Erkek çocuğunun sürekli özgüven
aşılanarak yetiştirilmesi, toplumsal ilişkilerde devamlı onay ve kabul görmesi,
aslında onun büyümesinin önündeki önemli bir engeldir. Bir şeyleri istemesi,
onu elde etmesi için yeterli olur genellikle, ya da öyle olacağını düşünür her
zaman. Erkeklerin büyüdüklerinde, çoğunlukla enfantil (çocuksu) kalmaları
karmaşık duygulanımsal yetileri gelişmemiş ama sadece zekâ ve idari beceriler
gerektiren işlere yönlendirilmelerinin altında da bu var. Gürültücülüklerinin
de... Erkekler arası sosyal ilişkilerin, arkadaşlıkların daha çok eğlence
paylaşımı odaklı olması da bundan, oyunlarının rekabetçi bir güç ölçümü haline
gelmesi de; sevgililik ilişkilerinin duygusal yönü karmaşıklaştıkça ilişkiden
soğumaları veya giderek birlikte oldukları kadınları anneleştirmeleri ya da
çocuklaştırmaya çalışmaları da... Çocuklarıyla ancak "çocuk" haline
gelip oynayabilen, ama onların duygusal ihtiyaçlarına cevap veremeyen babalar
olmaları da...
Çünkü erkek çocuklar daha başından
itibaren insani tecrübenin önemli bileşeni olan, karşılıklılık içinde
davranışları biçimlendirmek, duygusal sürtünmelerle başa çıkmak, kendi
dürtülerinin başkalarına zarar vermesini önleyerek diğerkâmlık gibi yetileri
geliştirmek yerine güç kullanımı ve bastırma, iş bitirmeci bir pratiklik
yoluyla kestirme çözümlere gitmeye çalışır. Süreçlerle değill sonuçlarla
ilgilenirler. Hayatı her daim kolayına kaçarak yaşamaya meyleder. Bu yüzden
erkeklerin duygulanımsal kapasitesi de daha az gelişmiştir. Yani kadınlar
duygusaldır erkeklerse akılcıdır ikiliği, erkeklerin kendi bakış açısından
duygusallık addettikleri ve "zayıf" gördüğü bir eğilimden özgürleşmiş
olmaları anlamına gelmez. Böyle bir yapay ikilik üretmeleri ve buna bel
bağlamaları, duygulanım yetilerinin kadük kalmış olmasıyla alakalıdır. Erkek
egemen sistemin, kadınsılıkla özdeş gördüğü, “duygusallık” denilen şey,
insanlar arasında birbirlerini araçsallaştırmadan, indirgemeden, eşitler
arasında birbirinin kudretini arttıran gerçek bir etkileşim kurabilme
kapasitesi, yani duygulanımlarını engelsizce yaşayabilme yetisidir. Erkekler bu
yetinin gerektirdiği daha karmaşık ve gelişkin yapıdan yeterince
nasiplenmedikleri için bu zor, incelikli yolu seçmek yerine ya safi pratik zekâ
işlevine ya da safi hâkimiyet çabasına yeltenirler, bu yüzden de eşitlikçi
ilişkiler kurabilmekte zorlanırlar. Bu sebeple bu yetiyi bir zayıflık olarak
görürler, çünkü kendi hükmetme eğilimlerini sınırlayıcı bir etkisi vardır.
Böyle bir karakter örüntüsü, kaba
hatlarıyla bütün erkeklerde değişen derecelerde bulunur, bu da erkeklerin
zorlayıcı deneyimler karşısında kadınlara göre çok daha güçsüz, çaresiz,
beceriksiz, aciz olmalarına yol açıyor. Bu beceriksizlik, başa çıkılması güç
durumlarla her karşılaştıklarında süratle kendilerini içinde kaybedecekleri durumlara
meyletmeleri sonucunu verebiliyor. Alkol bağımlılığının erkekler arasındaki
yaygınlığı, kontrolsüz aşırı dışadönük davranışlardaki rahatlık, hırçınlık,
öfke performansları, saldırganlık ve öz-yıkım daha fazla erkeklerde
gelişebiliyor. Çünkü erkekler, başa çıkılması bir süreci, düşünceliliği ve
farkındalık gerektiren durumlar karşısında kolayca dağılabildiklerinden bunu
örtbas edecek mekanizmalara başvururlar. Arabesk de bu eril duygusal acuzeliğin
en bariz ifadelerinden birisidir. Yani erkekler duygusallık ve akılsallık
arasında denge kurabilmekten yoksun, kolaylıkla duygusal hezeyanlar içinde
savrulabilen varlıklardır aslında. Oysa kadınlar en ağır koşullar altında bile
uzun süre dayanabiliyorlar, karmaşık direnme mekanizmaları geliştirebiliyorlar,
güçlü dayanışma davranışları ortaya koyabiliyorlar. Tabi bunun yanında
zihinsel, bedensel, duygusal yüklerinin çok fazlalılığı yüzünden bedenlerinin
çok çabuk çökmesi de bundandır.
Erkekler kendilerini kolayca
gösteremeyecekleri, boyun eğmelerinin söz konusu olduğu her durumda, bir kere
daha örselenir, iç dünyaları iyice zayıflar. Çünkü çalışma dünyasında,
erkeklerin kısa yoldan güçlenebilecekleri herhangi bir geleneksel örüntünün var
olmaması, kurallarına tamamen boyun eğdikleri bir parçası olmadan asla içinde
hayatta kalamayacakları bir mega-makine ile yüz yüze gelmeleri demektir. Tıpkı
askeri kurumlar içindeki gibi iş hiyerarşisi içinde de duygusal kapasitelerini
iyice gerileterek araçsal akılcılığa teslim olmuş erkeklerin kolaylıkla
zalimleşmesi, gaddarlaşması da bundandır.
Devlet ve kapitalizm gibi
güçsüzleştirilmenin daimi olduğu bu ilişki örüntülerinde erkekler tabiyet
altındaysalar "toplumsal kadınlaştırılma-benzeri" bir
güçsüzleştirilmeyi yaşar, yani hep hayalini kurdukları eril iktidar arzuları
yine erkek egemen hiyerarşik ilişkiler içinde boşa çıkar. Bunun hıncını
hiyerarşinin basamaklarını tırmandıkça başkalarından çıkarmaya çalışırlar.
Hiyerarşinin alt basamaklarında oldukları ve zayıflıklarını apaçık yaşadıkları
işyeri gibi konumlardan zayıflıklarını örtbas edecekleri ev ve aile içi gibi
konumlara devamlı gidip geldikçe sürekli olarak ruh hallerinde de değişkenlik
olur. Boyun eğenden boyun eğdirmeye çalışana dönüşüp dururlar. Bu yüzden kalıcı
güçsüzeştirilmeyle başa çıkabilmek için hiyerarşinin basamaklarında ne pahasına
olursa olsun tırmanmaya çalışırlar. Tüm bu gibi yapısal ilişkilerle bağlantılı
olarak erkeklerin duygusal arızalarını, ıstıraplarını, nevrozlarını ve bunların
yol açtığı yıkımları, toplumsal erkekliğin ve onun bağlantılı olduğu sosyal
yapı içindeki tahakküm ilişkilerinin ve en nihayetinde kapitalizmin eleştirisi
olarak yeniden işleyebilmemiz ve bu eleştiriyi bir politik karşı silaha
çevirebilmemiz gerekiyor.