bir isyancı anarşist Jean Weir tarafından gönüllü olarak İtalyancadan çevrilmiş, kesinlikle herhangi bir yasal yayınevi tarafından basılmamıştı. Benzer şekilde Bonnano da İtalya’da eylemleri nedeniyle uzun zaman hapiste yatmıştı. Ve o da hiçbir zaman kapitalist iktidar ilişkilerinin belirlediği bir sahaya girmemek için broşürlerini herhangi bir yayınevinden bastırmamıştı. Hepsi de yeraltı yayıncılığının ürünleriydi. Eğer Brener&Schurz isteselerdi, Türkiye’de de anarşistler arasında oldukça yaygın olan fotokopi fanzin yayıncılığa başvurarak tamamen gönüllü anarşistlerin katılımıyla bir Bonnano seçkisi hazırlayabilirlerdi. Ama buraya anarşistleri bulmak onları dönüştürmek, onlarla etkileşime girmek için gelmedikleri çok aşikar, ve tersini söyleyenin yüzüne kocaman bir HA! HA! HA!...

Buraya İstanbul’daki güncel sanat ortamına tabiri caizse bir bomba gibi düşme hayaliyle geldiklerini görüyoruz. Gelip de yaptıklarına bakalım: Galerist’in açılışına katılmak, çeşitli sanatçı ortamlarında Halil Altındere ile dolaşmak, İstanbul Modern’e gitmek, zaman zaman korunaklı risk içermeyen ortamlarda “hadise” çıkarmak ve art-ist dergisi için çevirilerin bitmesini beklemek. Bu hadiselerden ilki o sırada İstanbul’da bulunan anarko-primitivist John Zerzan için düzenlenen anarşistlerin katıldığı bir panele gidip John Zerzan ve Bülent Somay’a bu panelin “aptal siki. neoliberal bir üniversitede yapılan bir şov olduğunu, anarşizmle ilgisinin olmadığını, eğer anarşistseler burada ne işleri olduğunu”, ayağa kalkıp bağırarak söylemekti. Ortamda hiç de bekledikleri türden bir gerginlik yaşanmadı, herkes onları dinledikten sonra yeniden dönüp Zerzan’ı dinlemeye devam etti, arada bir kişi şunu söyledi: “-Sokakta herşey bitti de burası mı kaldı, siz neden sokakta değilsiniz?” Takip eden günlerde bir başka etkinlikte, Platform Sanat merkezinde buna benzer bir “müdahale” yaptılar. Orada da kimsenin aklına güvenlik görevlilerini çağırmak gelmez zira tanıdığım güncel sanatçıların bu tür bir çiğlik yapacaklarını sanmıyorum. Dolayısıyla istedikleri sonucu yine alamadılar. Aynı günlerde İstanbul Beyoğlu’ndaki Galerist’in uluslararası katılımlı açılışında gördüm onları, pekala tam onların itiraz etmesi gereken türden bir sanat sergisiydi ama onlar ellerinde içkileriyle bir kenarda takılıyorlardı. Takip eden günlerde Eczacıbaşı’nın girişimiyle kurulan İstanbul Modern’in açılışı vardı. Oraya gitmedim ancak tam Brener&Schurz’un müdahale etmesini gerektirecek gerçek bir sanat şovunun yaşandığı bu büyük, sıkı güvenlik sistemiyle korunan burjuva mekânda da hiç bir hadise çıkmamıştı, belli ki sadece izleyici, gözlemci olarak oradaydılar. İnsan o zaman sormak istiyor, peki o halde neye isyan ediyorsunuz? Avrupa’nın büyük sanat sergilerinde aynı kurguyla gerçekleştirdikleri müdahaleler karşısında fazla risk almadıkları ortada. En fazla güvenlikçiler tarafından dışarı çıkarılırlar. Oysa burada aynı şey söz konusu değildi.

Şimdi bakınca insan şunu düşünüyor, neden İsyankâr Teori sayısını bize sunan kişiler, gerçekten de isyankâr anarşistler gibi davranıp çok daha büyük, radikal eylemler gerçekleştirmediler? Yaptıklarıyla İsyankâr Teori dosyasında okuduklarımız birbirine uyuyor mu? Bonnano herhangi bir yerde sanat kurumlarını tümüyle terkedin, sanatı bırakın, sanat yapmayın ve sanat etkinliklerini sabote edin, yahut da eylem alanlarınızı sanat kurumlarına odaklayın diyor mu? Ya da esas itibariyle Bonnano’nun kastettiği, yine de, toplumsal eylemlilikler değil miydi? Çok daha siyasi içerimleri olan eylemliliklere yönlendirmiyor mu isyankâr anarşizm? Peki öte yandan Brener&Schurz’un yaptıkları sanat alanında kapitale bağımlı ilişkilerin terkedilmesine yönelik bir etki sağlayacak şekilde bilinçleri uyaracak türden fiiller mi? Ya da bunun toplumsal yapının genel dönüşümüne ne anlamda katkısı olabilir? Toplumdaki tüm iktidar ilişkilerinin gelip düğümlendiği yer midir çağdaş sanat sistemi? Neden her türlü yapıp etmeleri eninde sonunda sanatla ilgili, yoksa onlar birer sanatçı mı? Aslında yaptıkları da eninde sonunda dahil edilmedikleri kimi sanat etkinliklerine sansasyonel şekilde dahil olmaya çalışmak mı?

20. yüzyılın son çeyreğinde ekolojik sorunların ulaştığı boyutların alarm zilleri çaldığını düşünen kimi eko-eylemciler, bazı konularda acil eylemlere başvururlar. Örneğin enerji üretim sistemlerine; genetik mühendislik ya da havyan deneyleri yapan kurumlara; tohumları geri dönülemez şekilde dönüştererek yeryüzündeki farklı tahıl türlerinin ortadan kalkmasına ve birçok ülkede tarımın büyük şirketlere bağımlı kılınmasına yol açan dev kuruluşlara yönelik saldırılardır bunlar. Öncelikle ilgili kuruluşu o faaliyet sahasını derhal terk etmesi için uyarırlar ve ardından hiç bir canlıya fiziki zarar vermeyecek şekilde yalnızca mülkiyeti hedefleyen ve ağır mali kayıplar doğuran saldırılar gerçekleştirirler. Eko-eylemcilerin yaptıkları bu tür eylemlere eko-sabotaj deniliyor. Gerçekten büyük riskler alan eylemlerdir bunlar ve bu nedenle bir çok eko-eylemci cezaevlerindedir. Bu eko-eylemcilerin dünya görüşleri bir yandan yeşil-anarşizm ve uygarlık ve teknoloji karşıtı anarşizm düüncelerinden bir yandan da isyankâr anarşizm anlayışından destek alır. Brener&Schurz’un yazılarından ve şiirlerinden de bu tip bir eylemciliği benimsedikleri, benzer bir bakış açısını sanat ortamlarına bir tür sanat-sabotaj biçiminde taşımak istedikleri sonucu çıkarılabilir. Oysa burada bile bir çelişki var: çünkü sanat alanını tümüyle terk etmemezi buyuran yazılarından çıkan sonuca göre alternatif bir sanat formu önermiyorlar. Daha ziyade sanat kurumlarına ve oralardaki ilişki biçimlerine karşı bir eylem çağrısında bulunuyorlar. Eğer böyleyse, hiç değilse İstanbul Modern’in camını çerçevesini (1 Mayıs 96’daki Kadıköy göstericileri gibi) indirseler ya da açılış günü bilumum yetkilinin karşısında bir isyan gerçekleştirip kurumun maskesini düşürselerdi. Eğer bu tip sanat kurumlarına HİÇ BİR ŞEKİLDE DAHİL OLMAKSIZIN, TAMAMEN DIŞARIDAN GELEREK SALDIRSALARDI o zaman eylemlerinde samimiyet olduğuna inanırdım. Neden izleyicisi çok daha küçük olan çağdaş sanat ortamlarına vandalca eylemler düzenliyorlar? Mesela kültürel-siyasi iktidar siteminin, tıpkı yukarıdaki türden dev endüstriyel komplekslere benzer ölçekte toplumu tahakküm altında tutan bir kurumunu örneğin iletişim şebekelerini neden hedef almıyorlar? Neden gidip bir televizyon kanalına ya da vericiye maddi hasar veren bir eylem yapmıyorlar? Unabomber mantığı bunu gerektirmez mi? Ben bu “isyankâr anarşistler”den sahici, riski göze alan, sonuç getiren, uyarıcı etkileri olan bu türden eylemler beklerdim. Yoksa cidden az sayıda insanın takipçisi olduğu kapalı devre bir kültürel yapıyla uğraşmalarını değil. Oysa yazdıklarıyla ve ortaya koydukları sanatsal jestlerle, bir türlü kopamadıkları sanat ortamına farklı biçimlerde de olsa dönüp dönüp yeniden dahil oluyorlar. İsyankâr Teori sayısı da bunu gösteriyor. Eğer sanat ortamlarının dışında, sanatı tümüyle reddeden bir iş yapacaklardıysa neden bu ortamların içinde yer alan bir dergiyi yayına hazırlıyorlar? Neden isyankâr anarşizm üzerine bir yayın yapmak için başka bir pratik formül bulmuyorlar? Aslında tuhaf olan isyankâr anarşizm üzerine bir dosya yapmaları da değil, anarşizmin şu ya da bu akımının -şüphesiz kendi apolitik yaklaşımlarına uyarlayabilecekleri en naif anarşizm şekli olarak bunu buldular- sergilendiği bir dosya yapmaları.

Örneğin Bonnano’nun yazıları isyankâr anarşizmin ne olduğunu anlatırken, Zirveler ve Karşı Zirveler başlıklı yazı da küreselleşme karşıtı protestoları eleştiriyordu. Aslında özellikle böyle bir yazıyı seçmeleri yaşayan somut toplumsal mücadelelerden değil tepkisel, negatif ve apolıtık bir tavırla hareket ettiklerini açıkca gösteriyor. Bu tavır onların gerçek bir siyasi sorunları olmadığını, toplumsal yaşamı dönüştürmek için bir iş yapmadıklarını ortaya koyuyor. Anarşizmin naif bir versiyonunun iyice karikatürleşmiş ve anti-otoriterlikle ilgisi kalmamış bir tezahürüne indirgedikleri kendi isyankâr anarşizm yorumları, sanatı, kültür kurumları içerisinde uğradığı kirlenmeden kurtaracak romantik sanatçı imgelemlerine tam tamına tekabül ediyor. Sanatı kurtarmak için onu katletmek. Ama bunu bile yapamıyorlar. Yapabildikleri tek şey güncel sanat ortamına dedikodu malzemesi sağlamak ve artık kimsenin umursamadığı kendini tekrarlayan stereotip eylemler yapmak. Mesela derginin sonundaki Mike Kelly Nasıldı Ama adlı yazıda yıllar önce yaptıkları bir sanat-sabotaj eylemini kendi ağızlarından anlatıyorlar. Bu eylem, bugüne kadar yaptıkları eylemlerin bir örneği olduğu ve muhtemelen de başka insanlara “model” oluşturması için konulmuş. Herhalde sanat dünyasına isyankâr anarşist bir müdahalenin örneğini oluşturacağını düşündüler. İyi ama bunu yapacak olan kim? Sanatçılar mı yoksa anarşistler mi?

Brener ve Schurz’un hem sanatçılar hem de radikal siyasi pratikler içindeki insanlar gözünde birbirini tamamlayacak yanlış anlamalara yol açtıklarını düşünüyorum. Anarşistlerin daha önce ya hiç bilmedikleri ya da pek benimsemeyecekleri bir derginin birden bire anarşizmin belirli bir akımını anlatan bir sayıyla onların ilgi alanlarına girişi aslında tümüyle şüpheyle karşılamaları gereken bir vaka. Benzer şekilde daha önce anarşizme odaklanmayan bir güncel sanat dergisinin böyle ham bir sayıyla birden bire anarşizm dergisi oluvermesi de sanatçılar açısından aynı şekilde hem özelde bu sayıya hem de genel olarak anarşizme karşı ziyadesiyle şüphe yaratacak bir durum. Elimizdeki bu nesne -eğer öyle bir şey varsa- radikal ya da anarşist bir siyasetin sanattaki tezahürü değil. Ne de sanat ve radikal siyaset ilişkisine dair bir yayın. art-ist dergisinin arayışında olduğu daha siyasileşmiş bir sanat anlayışına cevap da oluşturmuyor. Zira art-ist’in, Kosova’nın da yukarıda andığım yazısında belirttiği gibi sanat alanını tümüyle iptal edecek, terkedecek bir stratejiye göre kurgulanmış bir takım etkinliklere gereksinim duymadığı halen bu dergiyi çıkarıyor ve sanat üretimine devam ediyor olmalarıyla ortada. Sanatın siyasileşmesinin en kaba versiyonlarından biri olan sosyalist gerçekçilik bile sanat alanını tümüyle iptal etmek üzerine değil, bağımsız varoluşunu parti siyasetine bağımlı kılmak üzerine kurulmuştu. Angaje sanat yaklaşımı ya da politik avangart da eninde sonunda sanat sisteminin içten dönüşümünü talep eden, sanat kavramı ile sanatsal pratiklerin tanım sınırlarını genişleten sonuçlar vermişlerdi. Burada ortaya konulansa ilk bakışta bizi bir yanılsamaya sokarak bütünüyle sanat dışı bir devrimci pratiğe dair çağrıda bulunuyor görünse de aslında Brener ve Schurz’un kendi yazılarında sürekli olarak sanat üzerinden eleştirilerini kurgulamaları, hazırlanan sayının asıl okuyucusunun sanatçılar olduğunu gösteriyor. art-ist’in ve okuyucularının hâlâ karşılanmamış olan ihtiyacına karşılık arayacak bir sayı kotarmak yerine bu iyi niyetli talebi egoistçe istismar ederek kendilerini tatmin eden bir iş yaptılar ve çekip gittiler, ne bir tartışma ne de sanatsal bir hareketlenme. Tartışılacak bir şey de yoktu. Ellerindeki nesne sıçılacak bir müze ya da spreyle boyanacak bir Maleviç değildi, sadece bir dergiydi. Şu bildiğimiz art-ist dergisinin üzerine isyancı etiketi yapıştırılarak yeniden üretilmesinden oluşan bir nesne. Peki okurların talep etmediği, isyankâr anarşizmi çarpık temsil eden, radikal siyaset - aktivizm - sanat - teori ilişkilerine hiçbir cevabı olmayan, Bonnano ne demiş diye merak edecek bir kaç anarşist okur dışında kimseye hitap etmeyecek olan bu sayı, karşılığını bulamayacak olan bu sürpriz nesne o halde ne işe yarayacak?

Bir dolu cevapsız kalmış soru, Brener ve Schurz’un yaptıkları hiçbirşeyin altını dolduramayışları ve dedikodular... dedikodular... Sonuna kadar kaçmayı vaaz ettikleri gösterinin kıyısına mütevazı bir şekilde çekilip aktivist olarak yaşamlarını sürdürmek yerine, en görünür orta yerlerde sergiledikleri halleriyle oluşturdukları anlamlar zinciri, kendi niyetlerinden bağımsız olarak bir anlama kavuşuyor: Kaçınamadıkları halde gösteriye dahil oldular. Ve art-ist İsyankâr Teori sayısı da yapılanların bir gösteri olduğunu kanıtlayan nesneleşmiş bir belge olarak okunmadan tartışılmadan raflarımızda duracak. Baktığımızda metinleri değil hadiseleri hatırlayacağız. Tam da bunu biliyormuşcasına kapağın üstüne bir sticker olarak yapıştırılmış İsyankâr Teori dosyasının içindekiler metni. Daha
önceki art-ist kapak tasarımlarına inat. Ama o sticker’ı, o isyancı etiketini söküp atarsanız art-ist’in ve Türkiyeli sanatçıların hâlâ aynı ihtiyaçları ve talepleriyle bekleyip durduğunu göreceksiniz.




Not: art-ist’in yayın yönetmeni Halil Altındere hazırlanacak sayı için çeviri yapıp yapamayacağımı sorduğunda kabul etmiştim. Zira onun kaygısı anarşizm ile ilgili metinleri daha önce anarşist yazılar çevirmiş birisinin yapmasını istemesiydi. Mâkul bir gerekçeydi ve kabul ettim, ancak araya Siyahî dergisinin işleri girince yazıların tamamını değil ancak bir kısmını yapabileceğimi söyledim, ve derginin çeviri işleri böylece profesyonel başka bir çevirmene verildi -bir kısmını da Süreyyya Evren üstlendi. Böylece Süreyyya Evren’le birlikte içeriğine ve editoryal karar alma süreçlerine hiçbir şekilde karışmadığımız ama genel olarak anarşist çalışmalara ve art-ist dergisine yakınlığımız dolayısıyla İsyankâr Teori özel sayısının üretimi sürecine de dahil olmuş olduk. Aslında herkes gibi! Brener’lerin tamamen serbest bırakıldıklarında ve ellerine olanak verildiğinde ne yapacaklarını herkes görmek istiyordu. O yüzden burada geçirdikleri iki aylık pratik ve derginin hazırlanmasında yaptıkları seçimler, sanat dünyasına kendi siyasetleriyle karşı çıkışlarını ilgiyle izleyen bir kitle için “peki kastedilen tam olarak nedir?” sorusunu da yanıtladı.


Siyahi dergisi, sayı 3, Mart 2005 

Anarşi kavramı

Bütün toplumsal ve psişik özgürleşmelerin ortak noktası, insanı birey ya da topluluk halinde tabi kılıp yönetilebilir bir varlığa indirgeyen...