Tostoraman’dan
bahsedeceğim. Hani Julia Donaldson’ın yazdığı ve Axel Scheffler’in resimlediği,
artık çocuk edebiyatı klasikleri arasına girmiş, çocuk edebiyatı alanında pek
çok ödül almış, otuzun üzerinde dile çevirilmiş, en çok satan ve sevilen çocuk
kitapları arasıan girmiş, BBC tarafından animasyonu çekilmiş, tiyatroya
uyarlanmış, bir çok oyuncağı ve çocuklar için objeleri üretilmiş, online oyun
ve şarkılar sitesi olan, dünyanın birçok ülkesinde ve Türkiye’de de çocuklar
için bir kült haline gelmiş, Türkiye’de de gayet iyi bildiği Tostoraman (The Gruffalo) ve onun devamı olan
Tostoraman’ın Yavrusu (The Gruffalo’s
Child) isimli hikayelerden bahsedeceğim.
1999’da
yayınlanan The Gruffao ve 2004’te
hikayenin devamı olan The Gruffalo’s
Child kitapları sırasıyla 2009 ve 2010 yıllarında BBC tarafından animasyon
olarak uyarlanmış. Şunu belirtelim, uyarlama süreci yazarı ve çizerinin tam
katılımıyla gerçekleştiği ve basılı eserdeki hikayeye tamamen sadık kalındığı,
ve kitabın görsel karakterleri birebir animasyona taşındığı için kitap kadar
güzel iki film çıkıyor ortaya. Hatta bana kalırsa, canlandırmanın, müziğin,
muazzam başarılı seslendirmenin etkisiyle kitaba daha da somut bir hayat kazandırdığı
için animasyon uyarlamalar bence daha da güzel.
Julia
Donaldsan’ın yazdığı ve Alex Scheffler’in çizdiği bugüne kadar Türkçe’de çıkmış
tüm kitaplar Rüya’nın kitaplığında yerlerini aldı geçtiğimiz iki-üç sene
içinde. Hepsini çok seviyor, ancak Tostoraman kitaplarının, onun için, tıpkı
benim için olduğu gibi, ayrı bir yeri var. Bu yazıya oturduğum zaman Rüya bir
şey göstermek için geldiğinde, yanıbaşımda Tostoraman kitaplarını görünce
şaşırdı ve sebebini sordu. Ona bu kitaplar hakkında bir yazı yazdığımı
anlattım, sebebini anladı mı ben de bilmiyorum!
Ebeveyn
bloglarında hakkında bu kadar çok yazılmış olmasına rağmen bir kere daha bu iki
hikayeden bahsetmek neden? Bana ilginç gelen, çok katmanlı ve hepimizi
ilgilendiren derin bir hikaye anlattığı için. Kitapların her ikisini de Rüya
ile birlikte kaç kez okumuş olduğumu sayamam bile, belki elli? Muhtemel. Fakat izlerken
beni zevkten dört köşe yapan bu iki hikayenin animasyon uyarlaması oldu. Sırf
Rüya’ya izletme bahabesiyle muhtemelen otuz kere filan izlemişimdir. Hikayedeki
her bir ayrıntı, müzik, seslendirme, canlandırılan figürler bence kusursuz. Arkadaşlarıma
izlettiğim ya da tavsiye ettiğim de oldu. Artık hikayeden tümüyle animasyon
filmlerinin bana sağladığı perspektif üzerinden bahsediyorum.
Derin,
sık, birbirinden farklı yaşam biçimleriyle dolu bir ormanda, hayatta kalmanın ne
kadar çetin bir uğraş olduğu neredeyse belgesellerdeki kadar apaçık bir şekilde
anlatılıyor. Suyun yüzeyindeki sinekler, onları yutan balık, balığı avlayan leylek,
suyun içinde kıvrılarak sessizce dolaşan yılan, bir konvoy halinde tırmandıkları
ağaçta teker teker bir kuşa yem olan karıncalar, kurbağanın büyük bir sükunetle
yuttukları solucanlar. Biyolojideki tabiriyle her bir canlı birey besin zincirinde
bir başkasına yem olabilir.
Hikayenin
başında bir baykuşun saldırısından son anda kurtulan anne sincap, yavrularının
isteği üstüne derin karanlık ormanda geçen minik farenin hikayesini anlatmaya
koyuluyor. Anlıyoruz ki, başka büyük yırtıcılarla başı her an dertte olan bu
minik sincaplar için, minik farenin hikayesi, bir kahramanın hikayesi haline
gelmiş. Anlattıkça efsanesi yayılacak olan bir hikaye, bunu filmin devamında
yavaş yavaş anlayacağız.
Ormanda
dolaşırken tek isteği açlığını gidermek için fındık bulmak olan minik fındık
faresi, önce ilk bulduğu fındığını uyanık bir kuşa kaptırıyor, bu da
yetmiyormuş gibi onun alaylı ötüşüne maruz kalıyor. Sonra uzaktaki fındık
ağacını görünce kendisini bir fındık cennetinde hayal edip uzun yola koyuluyor,
ormanın bütün güzelliklerini tadarak yolda ilerliyor. Ancak işte o zaman
ormanın avcıları başına musallat oluyor. İlk olarak karşısına tilki dikiliyor,
tabi ki önce kurnazca onu inine davet etmek istiyor birlikte bir yemek yemek
için! Lakin onu korkunç derecede kibar bulan fare bir bahane uydurmaya
çalıştığı sırada, tilki onu sıkıştırınca, düşünüp taşınırken kafasından bir
canavar uyduruyor.
Hikayenin
en şahane anlarından birisi burada: Tilkinin kızgın bir şekilde GIRRRlamaası ve
farenin düşünüp bir türlü ne diyeceğini bilemeyince tilkinin sıkıştırıp daha da
gırlaması üstüne farenin aceleyle uydurduğu isim GRRRRAFFALO oluyor! Tilkiden
kurtulmak için uydurduğu hayali canavarın adı, aslında tilkinin korkutucu
gırlama seslerinden gelen bir isim. Bunun üstüne şaşıran tilki “Gruffalo” da
neyin nesi diye sorunca, “Niye bilmiyorsun ki?”diye sorup sanki herkesin
bildiği birşeyden bahseder edası takınarak tilkiye karşı bir üstünlük elde
ediyor. Daha sonra farenin anlattığı bütün caydırıcı özellikler bizzat tilkinin
özellikleri. Tilkiye her baktığında gördüğü dişler, pençeler, farenin yaratmaya
başladığı canavarın korkunç sivri bir çift dişi, korkunç pençeleri, korkunç
ağzındaki korkunç dişlere dönüşüveriyor. Fare tilkiden duyduğu korkuyu hayali
bir başka yaratık olarak ona geri yansıtıyor, ve o hayali yaratığın, az sonra
hemen orada buluşacağı Gruffalo’nun, en sevdiği yiyeceğin de tilki fırında olduğunu
söylemesi artık tilkinin pes etmesine ve kaçıp gitmesine yeterli oluyor. Bütün
hikayenin en güzel nakaratı: “Silly old Fox! Doesn't he know, There's no such
thing as a gruffalo?”* / “Sersem ihtiyar tilki, Gruffalo diye bir şey
olmadığını bilmez mi ki?” [Yıldırım Türker’in çevirisiyle: Tilkideki beyin
değil saman, Benim uydurduğum biri Tostoraman].
Fare,
tilki gibi tehlikeli bir düşmanı savuşturmuş olmanın gururuyla artık ormanda daha
bir güvenli yürürken karşısına baykuş ve ardından yılan çıkar. Hikayenin
gerisinde aynı numarayla baykuş ve yılanı da kandırmayı başarır. Diğer ikisine anlattığı
Gruffalo/Tostoramanın farklı özellikleri de yine o ikisinden esinlenen
özelliklerdir. Başkuşun yamru yumru dizleri, büyük tırnakları, burnunun
üstündeki yeşil çıban ve yılanın siyah dili, sırtındaki pullar, korkutucu
gözleri Tostoraman’ın özellikleri haline gelir.
Farenin
hayalinde yarattığı Tostoraman, onun en çok korktuğu avcılar olan tilki, baykuş
ve yılanın özelliklerinin bir toplamıdır. Fare tilkiyi savuştururkenki kadar
korku duymadan baykuş ve yılanı savuşturabileceğinden çok daha emin, çok daha
kendine güvenen bir ses tonu ve rahat jestlerle konuşur. Çünkü onların da tilki
kadar ahmak olacaklarını ve hemen kanacaklarını artık bilir. Onlarla da aynı
şekilde dalgasını geçer, gururla yoluna devam eder. Farenin yarattığı efsane o
kadar büyük bir etki yaratır ki ormanın bu avcı üçlüsü kendi aralarında
meseleyi istişare etmek için toplantı yaparlar, fakat üçü de bu yaratığın neyin
nesi olduğuna akıl sır erdiremez. Fare kendisinden artık o kadar emindir ki Tostoraman’ın
adıyla şarkılar söylemeye başlar. Sanki minik fındık faresinin bu kurnazlıkla,
bu zekasıyla alt edemeyeceği bir başka canlı kalmamış gibidir.
Derken
birden bire karşısında bir dev zuhur eder: tilki, baykuş ve yılana anlattığı bütün
özelliklerin toplamı olan bir canavardır karşısındaki. Daha evvel buna benzer
birşeyi kendisi de görmemiş olan fare, bunun tam da kendi anlattığı gibi bir Tostoraman
olduğunu idrak eder. Bunu idrak eder etmesine
ama onun tarafından yakalanır. Ona yem olmaktan kurtulmak diğerleri kadar kolay
olmayacaktır. Ona karşı diğerlerine izlediğinden farklı bir yol izlemeye
başlar. Kendisinin bu ormanın en korkulan yaratığı olduğunu söyler ve tabi ki
Tostoraman onunla alay eder.
Koca
Tostoraman, fareye bir şans verir. Fare bu iddiasını ispatlamak için yolu geriye
giderler ve teker teker yılan, baykuş ve tilki ile karşılaşırlar. Her
karşılaşmada anlatılan Tostoramanın gerçek bir canavar olduğunu gören öbürleri
fareye veda edip kaçarlar. Fare yanı başında Tostoramanla birlikte yürürken onu
gören her hayvanın öcü gibi korkacağını çok iyi bilmektedir. Ama Tostoraman
bunu bilmez. Tostoramanın gördüğü ve inandığı ise yılan, tilki ve baykuşun
fareden korktuklarıdır. Tostoraman diğer hayvanların fareden bu kadar
korkmalarından çok etkilenir ve en sonunda fare en sevdiği yiyeceğin tostoraman
külbastı olduğunu söyleyince onun da korkudan ödü kopar ve çığlık çığlığa
koşarak kaçar.
Diğer
üçünün Tostoramandan duyduğu korkuyu, fare Tostoramana karşı, onların sanki kendisinden
duyduğu korkuymuş gibi kullanır. Yaptığı asıl büyük kurnazlık budur: o üç
hayvandan duyduğu korkunun sağladığı malzemeyle onları korkutacak hayali bir
yaratık vücuda getirmesi kurnazlığının ilk aşamasıydı. Ancak bu hayali
yaratığın gerçeklik etkisi o kadar büyüktür ki bunun yol açtığı gurur, kibir ve
bu işin artık sadece canını kurtarmak için bir kurnazlık olmaktan çıkıp bir
keyif halini alması yüzünden kendisi de bunun gerçekliğine kapılır. Özellikle
yılana karşı son derece tiyatral tavrından bu işten ne kadar keyif aldığını
artık görebiliriz.
Bence
hikayenin öğrettiği etik tecrübe de burada: eğer canını kurtarmak için
kendinden daha güçlü bir varlığı savuşturmak üzere taktik olarak uydurmacaya,
hayali bir güce başvuruyorsan sorun yok.Ama bu bir süre sonra bu kendini üstün
görmene yol açacak bir eğlenceye dönüşüyorsa, o zaman başkasının başına
saldığın korkular senin başına da musallat olabilir. Fare bir kez daha
kendinden daha büyük bir varlığın karşısında güçsüz duruma düşmektedir, lakin bir farkla,
bu daha büyük varlık tümüyle onun muhayyilesinin ürünüdür. Gerçekliği ve etkisi
tümüyle ötekilerin buna ne kadar inandığına bağlıdır. Zaten iktidarın
sırlarından birisi de bu değil mi? Her kim ki kendisini muktedir bir konumda
göstermeye çalışsın, diğerleri buna inanmadığı sürece iktidar olamaz. Ta ki
diğerleri kendi kudretlerinden vaazgeçip ona o iktidarı bahşedene kadar. Burada
muktedirler ve ona tabi olanlar arasındaki ilişki tekrar eden ritüeller boyunca
diğerlerinin hep onun muktedir olduğu ve kendilerinin de ondan zayıf olduğu
inancını tekrarlamalarına bağlıdır.
Farenin
ikinci aşamada yaşadığı sorun doğanın en temel gerçeğini ihlal etmesidir: kimse
kadiri mutlak değildir. Bu yanılsamaya kendisini kaptırdığı anda doğa ona bunun
imkansız olduğunu hatırlatır. Tostoromanın bütün cesametiyle karşısında zuhur
etmesi, iktidarın, tâbi olanların inancına bağlı olmasından kaynaklanır. Eğer
herkes ona inanırsa, güç sadece bir tasavvur olmaktan çıkar ve gerçeklik kazanır.
Fare,
kendisinden güçlü olanlardan kurtulmaya çalışmakla kalmayıp, onlar karşısında
sembolik bir güç de elde etmeye kalkışmasının ardından aynı güç kendisine
döner. Neyse ki durumu çabuk kavrayan fare tekrar gerçekteki zayıf durumunu
hatırlayıp buna uygun bir stratejiyle hem asıl hasımlarına karşı kendisini
koruma imkanını pekiştirir hem de onun başına musallat olacak bir muktedir
konumunu terk edip başına musallat olan Tostoramanı da başından savar. Zayıfın
güçlüyle baş etmede asıl etik stratejisi budur. Mesele bir iktidar ilişkisini
yıkıp yenisini kurmak değil, o iktidar ilişkisini dağıtmak, ondan tümüyle
çekilmektir, o iktidar ilişkisinin güçlü tarafını güçten düşürmek ve güçleri
daha adil bir şekilde yeniden dağıtmaktır. Fare böylelikle erklenmiş ama
iktidar olmamıştır. Günün sonunda farenin tek istediği güzel bir fındığın
tadını çıkarıp ormandaki neşeli hayatın güzelliğine katılmaktır.
Animasyonun
sonunda, annelerinin anlattığı fare hikayesi bitince sincap yavruları az evvel
saldıran baykuşun yol açtığı korkuyu üstlerinden atıp dışarıdaki dalın üstünde
annelerinin baykuştan kaçarken bıraktığı fındık tanesini almak için çıkacak
cesareti bulurlar. Farenin hayatta kalmanın da ötesinde erklenme mücadelesi,
diğerlerinin hayatta kalma ve güçlülerle başa çıkma mücadelesinin esin kaynağına
dönüşen bir efsane olur.
*Tostoraman’ın İngilizce tam metni için:
http://uzuncorap.com/2014/01/01/tostoraman-ya-da-zayifin-hayatta-kalma-ve-guclulerle-basa-cikma-stratejisi/