Tıpkı modern anlamda komünist olmak ortalama bir işçi formuna bürünmek anlamına gelmediği gibi kendi yaşam alternatifini kurmak için isteyerek köye yerleşmek de otantik bir köylü olmak anlamına gelmemeli.
Yüzyıl boyunca devrimci düşünce ve eylemin önünde en büyük tıkaçlardan birisi, komünizmin işçi popülizmiyle karıştırılması oldu: kapitalist toplumsal üstkodlamanın kodçözümü olarak komünist mücadele ya da komünist oluş, yurttaşlık, ulus, dini kimlikler, işçi, memur, esnaf, kadın, erkek gibi molar kimliklerden kopan bir kaçış çizgisi, bir minör politik hat olmak yerine kendi üstüne kıvrılarak verili işçi özelliğine dönüşmek halini alıyor, disipline edilmiş fabrika emeğinin kimliğine bürünüyor , çalışma etiğini (yani sermayenin üretim disiplinini) övüyor ve kırsal alandan göç ederek kente yerleşmiş emekçilerin yarı kırsal kültürel kodlarını benimseyerek işçileşiyordu. Oysa komünist oluş tam da verili kimliklere tabiyetten çıkma, oluşları çoğaltma, kapitalizmin tektipleştirici baskıcı kültürünü parçalayarak işçileri, içine hapsedildikleri işçi yazgısından, sınıflaştırmadan çıkartacak, işçi işsiz ayrımını geçersizleştirecek, ortak olanı ele geçirecek mücadeleyi inşa etme meselesiydi, emeğe övgü düzerek kimlik sabitleri içinde homojenleşme meselesi değil.
Benzer bir sorun endüstriyel kent modernliğinin yoğun rutininin bunaltıcılığını terk etmenin çeşitli biçimlerinde de yaşanma tehlikesi taşıyor. Kenti terk ederek kırsala kendi isteğiyle yerleşen (ya da kenti yersizyurtsuzlaştıranlar aslında oraya kent tecrübesinden aldıklarını da götürerek kendilerine özgü bir köy yaşamı inşa ediyorlar, bunun geleneksel köylülükle bir ilgisi yok.
Köyde kendine özgür bir yaşam inşa
etmekle bildiğimiz köylülük arasında hiçbir yakınlık yok. Bu tür
seçilmiş kırsal yaşantının içerdiği zeka, incelik, ekolojik bilgelik,
doğa sevgisi, eşitlikçi dünya görüşü ile otantik köylülüğün farklılığa
izin vermeyen, gerontokratik, muhafazakar, piyasaya boyun eğmiş, sinik
yaşantısı arasında hiçbiir benzerlik yok. Bu gibi kendi yaşamını kurma
deneyimleri, verili köylü yaşantısının olanaklarının seçilerek minör
politik bir yeniden oluşturulması olarak görülmeli.
Köyden, kasabadan,
taşradan kaçarak kentte ancak nefes alabileceği alanı bulabilen
insanlarla kentten kaçarak kırda nefes alabileceği alanı bulabilenler
arasındaki görünüşteki zıtlığın ötesine geçebilmeli. Kırsal yaşantıya yönelik romantik övgüde beliren, kenti bir olanaklar alanı olarak bütünüyle tükenmiş olarak gören ve idealleştirici eğilimin ayartısına karşı direnç gösterebilmeli.
Kaçışın, kaçış yolları bulmanın
birçok yolu ve kenti terk etmenin bir çok türü, kapitalizme direnerek
kendi kaçış çizgisini oluşturmanın ssayılamayacak derecede çok potansiyeli var, bu
yerinde durarak bile mümkün.