4 Şubat 2013 Pazartesi

Erkeklerin zayıf duygulanımları hakkında bir değini


Erkek çocuğunun sürekli özgüven aşılanarak yetiştirilmesi, toplumsal ilişkilerde devamlı onay ve kabul görmesi, aslında onun büyümesinin önündeki önemli bir engeldir. Bir şeyleri istemesi, onu elde etmesi için yeterli olur genellikle, ya da öyle olacağını düşünür her zaman. Erkeklerin büyüdüklerinde, çoğunlukla enfantil (çocuksu) kalmaları karmaşık duygulanımsal yetileri gelişmemiş ama sadece zekâ ve idari beceriler gerektiren işlere yönlendirilmelerinin altında da bu var. Gürültücülüklerinin de... Erkekler arası sosyal ilişkilerin, arkadaşlıkların daha çok eğlence paylaşımı odaklı olması da bundan, oyunlarının rekabetçi bir güç ölçümü haline gelmesi de; sevgililik ilişkilerinin duygusal yönü karmaşıklaştıkça ilişkiden soğumaları veya giderek birlikte oldukları kadınları anneleştirmeleri ya da çocuklaştırmaya çalışmaları da... Çocuklarıyla ancak "çocuk" haline gelip oynayabilen, ama onların duygusal ihtiyaçlarına cevap veremeyen babalar olmaları da...

Çünkü erkek çocuklar daha başından itibaren insani tecrübenin önemli bileşeni olan, karşılıklılık içinde davranışları biçimlendirmek, duygusal sürtünmelerle başa çıkmak, kendi dürtülerinin başkalarına zarar vermesini önleyerek diğerkâmlık gibi yetileri geliştirmek yerine güç kullanımı ve bastırma, iş bitirmeci bir pratiklik yoluyla kestirme çözümlere gitmeye çalışır. Süreçlerle değill sonuçlarla ilgilenirler. Hayatı her daim kolayına kaçarak yaşamaya meyleder. Bu yüzden erkeklerin duygulanımsal kapasitesi de daha az gelişmiştir. Yani kadınlar duygusaldır erkeklerse akılcıdır ikiliği, erkeklerin kendi bakış açısından duygusallık addettikleri ve "zayıf" gördüğü bir eğilimden özgürleşmiş olmaları anlamına gelmez. Böyle bir yapay ikilik üretmeleri ve buna bel bağlamaları, duygulanım yetilerinin kadük kalmış olmasıyla alakalıdır. Erkek egemen sistemin, kadınsılıkla özdeş gördüğü, “duygusallık” denilen şey, insanlar arasında birbirlerini araçsallaştırmadan, indirgemeden, eşitler arasında birbirinin kudretini arttıran gerçek bir etkileşim kurabilme kapasitesi, yani duygulanımlarını engelsizce yaşayabilme yetisidir. Erkekler bu yetinin gerektirdiği daha karmaşık ve gelişkin yapıdan yeterince nasiplenmedikleri için bu zor, incelikli yolu seçmek yerine ya safi pratik zekâ işlevine ya da safi hâkimiyet çabasına yeltenirler, bu yüzden de eşitlikçi ilişkiler kurabilmekte zorlanırlar. Bu sebeple bu yetiyi bir zayıflık olarak görürler, çünkü kendi hükmetme eğilimlerini sınırlayıcı bir etkisi vardır.

Böyle bir karakter örüntüsü, kaba hatlarıyla bütün erkeklerde değişen derecelerde bulunur, bu da erkeklerin zorlayıcı deneyimler karşısında kadınlara göre çok daha güçsüz, çaresiz, beceriksiz, aciz olmalarına yol açıyor. Bu beceriksizlik, başa çıkılması güç durumlarla her karşılaştıklarında süratle kendilerini içinde kaybedecekleri durumlara meyletmeleri sonucunu verebiliyor. Alkol bağımlılığının erkekler arasındaki yaygınlığı, kontrolsüz aşırı dışadönük davranışlardaki rahatlık, hırçınlık, öfke performansları, saldırganlık ve öz-yıkım daha fazla erkeklerde gelişebiliyor. Çünkü erkekler, başa çıkılması bir süreci, düşünceliliği ve farkındalık gerektiren durumlar karşısında kolayca dağılabildiklerinden bunu örtbas edecek mekanizmalara başvururlar. Arabesk de bu eril duygusal acuzeliğin en bariz ifadelerinden birisidir. Yani erkekler duygusallık ve akılsallık arasında denge kurabilmekten yoksun, kolaylıkla duygusal hezeyanlar içinde savrulabilen varlıklardır aslında. Oysa kadınlar en ağır koşullar altında bile uzun süre dayanabiliyorlar, karmaşık direnme mekanizmaları geliştirebiliyorlar, güçlü dayanışma davranışları ortaya koyabiliyorlar. Tabi bunun yanında zihinsel, bedensel, duygusal yüklerinin çok fazlalılığı yüzünden bedenlerinin çok çabuk çökmesi de bundandır. 

Erkekler kendilerini kolayca gösteremeyecekleri, boyun eğmelerinin söz konusu olduğu her durumda, bir kere daha örselenir, iç dünyaları iyice zayıflar. Çünkü çalışma dünyasında, erkeklerin kısa yoldan güçlenebilecekleri herhangi bir geleneksel örüntünün var olmaması, kurallarına tamamen boyun eğdikleri bir parçası olmadan asla içinde hayatta kalamayacakları bir mega-makine ile yüz yüze gelmeleri demektir. Tıpkı askeri kurumlar içindeki gibi iş hiyerarşisi içinde de duygusal kapasitelerini iyice gerileterek araçsal akılcılığa teslim olmuş erkeklerin kolaylıkla zalimleşmesi, gaddarlaşması da bundandır.

Devlet ve kapitalizm gibi güçsüzleştirilmenin daimi olduğu bu ilişki örüntülerinde erkekler tabiyet altındaysalar "toplumsal kadınlaştırılma-benzeri" bir güçsüzleştirilmeyi yaşar, yani hep hayalini kurdukları eril iktidar arzuları yine erkek egemen hiyerarşik ilişkiler içinde boşa çıkar. Bunun hıncını hiyerarşinin basamaklarını tırmandıkça başkalarından çıkarmaya çalışırlar. Hiyerarşinin alt basamaklarında oldukları ve zayıflıklarını apaçık yaşadıkları işyeri gibi konumlardan zayıflıklarını örtbas edecekleri ev ve aile içi gibi konumlara devamlı gidip geldikçe sürekli olarak ruh hallerinde de değişkenlik olur. Boyun eğenden boyun eğdirmeye çalışana dönüşüp dururlar. Bu yüzden kalıcı güçsüzeştirilmeyle başa çıkabilmek için hiyerarşinin basamaklarında ne pahasına olursa olsun tırmanmaya çalışırlar. Tüm bu gibi yapısal ilişkilerle bağlantılı olarak erkeklerin duygusal arızalarını, ıstıraplarını, nevrozlarını ve bunların yol açtığı yıkımları, toplumsal erkekliğin ve onun bağlantılı olduğu sosyal yapı içindeki tahakküm ilişkilerinin ve en nihayetinde kapitalizmin eleştirisi olarak yeniden işleyebilmemiz ve bu eleştiriyi bir politik karşı silaha çevirebilmemiz gerekiyor.  


Anarşi kavramı

Bütün toplumsal ve psişik özgürleşmelerin ortak noktası, insanı birey ya da topluluk halinde tabi kılıp yönetilebilir bir varlığa indirgeyen...