Anti-militarizmin
ne olduğunu belirleyebilmek için, öncelikle karşı koyduğumuz militarizmi nasıl
ele aldığımızı belirginleştirmeliyiz. Militarizmi kendi başına bir görüngü
olarak tespit etmek yerine, eşitsizliğe ve sömürüye dayalı karmaşık bir
toplumsal yapının, tahakküm ilişkilerinin ve hiyerarşinin bütünleyici bir
boyutu olarak tarif etmek politik bir mücadele alanı olarak anti-militarizmi
nasıl kurguladığımızı belirleyecektir. Meseleye böyle bakmak, elbette her bakış
açısının tartışmasız ortak kabul edebileceği bir anti-militarizm tanımı
yapabileceğimiz anlamına gelmez. Bunun bir diğer sonucu da, tahakküm ilişkileri
içinde militarizmi merkeze koyarken diğer tahakküm ilişkilerini onun çevresinde
konumlandıran, muhalif söylemin merkezine anti-militarizmi yerleştirirken onu
kendi başına bir mücadele alanı olarak yeterli gören, giderek apolitikleşmeye
yazgılı tavrın devrimci bir alternatifini üretmektir.
Kapitalizm ve devlet egemenliği ile
belirlenen modern toplumları türlü eşitsizlik ilişkilerine bölen kırılma
eksenleri çokludur. Birbiri içine eklemlenmiş farklı tahakküm ilişkileri,
devletin zor kullanma hakkını tekelleştirmiş örgütlü bir şiddet aygıtı olarak
tüm bu ilişkilerin bekasını sağlayan garantör rolüyle tamamlanır. Aksi takdirde
toplumsal yapı içerdiği gerilimlerin yarattığı çatışma ile parçalanırdı.
Toplumsal cinsiyet ve sınıf ilişkileri, etnik ve kültürel farklılıklar, yaş ve
bilgiden kaynaklanan otorite, bireylerin devletin ve sermayenin disipliner ve
üşgücüne dayalı talepleri uyarınca terbiye edildiği aile ve okul kurumu,
ücretli çalışma köleliği, hayatın tüm düzenlenişini hiyerarşik hale getirir
tahakkümü sürekli kılar.
Ancak tüm bu tahakküm ilişkilerinin
hepsi toplumun geneli üzerindeki idare, kontrol ve zor aygıtı olarak varlığını
gösteren devletin belirlenimi içinde kalır. Tüm toplumların, egemenlik altında
istikrarlı bir şekilde varlıklarını sürdürmeleri, hem itaat etiğinin
içselleştirilmesi hem ideolojinin uyuşturması hem de şiddetin hayatın her
alanını kaplayan bir tehdit olarak varlığını sürdürmesiyle mümkün olur. Şiddet,
tahakkümün her düzeyde gerçekleşmesindeki başlıca yollardan birisidir. Devletin
hususiyeti, şiddet tehditini kendi tahakkümünün temeline yerleştiren ve şiddet
tekeline sahip yegane iktidar mertebesi olmasıdır. Militarizm bu şiddetin uzmanlaşmış
olarak örgütlenmiş halidir. Bu bakımdan, kendi başına ele alınabilecek bir olgu
olmadığı gibi, diğer tahakküm ilişkilerini üreten ve onların da yeniden
ürettiği bir doğası olduğunu mutlaka belirtmek gerekir.
Yani militarizmin eleştirisini yapmaya
başladığımızda, yalnızca bir devletin, sürekli silah altında tuttuğu bir
düzenli ordusu ve bunu meşrulaştırıcı bir ideolojisi olduğunu belirtmekle
yetinemeyiz. Militarizm kendisini talep edecek bir teritoryal egemenliği,
bürokratik devleti, meslek olarak politikayı, tahripkar teknolojileri, heteroseksist
ataerkil cinsiyet ilişkilerini, milliyetçiliği ve bunları ayakta tutacak hukuki
ve ekonomik sömürü sistemini gerektirir.
Militarizm, hiyerarşinin en katı
çizgileriyle üretildiği ve normalleştirildiği bir düzenlemedir. Hiyerarşi ve
tektipleştirmenin mantığını genelleştirir, normalleştirir ve topluma yayar.
İnsan bedeninin nesneleştirilmesinin en uç noktasıdır. Disiplini okula,
fabrikaya, hapishaneye ve polis teşkilatına ihraç eder ve onlarla karşılıklı
etkileşime girer. Toplumdaki yok edilemez farklılıkları yok sayıp, soyut
yurttaşlık temelinde türdeş bireyler topluluğu ve kandaş bir büyük aile olarak
tasavvur edilen millet kurmacasının imalatçılarından biri ordudur.
Görevlerinden belki de en önemlisi bu zihinsel tutkalı insan varoluşunun
temeline yerleştirmek ve toplumdaki çatışmaların örtbas edilmesine katkıda
bulunmaktır. Şiddet kullanımını erkekliğin başlıca niteliklerinden birisi
olarak normalleştirirken, askerlik tezgahından geçirilmiş her erkeği topluma
salarak hegemonik erkekliğin üretimi fonksiyonunu da yerine getirir. Bu yönüyle
kadına yönelik şiddetin de homofobik şiddetin de üretilmesinde militarizmin
büyük rolü vardır.
*******
Anti-militarizm, egemenliğin ve tahakküm
ilişkilerinin devamını sağlamak üzere şiddet araçlarını kurumsallaştıran ve yeniden
üreten siyasal sisteme karşı gelişen çeşitli 19. Yüzyıl sonlarında anarşist ve
sosyalist eleştirilerin ortak kesenlerinden birisi olarak belirginleşir.
Askeri ya da diğer güvenlik aygıtları
anlamında zor ve şiddetin kurumsallaşması kendi başına olgular değildir. Ulus-devlet
egemenliğine ve kapitalizme olduğu kadar toplumda varolan sınıf ilişkilerine, hiyerarşiye, erkek egemenliğine,
heteroseksizme ve doğanın tahakküm altına alınmasına da sıkı sıkıya bağlıdır.
Bu tahakküm biçimleri arasında karşılıklı birbirini besleme ve yeniden üretme
ilişkisi vardır.
Bu nedenle anti militarizmi yalnızca devlet
egemenliğinin tamamlayıcısı olarak varolan zor ve şiddet kurumlarına ya da
zorunlu askerlik sistemine karşı koyan bir siyasal eleştiri ve bu zor ve şiddet
araçlarının bulunmadığı bir gelecek tahayyülü olarak sınırlandıramayız. Anti
militarizm, zor ve şiddet araçlarını kurumsallaştırmayı mümkün kılan ve
birbirlerine karşılıklı bağımlı olan tüm toplumsal ilişkilerin ve tahakküm
biçimlerinin bütününe yönelen bir dizi devrimci toplumsal eleştirinin özgül bir
parçasıdır. Anti-militarizmin tutarlı bir şekilde dile getirilmesi, devletin,
tahakkümün ve sömürünün olmadığı özgür topluluklara dayalı bir anarşist ya da
komünist siyasal tahayyülün ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Yani açıkça söylersek toplumu bir arada
tutan tahakküm ilişkileri olarak cinsiyetçilik, heteroseksizm, otorite,
hiyerarşi, kapitalizm, ulus-devlet ve doğanın tahakküm altına alınmasına da bütünlüklü
bir şekilde karşı çıkan bir eleştiriler zincirinden birisidir anti-militarizm.
Anti-militarizm zorun ve şiddet
araçlarının kurumsallaştırılmasının kesin bir eleştirisi olarak ortaya
çıktığından ötürü bunu besleyen diğer tahakküm ilişkilerinin hepsine de tutatlı
bir şekilde karşı koyan bir dile sahip olması gerektiğini söyleyebiliriz.
Öte taraftan tersini söylemek de mümkün,
feminist hareketlerin, lgbtt mücadelelerinin; kapitalizm, devlet,
milliyetçilik, hiyerarşi ve otorite karşısındaki bazı ulus devletçi olmayan
bazı heterodoks sosyalist, komünist akımlarla otonomist Marksist, anarşist,
anarko komünist ve anti-otoriter akımların, doğanın tahakküm altına alınması
karşısındaki politik ekolojist akımlar da anti militarizmi bir ortak kesen
olarak içerir.
Anti-militarizm tarihsel olarak devlete
ve kapitalizme karşı mücadele eden sosyalist ve anarşist akımların bir ortak
ilkesi olarak kendisini gösterir. Kendi siyasal öznesi ve ayrı bir eylem hattı
olan ayrı bir mücadele alanı olmaktan ziyade anarşist ve sosyalist veya
komünist akımların sürdürdükleri siyasal mücadelenin bir parçası olarak
şekillenir tarih boyunca.
Özellikle yirminci yüzyıl başlarında yaygın
bir akım olan pasifizmden ve İkinci dünya savaşı sonrasında şekillenen yeni
toplumsal hareketler bağlamında ortaya çıkan barış hareketlerinden farklı
olarak 19 yüzyıl başında zorunlu askerliğe dayalı yurrttaş orduları modelinin
yerleşmesine paralel olarak gelişen antimilitarizm, kapitalizme ve devlete
karşı mücadelenin belirli bir eylem alanı olmuş, dönemin işçi hareketleri
içinde savaşa karşı kitlesel mobilizasyonun bir politik ifadesi olarak
kendisini şiddet karşıtlığından farklı bir yerde kurmuştur. Antimilitarist
perspektiften mücadele eden sosyalist, komünist ve anarşistler, devletin şiddet
tekelinin ortadan kaldırılmasının başlıca yolunun, halkın silahlandırılması ve
sivil bir milis gücünün ortaya çıkması anlayışını savunmuşlardır. Şiddetin veya kuvvet kullanımının, zorunlu
durumlar haricinde insan ilişkilerinin bir boyutu olmasına her zaman karşı
koyan anti-militaristler, direniş ve meşru müdafa hallerinde şiddetsizliğin
savunusunu yapan pasifistlerden daima ayrılmıştır.
Daha güncel bir bağlamda, geleneksel
sosyalist ve anarşist akımların özellikle 60lardan sonra geçirdiği dönmüşüm ve
yeni sosyal hareketlerin ortaya çıkmasıyla birlikte antimilitarist bir eleştiri
daha geniş bir bağlamda geçerlilik kazanmaya başlar. Liberter veya anti otoriter
akımların yanı sıra feminist, lgbtt ya da ekolojist hareketler de
antimilitarizmi ilkesel olarak sahiplenen diğer özgürlükçü siyasal akımlar
olarak görünür.
Antimilitarizmi tüm bu siyasal akımların ve mücadelelerin
ortak keseni olarak düşünmek, aynı zamanda bu akımların anti-militarizm
bağlamında bir çoklu özne olarak düşünülmesini de mümkün kılar. Bunu hem
ittifaklar ya da koalisyanlar olarak düşünebilir hem de antimilitarist
mücadelelere içkin öznelerin çeşitliliğinden doğan farklı taktiklerin ya da mücadele
biçimlerinin çeşitliliği olarak da kavrayabiliriz. .
Savaş
karşıtı Hareket
Savaş karşıtlığı ifadesinin ve anti-militarizmin aynı
anlamda kullanıldığına sıkça tanık olduğumuzdan bu ikisinin özdeş olmayıp
aradaki farkı vurgulama gerekliliği sık sık duyuyorum. Bana göre en basit
haliyle anti-militarizm bir dizi net politik tavır alışlar gerektiren tutarlı
bir siyasal anlayış iken “savaşa karşıtlığı” ile yetersiz şekilde ifade
edilmeye çalışılan olgu yalnızca fiili savaş durumları ya da ihtimalleri karşısında
mobilize olan türdeş olmayan bir çeşitliliğin pratikteki eylemlerini ifade
eder. Bu yüzden “savaş karşıtlığı” diye tutarlı bir siyasal zemin tarif
edilemez. Burada söz konusu olan savaş durumlarında ortaya çıkan bir toplumsal
hareket olarak “savaş karşıtı hareket”tir. Yani bireysel bir tercihten ziyade
çok farklı toplumsal kesimlerden insanların eylem ortaklığının doğurduğu bir
toplumsal hareket. Bu oldukça karmaşık bir çeşitliliğin harekete geçtiği
aralarındaki tek ortak noktanın var olan savaşa karşı koymak olduğu bir
toplumsal mobilizasyon anlamına gelir.
Anti-militarizm ise savaş ve militarizmin tüm
uygulamaları karşısında tutarlı ve kapsamlı bir karşı koyuşu mümkün kılacak siyasal
zemini tarif etmenin tek yoludur:
1) Militarizm kapsam ve genişliği bakımından savaşla
özdeş değildir. Militarizmin ideolojik eklemlenmeleri kapsamca çok geniş,
otoriter, hiyerarşik ve erkek egemen pratikler üzerinden sürekli bir kuruculuğu
olan ve ulus devlet egemenliğinin somut pekişmesini sağlayan, sadece orduda değil
kuvvet kullanımına başvuran her güvenlik aygıtında süreklilik gösterebilen bir
ideoloji ve pratikler bütünüdür. Bu nedenle güvenlik paradigmasının genişlediği
ve çeşitlendiği bir küresel güvenlik döneminde, militarizm aynı zamanda ordu,
polis, özel güvenlik güçleri, sınır polisleri gibi birçok alana doğru
genişleyen bir etki göstermektedir.
Anti-militarizm tüm bu güvenlik sisteminin karşısında bir politik dil
üretmeyi gerektirir.
2) Militarizm gündelik hayatın olağan ritmi içinde
işler. Savaşın ve baskıcı bir kuvvet kullanımının her daim bir ihtimal olarak
kapıda olması esasına göre var olur. Fiilen hiç savaş olmasa bile. Bu yönüyle
potansiyel bir faşizmin de temelini oluşturur.
3) Savaş, bir toprağın üstünde devlet egemenliğini
tesis etmek ya da bunu yeniden organize etmek için toplumsal iktidara sahip
politik aktörlerin giriştiği büyük ölçekli organize şiddet seferberliği olarak tarif
edilebilir. Savaş halinde bütün gündelik
hayat yeniden şekillendirilir ve olağanüstü halin devreye girip süreklilik
kazanmasını sağlar.
4) Savaş, olağan zamanlarda görünmeyen, ya da
içselleştirilmiş militarizmin ve onunla bağlantılı tahakküm, sömürü ya da
egemenlik mekanizmalarının görünürleşmesine sebep olur. Bu yüzden savaş
felaketi, olağan zamanlarda militarizmin varlığının dahi farkında olmayan
insanların, savaş zamanında tüm bunları daha fazla görmesine yol açar. Zira
savaş militarizmin kuvveden fiile geçmesinden çok daha fazlasını içerir.
5) Yukarıdaki durumun kutupsal karşıtı olarak, savaş
zamanı, toplum üzerinde iktidarın manipülasyonu da en üst safhaya çıkar
ve her savaş kendi yandaşlarını ve karşıtlarını daha önceki zamanlardan
çok daha keskin karşıtlıklar içinde yaratır. Kısacası savaş, fiilen öyle bir
felaket halidir ki, militarizmin genellikle sessiz ve derinden işleyen pratiği
ile karşılaştıramayacak denli büyük bir yıkıcılıkla bütün hayatı karşısına
alması nedeniyle, aciliyetin en üst noktaya çıktığı bir toplumsal muhaelefete
sebep olur.
6) Militarizmin kapsamı ve gündelik hayata nüfuz eden
etkisi, açıklığa kavuşturulabilmesi için oldukça derinlikli bir eleştirel bakış
gerektirir. Buna karşın savaş çırılçıplak yok ediciliğiyle en kör vicdanlara
bile durumun aciliyetini fark ettirmeye başlar.
Bunları antimiilitarizm
ve savaş karşıtı hareket ilişkisine getirip bağlayacak olursak kısaca şunları
söyleyebiliriz:
- Anti-militarizm konuyu genişletmeye ve bakışı
derinleştirmeye meyleden bir ideoloji eleştirisi sunar, hem de toplumun
antagonist karşıtlıklar içinde, özel mülkiyetin egemenliğine ve devlet
iktidarına dayalı bölünmüş yapısının devrimci bir eleştirisi için hem savaş hem
de barış zamanlarında meşru bir mobilizasyona, politik mücadeleye kurucu bir
zemin sağlar. Ancak meşruiyetinin en yüksek olduğu zamanlar -ve doğaldır ki iktidar
odakları tarafından en çok düşmanlaştırılarak vatan haini ilan edileceği
zamanlar- yine fiili savaş halleridir. Bu bakımdan anti militarizmin şiddet
karşıtlığı ya da hümanist bir barış severlikle benzer bir hoşgörüye maruz
kalmayacağı aşikardır.
- Antimilitarizm, berrraklığı ve kapsamı ile bir tür
politik netlik doğurur dolayısıyla safi ahlaki ya da vicdani nedenlerle savaşa
karşı koymanın konjontürel tutumundan farklı olarak politik ve derinlemesine
eleştirel bir tavır sergiler. Bu yüzden de savaşa karşı çıkan toplumsal
muhalefetin içinde genellikle azınlık olmak durumunda kalır. Savaş karşıtı
haereketler ise geniş bir toplumsal konsensus sağlayabilecek ve asgaride olsa
etkili bir söz ortaklığı üzerinden mobilizasyon yaratabilecektir. Bu bakımdan
anti-militarist bir zeminde ortaya çıkacak aktivistler koalisyonunun, ya da
Judith Butler’ın ifadesiyle “queer ittifakların” bir savaş karşıtı hareket
örgütlemesi de eş zamanlı olarak her zaman mümkündür.
- Örnek: 2003 1 mart teskere eylemleri dünyada 60- 100
milyon civarında insanı Türkiye'de de 100.000 insanı harekete geçirdi. Normalde
derinlikli bir antimilitarizm söylemi ile bu kadar insanı mobilize etmenin
politik zeminini kuramamıştır.
- Geniş bir toplumsal ittifak ya da mobilizasyon
yaratması her zaman mümkün olan "savaşa karşı çıkmak" ideolojik
politik ya da ahlaki olarak birbirini tutmayan bir çeşitliliği
barındırabilir. Antimilitarist eleştiri ise bir tutarlılık zemini kurar bu yüzden
de böylesi bir ittifakın özneleri nitelikçe daha bütünlüklü bir toplum
eleştirisinin failleri arasında yer alır. Ancak kaçınılmaz olarak azınlıkta
kalır.
Bu gibi önermeler çoğaltılabilir, ama sonuç olarak
söylemek istediğim şey, anti-militarizm derinlikli bir politik bakış açısını ve
bundan türeyen bir aktivizmi ifade eder. Savaş karşıtı hareketler ise, sadece
fiili bir savaş halinin aciliyetinin dürtüklediği bir toplumsal mobilizasyona,
protestolara veya toplumsal hareketlere yol açar. Bu ikisini savaş karşıtlığı
yüzeysel ifadesiyle bir veya özdeş olarak tarif etmek, iyi ihtimalle toplumsal
hareketin çeşitliliği ile net bir politik yaklaşımın berraklığı arasındaki
farkı gözden kaybeder. Ancak daha kötüsü, bir toplumsal harekete sebep olan
motivasyonların meşruluğunu yalnızca kendi tutarlı ahlaki söyleminin kıstasına
vurarak ölçmeye kalkar ki bu da eyleme geçmiş sıradan insanların samimiyetinin
sorgulanmasına yol açar. Bu tür bir mantık istemeden de olsa bir protestoya
veya toplumsal harekete doktriner bir şekilde bakma tehlikesini doğurur. Aynı
zamanda, bu tür bir indirgemecilik anti-militarizmin standartlarıyla savaş
karşıtı hareketleri değerlendirmeye kalktığında, bir tür ahlaki püritanizmle
pratik mücadeleler karşısında kuşkucu bgir geri çekilişe yol açabilir ki bunun
başlıca nedeni de bizce antimilitarizmin yaygın şekilde şiddet karşıtlığı ve
pasifizmle karıştırılıyor olmasıdır.
Anti-militarist bir aktivizmin, savaş karşıtı
hareketin yaratılmasındaki olumlu etkisi, savaş karşıtı bilincin yaygınlaşması
ve geniş bir toplumsal mobilizasyonun oluşması için ortaya koyduğu güçlü
eleştiri ile sergilenebilir. Fakat antimilitarist bakışı meseleyi savaşın
durdurulmasıyla veya barışın tesis edilmesiyle sınırlamayacak, dahası
savaşlara, örgütlü şiddete ve doğanın ve insanın çok büyük yıkımlarına yol açan
toplumsal sistemin ve egemenlik ilişkilerinin devrimci bir dönüşümü talebini
yaygınlaştırmaya dönük propaganda ve mücadele alanı olarak meseleyi
politikleştirecektir.
Bu konunun bağlanacağı bir diğer eklem ise "savaş
karşıtlığı" ya da “şiddet karşıtlığı” veya "her türlü savaşa karşı
olma" ifadelerinin yetersizliğidir. Bir toplumsal mobilizasyon olarak
savaş karşıtlığı her zaman, her örnekte belirli bir savaşa, çok çeşitli
nedenlerle karşı çıkan geniş bir insanlar çeşitliliğinin bir araya gelmesi
olarak tezahür eder. Bir çok farklı sesi eylem alanında ittifak haline getirir.
Her türlü savaşa karşı olma söylemi ve bunu da anti militarizm olarak özetlemek
ise bu geniş bir-aradalık zemininin aşındırır, altını oyar, aynı zamanda da
antimilitarizmin politik tutarlığını zayıflatır. Bu nedenle antimilitarizm
anti-kapitalist bir perspektif olmadan tutarsız, antikapitalizm de
anti-militarist bir perspektif olmadan zayıf ve yetersiz kalacaktır.