Giriş:
İstanbul’da
geçen yıl, 1 Mayıs 2007’de, şehrin Taksim Meydanı dahil olmak üzere çok önemli
meydanlarını şehir içi çatışma alanlarına çeviren olaylar ve merkezi bölgelerdeki
tüm ulaşım sisteminin engellenmesi ve ana geçiş noktalarının sıkıyönetim
mantığı ile kontrol altına alınması, ilk bakışta yasalara uymayan solcularla
ceberrut bir valinin onları bastırma çabası yüzünden gerçeklemiş bir
inatlaşmadan doğmuş gibi görünüyordu. Yine her zamanki gibi, solcularla
polisler çatışması olarak sunulan bu olayların arkasında kentin kamuya ait mekanlarında
siyaset yapmak için gösterilen çaba ile bunu kontrol etmeye ve engellemeye
çalışan siyasal iktidar ve kent yönetimi arasındaki klasik çatışma manzarasından
daha ayrıntılı bir bakış gerektiren bir çatışma yaşandığı söylenebilir. Bu
nedenle eylemcilerin ve kolluk güçlerinin bakış açılarını belirleyen ve
davranış biçimini gerekçelendiren dönüşümün ve hafızanın ne olduğunu incelemek gerekiyor.
2007
1 Mayıs’ını son on yılın diğer “sakin” 1 Mayıs’larından ayıran hadiselerin
başlangıç noktası Disk başta olmak üzere çeşitli işçi örgütlerinin ve sol
siyasal partilerin Taksim meydanında yasal kutlama için başvuru yapması oldu.
Uzun süren girişimler valilik tarafından olumsuz şekilde karşılanınca, bu kez
Disk’in çağrısıyla bazı örgütler yasal izin verilmese de mitingi Taksim’de yapacaklarını
ve 1 Mayıs 1977’de failleri halen bulunanamış(!) olan katilamın sorumlularının
tekrar soruşturulması talebini dile getirmek ve bu kez toplumsal adaletin
yerini bulması ve aynı zamanda da katliamda ölenlerin anılması amacıyla Taksim’e
çıkacaklarını ilan ettiler.[1]
Bunu derhal Valilik, Emniyet müdürlüğü ve bazı gazetelerin Taksim’de provokasyonlar
yaşanabileceği ve ne olursa olsun hiç bir surette Taksim’de 1 Mayıs’a izin
verilmeyeceği açıklamaları takip etti. Tarafların Taksim üzerindeki bu
inatlaşmaları her iki taraf için de Taksim’in çok önemli bi simgesellik
taşıdığının çok açık bir kanıtıdır.
Taksim Meydanı’nın Simgesel Değeri
ve Popülerliği
Haber
bültenlerinde İstanbul ile ilgili bir haber yapılacağı zaman bu dev şehrin pek
çok farklı bölgesinden ziyade Taksim meydanı ve İstiklâl Caddesinden alınan
görüntüler ön plana çıkar. Türkiye’nin her yerindeki televizyon izleyicileri,
konu her ne olursa olsun İstanbul şehrine dair haberlerde sıkça öne çıkarılan
bu mekanı, hiç görmemiş bile olsalar, bildikleri yaşadıkları bir şehrin çok
merkezi bir meydanı olarak tecrübe ediyorlar. Bu durum genellikle muhaberlerin
ve program yapımcılarının kolaycılığından kaynaklanmakla birlikte Taksim
Meydanı’nın yalnızca istanbul için değil neredeyse tüm Türkiye için, üzerinde
ideolojik ve siyasi çekişmelerin yaşandığı bir simge olmasından da ileri gelir.
Bu nedenle söz gelimi yakın geçmişteki Taksim Meydanına Cami yapma önerisi ya
da AKP’nin Taksim Meydanı’ndaki Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkma önerisi
karşısında çıkan tartışma salt kentsel mekanın düzenlenmesine dair bir planlama
tartışması olarak kalmaz, tartışmanın tüm tarafları açısından Türkiye’nin en
önemli meydanı sağladığı simgesel rantı paylaşma için verilen bir hegemonya
mücadelesi olarak tanımlanabilir. Bu nedenle Taksim Meydanı Türkiye’nin
metropollerinden birisinin herhangi bir meydanı değil, anlamı, simgesel değeri
bu nedenle her türden çevre düzenlenmesiyle Tüm türkiye’yi ilgilendiren bir
konu olagelmiştir. Bunun başta gelen sebebi mekanın öncelikle Türkiye’nin
kuruluş mücadelesi, cumhuriyet değerleri ve modernlik ile ilişkilendirilen bir
mekan olmasıdır. Mekana bu değeri veren şey herşeyden önce Taksim’e 1928
yılında yapılmış ve Taksim meydanının bugünkü düzenlenişinin kabahatlarını
sağlamış olan Taksim Cumhuriyet Anıtı’dır. Mekanın değerini tanımlayan ikinci
önemli unsur da modernist bir mimari anlayışla tasarlanan ve 1970’te
tamamlanarak çağdaş, batılı bir ülke olmanın göstergelerinden birisi olarak
–opera, bale, tyatro, sergi, kongre gibi– kültür etkinlikleri sunan Atatürk
Kültür Merkezi’dir. Anıt ve çevresinin, öncelikle İstanbul’daki cumhuriyet ve
modernlikle ilgili resmi ve gayri resmi kutlamalar ya da Cumhuriyet
değerlerinin savunulması bakımından gerçekleştirilen kimi protestolar için
İstanbul’daki başlıca mekanlardan biri olmasıdır.[2]
Bunun yanı sıra, şehrin iş tarifiği bakımından en yoğun geçiş bölgelerinden
birisinde bulunur. Aynı zamanda 150 yıla yakın bir süredir batılı bir eğlenme
ve kültür anlayışının hakim olduğu ve buradaki kültürel üretimlerin ve eğlence
anlayışlarının Türkiye geneline de etkide bulunduğu, bugün için ülkenin en
büyük eğlence alanı olan Beyoğlu’na başlıca giriş noktasında bulunması
nedeniyle de olağan buluşma ve bekleme yerlerinden birisi olması, İstanbul
ahalisinin en bilindik yerlerinden birisi olarak ayrıcalıklı bir konuma
ulaşmasına yol açmıştır.
Yaklaşık
10 küsur yıldan beri siyasi içeriği farklı olan siyasal toplantıların,
mitinglerin, yılbaşı ve milli bayram kutlamalarının kent yöneticilerinin izni,
koruması ve hatta bizzat organizasyonu altında yapılabildiği, çoğu zaman
izinsiz de olabilen bu kutlamalar ve nümayişlere kolluk güçlerinin kolaylık
sağladığı ve hatta görmezden gelindiği de ayrıntılı kanıt gerektirmeden
hafızalarımızı yoklayarak doğrulayabileceğimiz bir olgu. İlk kez 2000 yılında
resmi olarak desteklenen ve sonraki her yıl organazasyonu da bizzat devlet
eliyle gerçekleştirilen yılbaşı kutlamaları ve bunun yanı sıra 28 Şubat süreci
sonrasında popüler milliyetçiliğin pompalandığı bir şov olarak yine devlet
tarafından organize edilen milli bayram kutlamaları, ve yanı sıra zaman zaman
histerik milliyetçilik gösterilerine dönüşebilen futbol taraftar kutlamaları da
bu mekan’ın nümayiş envanterinde özel birer yer edinmişlerdir. Özellikle dev
kitlesel eğlence nitelikli kutlamaların ciddi bir güvenlik zafiyeti taşıdığı ve
buna karşın güvenlik güçlerinin bu açığı ciddi bir tehdit olarak görmek yerine
vakayı adiyeden saydıkları da bilinen bir gerçektir. Son bir kaç yıldır yılbaşı
kutlamalarında yaşanan ve ulusal erkeklik gururu taşkınlığının saldırganlığa
dönüştüğü kural tanımaz taciz girişimlerinin yanı sıra yabancı milli takım taraftarları
ile kanlı bıçaklı çatışmaların da mekanı olur Taksim meydanı zaman zaman. Bu
örneklerin tümü, sosyal olayları ve sosyal mücadeleleri kontrol altında tutmaya
çalışan kent yönetimlerinin sol içerikli nümayişler dışındakilerin tümüne karşı
oldukça tolerans gösterdiklerinin yeterli kanıtı sayılmalı. Özellikle son on
yolda Taksim’in tüm toplumsal tabakalar ve eğilimler açısından, maksadı ne
olursa olsun yapılacak her türlü siyasi nümayiş veya sıradan eğlenti için, İstanbul’un
diğer bütün meydanları ve mekanlarından daha değerli, simgesel olarak daha
önemli bir mekan olma özelliği taşıdığını gösteriyor. Taksim meydanı, bu tür
kitlesel kutlamalara evsahipliği ettiği zamanlarda, sırf mekanın simgesel
değerinin sağladığı popülerlik yüzünden özellikle alt sınıflara mensup
ağırlıklı olarak gençlik gruplarının, sıradan zamanlarda mekansal ayrışma
nedeniyle pek az yaşayabildikleri sosyal karşılaşmaların, neredeyse bir tür
sınıfsal hınçla ilişkili tehditkar bir karşılaşma şeklinde şekilde
sahnelendiği, ve toplumsal cinsiyet karmaşalarından, çok katmanlı
tatminsizliklerden doğan nefretin sergilendiği bir sosyal karşılaşma alanına da
dönüştürüyor. Tüm bunlar Taksim Meydanı’nın Kent yönetimi ve kolluk güçleri
tarafından tanımlanışına etki edecek faktörler olmasına rağmen burası için en
tehlikeli unsuru sol siyasal içerikli nümayişler için bu mekanı kullanmak
isteyen muhalif gruplar şeklinde kodluyor idareciler.
Hafıza ve Mekan: 1 Mayıs ve Taksim Meydanı
1
mayıs 2007’de neler olduğunu bir asayiş meselesinin ötesinde anlamaya çalışmak
olayı bir sosyal tarihe sahip, radikal solun kolektif hafızasına ilişkin bir
konu olarak ele almayı gerektirir. İşçi sınıfı hareketleri tarihinde dünya
işçileri arasındaki dayanışmanın uluslarası günü olarak tüm dünyada kabul gören
bu günün tarihi 1 Mayıs 1886’da Chicago’daki Haymarket Meydanı’nda 8
saatlik işgünü talebi için (o yıllarda işgünü 14 – 16 saat civarında idi)
verilen mücadelenin bir parçası olan bir işçi mitinginde polis tarafından bir
provokasyon gerçekleştirilir ve ardından gelen tutuklamaları takiben 8 işçi
haklarındaki düzmece suçlamalarla idam edilirler. Bu yüzden tarihsel olarak 1 Mayıs,
özel olarak 8 saatlik işgünü talebinin yüksek sesle dile getirilmesinin –
sonraki bir kaç yıl içinde bu hak elde edilecektir- hem de her yıl tüm dünyada
işçilerin, ve giderek daha da geniş anlamda sınıf mücadelesiyle ittifak halindeki
tüm sosyal hareketlerin dayanışmasını ifade eden bir gün olarak kutlanır. Bu günün tarihinde özellikle geçen yüzyılın
ilk çeğreğinde tıpkı pekçok provokasyon, kanlı bastırma çabaları ve ayaklanmalar
vardır. Bu nedenle 1 Mayıs günleri dünyanın her yerinde hem dayanışmanın sembolü
olduğu kadar hem de mücadelede verilen kayıpların anılarını bugüne taşıyarak
mücadele motivasyonunu ve direnci arttıracak bir hafıza tazeleyicisi
olagelmişlerdir.[3]
Sembolik de olsa her 1Mayıs’ta bu günün tarihi anlamına dair kısa bir konuşma
yapılması veya dağıtılan bildirilerde ve siyasi dergilerdeki yazılarda
Haymarket’e ve 19. Yüzyıl işçi sınıfı mücadelesinin 8 saatlik işgünü mücadelesinin
hatırlatılması hafıza tazeleme yeri olarak 1 Mayıs etkinliği, güncel politik
eleştirilerin yapılmasının ötesinde bir ritüel olduğunu gösterir.
Osmanlı dönreminde 1909’de yapılan ilk kutlamasından 1927’de yeni kurulan
Cumhuriyetin izin verdiği son kutlamaya
kadar çeşitli kesintilerle 1 Mayıs’lar kutlanmış bu tarihten sonra elli yıl boyunca hiçbir 1
mayıs’a yasal izin verilmemiştir. 1975 yılında
1 Mayıs, yarım asırlık bir zamanın ardından, İstanbul Tepebaşı’nda yapılan bir
toplantıyla kutlandı. 1976 yılında on binlerce işçi 1 Mayıs’ta Taksim
Meydanı’ndaydı. DİSK tarafından düzenlenen miting için Beşiktaş’tan başlayan
yürüyüş Taksim’de son bulmuş ve kitlesel bir 1 Mayıs kutlaması
gerçekleştirilmişti. Cumhuriyet tarihindeki 50 yıllık bir baskı döneminden
sonraki ilk 1 mayıs kutlaması olan 1975’ten itibaren 1978’e kadar 1 Mayıs’lar
yapıldı ancak 1979’da 1980’de tekrar yasaklandı ve o günlerde İstanbul’da
sıkıyönetim uygulandı. Ta ki yeniden 1 Mayıs’ların kutlanması 1991 yılına kadar
yasak kaldı.[4] Tüm
Cumhuriyet tarihi boyunca 1976-77-78 yıllarında Disk’in organizasyonuyla 1
Mayıs’ların yalnızca 3 defa Taksim’de yapılabilmesi söz konusu olduğuna göre bu
meydanın 1 mayıs için özel anlam taşımasının çok da uzun bir tarihi olduğu
söylenemez. 1975’ten başlayarak 78’e kadar Taksim’in 1 mayıs alanı olarak
tespit edilmesi aslında DİSK’in verdiği kararla ilglidir. O dönemin sol
gruplarının ve örgütlerinin bugün olduğu gibi mitingin Taksim’de olması için
bir baskısı yoktu. Taksim’in simgeleşmesi daha sonradan gerçekleşti.[5]
Türkiye’de
soyyalist hareketlerin 1961 anayasasının sağladığı göreli özgürlük ve
örgütlenme hakları sayesinde genişlemesi ve takiben 1968’deki dünya genelindeki
sol ayaklanmacı dalga türkiye’yi de etkilemiş, bir yandan da sendikal
örgütlenmeler ve Türkiye İşçi Partisi gibi işçi snıfı örgütlerinin ortaya
çıkması 12 Mart 1971 Askeri Muhtırasına rağmen 1970lerde artarak büyüyen bir
sosyal hareketlilik ve sınıf hareketi doğmasına yol açtı. Bu dönemde solun
giderek büyümesi ve iktidardakiler açısından tehlikeli bir gelişme olarak
algılanması, iktidarın sol hareketi kriminalize ederek bastırmak suretiyle en
sonunda 12 Eylül Askeri Darbesine giden yolu açmak şeklinde bir önleme
başvurmalarına yol açtı.[6]
1977 1 Mayıs’ı şimdiye kadar Türkiye’deki kitlesel sol eylemlerin tarihindeki
gelmiş geçmiş en büyük eylem olmuştur. Daha 1976’daki 1 Mayıs mitinginin
katılım düzeyi bir sonraki senenin daha da büyük olacağının habercisiydi. Çeşitli
kaynaklara göre 77 1 Mayıs’ı 350.000, 500.000 hatta daha meydana girememiş ve
dolmabahçe veya harbiye tarafına uzanan kitleleri de hesaba katarak kimileri
1-1,5 milyon kişilik bi katılımdan söz
eder. En küçük rakamı bile veri alsak bu Türkiye sol tarihi açısından hala
devasa bir rakamdır.
Bir çok
kişisel tanıklığın ve bu konuda yapılmış belgesel araştırmaların kanıtlamaya
çalıştığı üzere 1 Mayıs 1977’de Taksim meydanını dolduran devasa kalabalık
karşısında önceden planlanmış bir provokasyon gerçekleşir ve 34 kişi ölür.
Olayın ayrıntıları bir yana bu olayın sonraki dönemde olayı değerlendirenler
açısından büyük bir kırılma olarak adlandırıldığın görürüz. Çeşitli yorumculara
göre 12 Eylül Cuntasına giden yol bu kırılma noktasında başlamıştır.[7]
Meral Jefroudi’nin de ifade ettiği gibi, kimi anlatımlarda “bastırılmaya gerek duyulan devrimci solun
kuvvetinin kanıtı” 1 Mayıs 1977 katliamıdır.[8]
Seksen öncesinde izinli olarak gerçekleştirilebilen son bir mayıs mitingi de
yine Taksim meydanında olmuş ve mitingin esas meselesi bir yıl önceki katliamın
sorumlularının bulunup ortaya çıkarılması olmuştur. Ardından gelen süreçte
türkiye’nin geçirdiği en karanlık faşizan dönem yaşanır. Dolayısıyla 77’nin
hesabının görülmemiş oluşu bu hayaletin sonraki tüm 1 Mayıs’larda hafızaları
ziyaret etmesine yol açmıştır. Hem iktidardakiler açısından hem de sol
muhalifler açısısından. 1980’den sonraki dönemde 1 Mayıs’ın kutlanmasıülke
genelinde 1991’e kadar yasak olduğu halde 1989’da Taksim meydanında korsan
gösteri yapmaya çalışan yaklaşık 5 bin kişilik bir gruptan bir kişi bir polisin
hedef gözeterek açtığı ateş sonucu yaşamını yitirir. Bir yıl sonra 1990’da bu
kez benzer bir olayda bir kadın yine polisin açtığı ateşte omurgasından aldığı
kurşun yarası nedeniyle felç kalır. Takip eden 1991 yılından 1995’e kadar 1
Mayıs’ın kutlanması Gaziosmanpaşa, Pendik, Çağlayan gibi bir anlamda mitingi
şehirden yalıtmaya elverişli mekanlarda izinle yapılır ve 1995’te yeniden
şehrin merkezine doğru yakınlaşarak bu kez Kadıköy’e izin verilir. Ancak bir
sonraki yıl yani 1996’da 100.000 kişinin katıldığı ’80 sonrasının şu ana kadar
ki en kitlesel 1 Mayıs’ı da şiddet yoluyla müdahale’den payını alır. Polis’in
yüksek binaların çatısından dürbünlü tüfeklerle hedef gözeterek açtığı ateş
sonucu 3 kişinin ölmesi Kadıköy’ün savaş alanına dönmesine yol açar ve olaylar
ancak akşama doğru diner. Bu olay bir anlamda 77’nin hayaletinin geri gelmesi
demektir. Daha birisinin geçmişi ile hesaplaşılmadan 20 yıl sonra bu kez yeni
bir olayla 1 Mayıs kriminalize edilir, ve bir kaç kadıköy yerine Çağlayan’a
kapatılır 1 mayıs’lar.
Sosyalistler
arasında bu konudaki yaygın bilinç, 1977 1 Mayıs’ını ve bu nedenle de Taksim
meydanının, o dönemi yaşamışlar ve tanık olmuş kişiler yanı sıra, bir hatırlama
mekanı haline gelmesi nedeniyle sonraki kuşakların da ortak anıları içinde yer
edinmesi nedeniyle büyük önem tanışan bir simgesel mekan kılmıştır.[9]
Bu nedenle günün birinde Taksim meydanı’nda özgürce muhalif mitingler yapmak, 1
Mayıs’ı kutlamak 12 Eylül hukununun izlerinin ve yarattığı düzenin açıkça
sürdüğü günümüzde, geleceği demokratikleştirmek için gerekli bir geçmişe
hesaplaşma anlamına gelir. Aynı zamanda devrimciler nezdinde o tarihte
yitirilen imkanı tekrar geri kazanmak, kaybedilen anı yeniden yaşamak anlamında
Taksim’de yapılacak bir Mayıs’ın çok büyük bir önemi vardır. Bu nedenle 80
sonrası dönemde ilk yasal 1 mayıs Mitingi 1991 yılında Gaziosmanpaşa’da
gerçekleştirilmesine katılımcıların neredeyse tamamı o yıldan sonra belirlenmiş
miting alanlarına gitmesine rağmen 1989’dan başlayarak her yıl taksim’de küçük
çaplı bir korsan gösteri yapılmış ve bu kişiler polisin saldıracağını ve
gözaltına alacağını bile bu alana
gitmeye çalışmışlardır. Ve yine hemen her yıl yasal bir mayıs kutlamaları önce
düzenleme komitesinden sınırlı sayıda yetkili kişinin kazancı yokuşu başındaki
karanfilli anmasıyla başlar. Buna karşın ilk kez geçen, 1977’nin 30. Yılı
vesilesiyle bir anlamda 12 Eylül Rejimi ve derin devletle hesaplaşmanın miladı olması
açısından Taksim meydanı’nda miting yapma girişimi açık olarak ilan edilmiş bir
korsan gösteri haline getirilmiştir.
1977
1 Mayıs’ının 30. yılını anmak adına Taksim meydanına Valilik izin vermediği
halde neredeyse o bölgeye ve civar bölgelere ulaşabilen tüm eylemcilerin
katılımıyla hemen hemen tüm istanbul’a yayılan dev bir korsan gösteriye
dönüştürülen 2007 1 Mayıs’ının arkaplanında tüm bu saydığımız mekan ve kolektif
hafıza ilişkisi yatar. 19 Ocak’ta Hrant Dink’in apaçık bir komplo yoluyla
katledilmesinin ardından yapılan 8 km’lik dev cenaze yürüyüşü, takip eden
tartışmalar, ve sonrasında dev katılımlı Cumhuriyet Mitingi gibi olaylar kamuya
ait kentsel mekanlarda artık açıktan açığa yürüyen ama adı konuşmamış bir
karşılıklı sembolik mücadelelere dönüştü 2007 yılında. Bu nedenle 1 mayıs
2007’yi sadece bu tarihin kendi anlamına içkin bir olay olarak da
değerlendiremeyiz. Sonuçta eylemciler açısından hem mekana dair kolektif
hafızayla ilgili hem de siyasal konjonktürün kamuya ait mekanlarda kitlesel
protestoları giderek yaygınlaştırdığı bir dönemle ilgili bir gelişmeydi
yaşanan.
2007
yılında yapılacak 1 mayıs’ın bir tür rövanş gibi algılanması karşısında kentin
kolluk güçlerinin tedirginliğe düşmesi ve kalesini simgesel olarak düşürmemesi
için şiddet kullanması kendi mantığı açısından ilk bakışta anlaşılır olmakla
beraber yine de valiliğin başvurduğu güvenlik önlemlerinin dozunu ve yaşanan
şehir savaşını, faşist cunta benzeri uygulamayı anlamak için tüm bunlar yeterli
görünmüyor. Nisan ayının ikinci yarısından itibaren düzenleme komitesinin çok
geniş bir katılımla Taksim meydanı için yasal başvuruda bulunması, buna
karşılık takip eden günler boyunca valiliğin Taksim’de 1 Mayıs’ın yapılmaması
için hiçbir geçerli açıklama sunmayıp “yalnızca illegal grupların bugün provokatif eylemler
için hazırlandıklarını”[10]
ilan ederek kamuoyu yaratması çalışması Taksimi’in gerçekte neden
sol bir eyleme kapalı olduğunu örtbas eden bir açıklamaydı. Zira, çeşitli
zamanlarda güvenlik zaafiyeti de taşıyan bir takım etkinlikler ve eylemlere
açık olan Taksim’in şehrin başka herhangi bir yerinde yapılmasına izin verilen
sol etkinlikler için kapalı olması tam da mekanın kolektif hafızada tuttuğu
yerin siyasal olarak çok güçlü bir anlamı olması ile ilgiliydi.
Polis’in yapısal dönüşümü ve polis
müdahalesinin diğer boyutu
İstanbul
genelindeki sıkıyönetim uygulamaları ve İstanbul’un bir günlüğüne sıkı yönetim
uygulamasına tabi tutulmasının ayrıntılarına baktığımızda, son derece katı bir
dzi tedbir görüyoruz. Şehrin çeşitli bölgelerinden gelen katılımcıların şehir
dışı bölgelerde durdurulması, kent genelinde çok geniş arama kontrol noktaları oluşturulması, eyleme başlamak için
oluşturulan toplanma alanı olan Beşiktaş ve Dolmabahçe’de ölçüsüz ve kontrolsüz
bir şiddet kullanımı yoluyla insanların ağır şekilde yaralanması, ana akış
noktalarında ulaşımın tümüyle engellenmesi yüzünden bütün kentin trafiğinin
kilitlenmesi ve tüm İstanbul halkının yürüyerek işyerine gitmek zorunda kalması
ya da gidememesi, polisin eylemle ilgili olsun olmasın birçok insana şiddet
uygulaması ve sert davranması gibi bir çok vaka yaşanmıştır. Tüm bu
uygulamaların ardında yalnızca 1 mayıs’ı engellemek isteyen bir antığın çok
ötesinde polisin yetkilerini genişleten ve kamusal alanda siyaset yapmayı,
hatta en hafif muhalefeti bile orantısız bir sertlik yoluyla bastırmayı öngören
türden bir yapısal değişimin yattığı gözlemleniyor.
Amerika
ve İngiltere’de özellikle 1970lerdeki kent temelli sosyal hareketlere karşı
polisin giderek neoliberal uygulamaların da etkisiyle militerleşmesi şeklinde
bir değişim yaşanmış ve bu süreç bizatihi devletin propagandası yoluyla kenteki
güvenlik eksikliğine yönelik vurgunun artmaasına bu yüzden de polisin şiddet
araçlarına başvurmasının giderek daha fazla meşrulaşmasına sebep olmuştur.
Polis tekilatlarında ordu ile işbirliği içinde geliştirilen birimler kentteki
sosyal hareketlerin kontrol altında tutulması için uzmanlaşmıştır. Bu süreci
hızlandıran en önemli gelişme ise 11 Eylül 2001 sonrasında güvenlik ihtiyacını
ciddi bir ticari kazanç haline getiren neoliberal süreç ve bunun kent yaşamında
demokratik hakları azaltan sonuçlarıdır. Polis teşkilatları kamu hizmeti veren
kuruluşlar olmaktan cezalandırıcı bir kuruluş olmaya doğru dönüşüm
geçirmektedir. Türkiye’deki polisin geçirdiği değişimde, bu iki ülkede yaşanan
değişimleri takip ederek ve buralardan gerekli bilgi ve organizasyon modeli transferlerini
yapıp teşkilat yapısında dönüşüme gidilmesi etkili olmuştur. Bunun sonucunda
polisin İstanbul gibi büyük kentlerdeki sosyal hayat üzerindeki demokratik
denetime tabi olmayan hakimiyeti artmıştır.[11]
Bunun en belirgin göstergelerinden birisi de elektronik gözetim ve takip
sistemlerinin 2005 yılından itibaren byük kentlerde hayata geçirilmesi
olmuştur. Böylelikle polisin hem teşkilat yapısında ve yetkilerinde hem de
teçhizatında yaşana değişiklik, günümüzde toplumsal olaylara yapılan
müdahalelerin neredeyse askeri bir operasyon haline gelişine dair gözlemlerin
doğrulandığını gösteriyor.[12]
Sonuç:
2007’de
1 Mayıs’ı Taksim’de gerçekleştimek isteyen düzenleme komitesi ve diğer
destekleyen siyasi partiler, Türkiye’deki en geniş kapsamlı toplumsal
muhalefeti temsil eden çeşitli sivil toplum örgütleri, işçi sendikaları ve
siyasal partiler gibi meşru politik yapılardı. Her ne kadar talepleri yasal olarak
karşılanmamış olsa da hareket tarzları bakımından mitinge yönelik organizasyon
ve hazırlıkları herhangi bir yasal miting kadar düzenli ve barışçıl bir eylem
düzenleneceği yargısını doğuruyordu. Bu konuda ertesi günlerde yapılan tüm
basın açıklamaları ve kınamalar da aynı vurguyu yapmaktaydı.
Talep
edilen mekanın tarihsel hafızası, bugün Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda
çaba sarfedenlerin geçmişle hesaplaşma amaçları ile uyumlu olduğundan ötürü
2007 1 Mayıs’ını taksimde gerçekleştirmek isteyenlerin aslında kamusal alanın
demokratikleşmesine yönelik bir siyasal baskı oluşturmak üzere bir tür sivil
itaatsizlik eylemi yaptıkları da düşünülebilir. Çünkü aslında 1 Mayıs kutlaması
yasak değildir. 1 mayıs’ın belirlenmiş alanın dışında kutlanmak istenmesidir
asıl mesele. Taksim’de bu mitingi gerçekleştirmek isteyenler bu anlamda bir
sivil itaatsizlik eylemi gerçekleştirmiş ve bu eylemi Beşiktaş, Dolmabahçe,
Tophane, Tarlabaşı, Gümüşsuyu, İstiklal Caddesi gibi çok geniş bir alana yaymışlardır.
Bütün engellemelere rağmen şehrin çko geniş bir sahasına yayılan eylemle,
gösteriler ve çatışmaların yanı sıra kent sakinlerinin yaşadıkları ulaşım
sıkıntısına ögsterdikleri tepki, günlerce konuşulan bir yönetim skandalı olarak
hafızalarda yer etti ve yaratılmak istenen kriminalleştirme etkisinden çok daha
fazla etkili oldu. Öte yandan eylemcilerin bir kısmının bile olsa polis
kontrolünde Taksim Meydanı’na ulaşıp orada 1977’de ölenleri anmaları, genelde
tüm engellemelere rağmen amaca ulaşıldığı duygusunu yaydı.[13]
Bu
olayın değerlendirilmesinin sonucunda, kent mekanının farklı sosyal sınıflar ve
politik bakış açıları için faklı anlamlandırma çerçevelerinden yorumlandığını
görüyoruz. Kentin kamuya ait açık mekanlarında nümayiş, protest ve miting gibi
simgesel ve iletişimsel amaçlar da içeren etkinlikler yoluyla gerçekleştirilmek
istenilen siyasal eylemlerin o mekanların gündelik işlevsel algılanışından
bambaşka anlamlandırma çerçeveleriyle yorumlandığını söyleyebiliriz. Taksim
örneğinde, mekana yönelik siyasal mücadelenin o mekanın doğrudan temellük
edilmesi veya kontrolünün ele geçirilmesi mücadelesinden olmayıp o mekanının
anlamının kolektif hafızadaki konumunu değiştirmek ve bunun sonucunda iktidar
ile ilişkilerde bir simgesel kazanım elde etme mücadelesi olduğu açık hale
geliyor. Bu simgesel mücadelenin eninde sonunda gerçekten de kamusal alanda
ezilen sınıfların taleplerinin karşılanmasını ve sosyal adaleti sağlayacak bir
demokratikleşme adına yürütülen ve gerektiğinde yanına geçmişin hayaletlerini
de alan bir mücadele: “1 Mayıs 1977 anlatılarının merkezinde ‘devrimin
hayaleti’ gezinmektedir. “Hem var hem
yok” olan imkanın, bir zamanlar sahip olunup yitirilen imkanın hayaletidir
gezinen. Daha ölmemiş, kurban gittiği adaletsizliğin öcünü almak iin etrafta
dolaşmakta, silinip gitmeye direnmektedir. ... .. Evin yeni sahinin korkusuysa,
hayaletin canlanıvermesidir.”[14]Ancak
verilen mücadele, daha şimdiden, yalnızca geçmişin unutulmaya direnen
adaletsizliğinin değil şu anda o adaletsizliğin tekrar etmemesi için
gerçekleştirilen direnişin de hikayesi haline gelmeye başlamıştır. 2 Mayıs
2007’den itibaren çok çeşitli sol yayınlarda okuduğumuz anlatıların geçmişin
belleği ile şimdinin deneyimlerinden harmanlayarak gerçekleştirdikleri yorumlar
öykünün unsurlarının artık yenilenmeye başladığını söylüyor bize.[15]
Mekanın simgesel anlamı, o mekanı ilk ve yeniden kolektif olarak deneyimleyenlerce
dönüştürülmeye başlanmıştır artık.
Kaynaklar:
Yazılar:
Osman
Akınhay – “Her Cadde ve Sokak 1 Mayıs Alanı: Eğrisi Doğrusuna Geldi”, Express
sayı 72, Mayıs 2007, s.: 12.
Süleyman
Çelebi, “Bu bir Zincir Kırılmasıdır”, Express sayı 72, Mayıs 2007, s.:
14-15.
Meral
Jefroudi – “1 Mayıs 1977: Hafıza Adalet
ve Devrimin Hayaleti”, Mesele, sayı 5, Mayıs 2007, .
Biriz
Berksoy, “1980 Sonrası Batı’da ve Türkiye’de Polis Teşkilatları”, Toplum ve
Bilim, Sayı 109, 2007.
Gazeteler:
Evrensel
Birgün
Radikal
İnternet
Siteleri:
[1] DİSK • KESK • TMMOB • TTB,
siyasal partiler, meslek odaları, meslek birlikleri, siyasi dergiler,
demokratik kitle örgütleri ve platformların, Taksim Gezi Parkı’nda 1 Mayıs 2007
kutlamalarına ilişkin yaptıkları ortak basın açıklaması için bkz. http://www.1mayis.com/
[2] Örneğin Atatürk Kültür
Merkezi’nin yıkılması üzerine yürütülen tartışmalarda söz alan bir mimarın
meydanın karakterine dair sözleri çok tipik bir bakış açısını yansıtıyor: “Taksim Meydanı’nın Anlamı: Taksim Meydanı,
Cumhuriyet ile özdeşleşmiştir. Meydanın ortasındaki anıt, dört cephesindeki
figürleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve hedeflerini belirler. Bu
anıtın, neden “Tarihi Yarımada” içinde yer almadığının anlamı düşünülmeğe
değer. Çünkü bölge laik bir ortamdadır. Taksim’de ve İstiklal Caddesi üzerinde
aydın ve çağdaş bir çevre gelişmiştir. Kutlamalar ve gösteriler hep burada
olur.” Kaynak. “Mimarlardan Mimarlar Odası’na Mektup”, A. Halûk Sezgin, http://www.mimarist.org/mmektup/index.cfm?sayi=55&RecID=1401, 28 Mart 2007.
[3] Bir mayıslar hakkında dünya ve
türkiye genelinde tarihi bilgiler için çok çeşitli kaynaklara bakılabilir:
Bunlardan en kolay ulaşılabilecek birkaç tanesi: “1 Mayıs'ın Tarihçesi” http://www.1mayis.com/tarih.htm
Nazım Yıldırım, “Tek Bir Ordu, Tek Bir Bayrak, Tek Bir Hedef”, 26 Nisan 2004,
Sınıf Mücadelesinde Marksist Tutum, weblink: http://www.marksist.com/nazim_yildirim/tek_bir_ordu_tek_bir_bayrak_tek_bir_hedef.htm
1 Mayıs'ın
Doğuşu- Tek Bir Amaç İçin, Tek Bir Ordu Gibi”, 05 Nisan 2005, Sendika.org, weblink: http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=2167
[4] “Türkiye’de
1 Mayıs’lar…”, 30 Nisan 2007, Pazartesi, Sol Günlük Siyasi Gazete, http://www.sol.org.tr/index.php?yazino=10374, Türkiye'de 1 Mayıs'lar, http://www.1mayis.com/turkiye.htm
[5] 1 Mayıs 1977 Katliamı, Sosyalist
Barikat 12. Sayı (Nisan 2003)http://www.barikat-lar.de/tarih/77.htm,
[6] Türkiye’deki sol hareketin
1960lardan 1980 askeri darbesine kadar olan dönemindeki gelişmelerin ayıntılı
bir tarihi için bkz: Ergun Aydınoğlu, Türkiye
Solu (1960-1980), Versus Yayınları, 2007.
[7] Konuyla ilgili belgesel
araştırmalardan ikisi için bkz. Nail Güreli, 1 Mayıs 1977 – Türkiye Devrimcilerinin iki Mayıs Belgeseli, Ozan
Yayıncılık 2006 ve Barış Yetkin, Kırılma
Noktası - 1 Mayıs 1977 Olayı, Otopsi Yayınları, 2005.
[8] Meral Jefroudi – “1 Mayıs
1977: Hafıza Adalet ve Devrimin
Hayaleti”, Mesele, sayı 5, Mayıs 2007, s.: 32.
[9] “1 Mayıs 1977’de Taksim’de
olmayanlar, hatta o tarihte daha doğmamış olanlar dahi ‘hatırlar’ 1 Mayıs
1977’yi.
[10] 1 mayıs’ta yapılacak
uygulamalarla ilgili 30 Nisan 2007 tarihli Valilik açıklaması için o günün tüm yayın organlarına bakılabilir.
[11] Biriz Berksoy, “1980 Sonrası
Batı’da ve Türkiye’de Polis Teşkilatları”, Toplum ve Bilim, Sayı 109, 2007.
[12] Konuyla ilgili Çağdaş hukukçular
derneğinin yaptığı “Asker ve polisin uyumlu saldırısı” başlıklı basın
açıklmasına bakılabilir. Kaynak sol günlük gazetesi, 2 Mayıs 2007, weblink http://www.sol.org.tr/index.php?yazino=10448
[13] Handan Koç,
“Günlerin bugün getirdiği”, Express sayı 72, s.: 2, Osman Akınhay, “Her Cadde
ve Sokak 1 Mayıs Alanı: Eğrisi Doğrusuna Geldi”, Express sayı 72, s. 12, ve Süleyman
Çelebi, “Bu bir Zincir Kırılmasıdır”, Express sayı 72, Mayıs 2007, s.:
14-15. Ayrıca düzenleme komitesi
yöneticilerinin “Artık Taksim
1 Mayıs alanı olmuştur” başlıklı 2 Mayıs Tarihli bildirisine bakılabilir,
weblink: http://www.hkmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=2914
[14] Jefroudi, agy, s.: 35.
[15] Örneğin Bianetteki çeşitli
yorumlar bu yönde bir bakış açısını destekliyor. http://www.bianet.org/arsiv/gecmis?rcat_id=71