Neden çocukların özgürlüklerini ve özgüvenlerini kazanmak için ebeveynlerin koydukları sınırları ihlal etmeleri gerekir? Otoriter ve geleneksel baskıcı yaklaşımlardan uzak her ebeveyn, çocukların, hem kendisini güvende hissetmek için sınırların belirlenmesine hem de sınırlar içinde hareket yetisi kazandıkça, bu sınırları aşmaya ve genişletmeye gerek duyduklarının farkındadır.
Ebeveynin hassas
rolünün önemi tam da bu aşamada belirir: sınırları fazla gevşetmenin ya da hiç
gevşetmemenin çocuğun ruhsal gelişimine ciddi zararları olacaktır. Ancak bunlar
üstüne ne kadar kafa yorup ince ayar tutturmaya çalışsak da çocuklar (ve
gençler) özgürlük alanlarını genişletmek için kendi bulabildikleri yoldan
gitmeye oldukça kararlı varlıklardır. Ve yeri geldiğinde ihlal etmeye
meylederler.
Julia Donaldson’ın
Tostoroman hikâyelerinden ikincisi olan Tostoraman’ın
Yavrusu bu gözle ele alınabilir. 2011’de BBC tarafından uyarlanan animasyon
filminde kitaptaki hikâyeye daha belirgin bir derinlik ve bazı açılardan
tutarlılık kazandırılmış.
Kitaptan farklı
olarak film, ilk hikâyedeki anne sincabın çocuklarına anlattığı bir masal
olarak başlıyor. Anne sincabın dış sesiyle yavru Tostoraman’ın hikâyesine
giriyoruz. Yuvasının etrafında koşturup neşeyle oynayan yavru Tostoraman’ın ormanın
derinliklerine heyecanla baktığını görürüz. Ormana doğru merakla, gözleri
kamaşmış ilerlerken babası onu koltuğunun altına alıyor ve ormanın
derinliklerine gitmemesi için sertçe uyarıyor. Ormandaki tehlikeden, ‘Koca Kötü
Fare’den bahsediyor. Onunla bir kez karşılaşmış olması, bir daha unutamadığı
acı verici bir deneyim olarak hafızasına kaydolmuş ve çocuğunu da bu yüzden
korumaya çalışıyor.
Çocuğuna nasihat
veren bu babanın, tümüyle iyi niyetle, sırf koruma duygusuyla davrandığından hiç
kuşkumuz yok ilk bakışta. Bu kadar sıkı bir öğüt ve yasak koymak çocukta büyük
merak yaratıyor ve yasağın ardındakini öğrenme arzusu da kendini gösteriyor.
Eğer bir yasak varsa potansiyel olarak ihlal de yanı başında tetikte bekler.
Çünkü yasağı delmek isteyen, yasağın mantıklı mı yoksa boşuna mı olduğunu anlamak ister.
İlk hikâyedeki minik
fındık faresinin Tostoraman’ın zihninde Koca Kötü Fare haline gelişi bizi
gülümsetir. Bu şekilde çarpıtarak hatırlamasının sebebinin, olsa olsa Tostoraman’ın
yaşadığı korkunun travmaya dönüşmesi olduğu sonucunu çıkarabiliriz.
Peki, nedir Tostoraman’ı
bu kadar dehşete düşüren?
Önceki hikâyede
fındık faresi, karşısına çıkıp onu yemek isteyen Tilki, Baykuş ve Yılanı
başından savmak için hayali bir canavarla onları korkutmuştu. Sonra bu heyula -korkularının
cisimleşmesi- ete kemiğe bürünmüş olarak karşısına dikilmiş, bu kez de canavardan
kurtulmak için kendisinin ormanın en korkulan yaratığı olduğuna onu inandırmıştı.
Ormanın bu “en
korkulası” yaratığı, diğerlerinin korkularını
onlara geri yansıtabilme becerisini gösteren, ormanın en zayıf yaratıklarından
birisiydi aslında. Eğer bir marifeti varsa, bu kendinin ve diğerlerinin korkularını
tanımasıydı. Böylece onu korkutanlara ayna tutup onları korkularıyla yüz yüze
getirebiliyordu.
Burada masalın bütün
sevimliliğini bir süreliğine kenara bırakıp, Tostoraman’ın, son derece zayıf
ama kendisini zekâsıyla savunmasını bilen fındık faresini en büyük korku
kaynağına, büyük kötüye, ötekine dönüştürmesinin mantığı nasıl anlaşılır hale
gelir?
Bu devin, fındık
faresi ile karşılaştığı ana kadar karşısına kendisi kadar korkutucu başka bir
yaratığın çıkmamış olmasının beslediği kibrin altını oyan şey, tüm orman
sakinlerinin önünde fare tarafından korkutulması ve alaya alınması olsa gerek.
Böyle bakarsak, Tostoraman’ın korkusunun kökenini, ormanda iktidarsızlaştırılması,
hatta “kastre edilmiş” olması olarak görebiliriz.
Ormanın en kendine
güvenen, gerçek olamayacak kadar korkunç canavarının, böylesi bir kastrasyonu
travma olarak hatırlaması, bu travmanın kaynağı olan minik fındık faresini abartarak
imgeleminde Koca Kötü Fareye çevirmesi bu durumda anlaşılır: bir devin
iktidarını sarsabilecek olan yine ancak bir dev olabilirdi bu mantığa göre.
Her ne kadar Tostoraman’ın
belleğinde fare belki tam olarak dev gibi anımsanmasa da artık çocuğuna onu kötü
bir dev olarak anlatır. Hikâyenin başında, onun nasıl bir şey olduğunu merakla
öğrenmeye çalışan yavrusuna “Üstünden geçmiş çok zaman” dedikten sonra kafasını
kaşıyıp “Pek iyi hatırlamıyorum” der ve düşünür. Sonra tıpkı fındık faresinin geçmişte
Tilki, Baykuş ve Yılana anlattığına benzer şekilde yavrusuna Koca Kötü Fare’yi
anlatmaya başlar.
Koca Kötü Fare
korkunç kuvvetli, uzun pullu kuyruğa sahip, gözleri ateş kuyusu, bıyıkları
dikenli telden sert bir yaratık olarak resmedilir. Bu sayede Tostoraman hem
ondan duyduğu korkuyu meşrulaştırmış olur hem de yavrusunun ormana ayak
basmasını korkutma yoluyla engellemeye çalışır. Bu engellemenin altında yatan
sebebin, farenin gerçekte hiç de böyle bir yaratık olmadığını farkında olmadan unutma
ve gizleme çabası olup olmadığını sorgulayamaz mıyız?
Ya günün birisinde
yavrusu ormana adım atıp Koca Kötü Fare diye bir şeyin aslında var olmadığını,
babasının korktuğu şeyin minicik bir fındık faresi olduğunu öğrenirse? O halde
yasak sadece yavruyu koruma işlevi görmez, hatta aslında böyle bir işlevi
yoktur bile. Gerçekte bu yasak yavruyu korumaktan çok babasının korkusunun
açığa çıkmamasını, ormanda yerinden edilen iktidarının en azından kendi yaşam
alanında sürdürülebilmesini sağlar.
Artık kastre edilmiş
olan eril iktidarını yeniden tesis edebileceği tek yer, yasakları ve
sınırlamalarıyla kendi yuvası olup, yapabileceği tek şey orada egemen olmak ve bunu
yavrusu üzerinde müşfik bir koruma hamlesiyle kabul edilir kılmaktır.
Ormanın en
güçsüzlerinden olan fındık faresinin korkularından türeyen, ormanın en güçlülerinden
birisi olan Tostoraman, eğer gücünü ötekilerin duyduğu korku sayesinde edinmişse,
bu gücü yerinden edecek olan da güçsüzlerin ondan korkmamayı öğrenmesidir.
Böylece korkma sırası ona gelir. Çünkü kimse kadiri mutlak değildir.
Bu tam da eril iktidarın
kendisini alt üst edecek olanla karşılaşmasıdır: İlk hikâyede -özellikle belirgin
şekilde animasyonda- ormanın yaşlıları ve güçlüleri olarak canlandırılan Tilki,
Baykuş ve Yılan tipleri ve Tostoraman eril iktidar ağının simgeleşmiş
figürleridir. Buna karşın fındık faresi bu eril iktidarı ve gerontokrasiyi
(yaşlılar iktidarını) sarsacak olan bağımsız bir genç figürü olarak karşımıza
çıkar.
Bizim dünyamızda eril
iktidarın kendini gerekçelendirmek için sürekli öteki korkusuna yaslanmasını tartışmamıza
katıp devam edelim. Masalda sevimli görünse de gerçek dünyada ufaklığına rağmen
ürkütücü ve tiksinti verici olan farenin toplumsal hayatta neyi simgeleyebileceğini
düşünelim: fare genellikle yerde, yerin altında, binanın dip ve köşelerinde,
karanlık ve nemli yerlerde, boru ve kanallarda, yani yaşam alanlarının en erişilmez
kuytularında, tekinsiz mekânlarda gezer. En küçüğünden en irisine kadar,
kontrolden kaçabilen, kolay yakalanamayan ve bu yüzden ev yaşamından her zaman uzaklaştırılmak
istenen, tiksinilen, görüldüğünde öldürülmek istenen bir hayvandır.
Masaldaki farenin
simgeledikleri arasında, eril iktidarın denetiminden kaçan birçok toplumsal
grubu görebiliriz: aile yaşamının kurallarının dışında kalan kadınların, başına
buyruk gençlerin, itaat etmeyen çocukların, eşcinsellerin, yabancıların, alt
sınıfların, ayak takımının, serserilerin, yoksulların, evsizlerin, sırf
varlığıyla ailenin ya da topluluk yaşamının kurulu düzenini tehdit ettiği
düşünülen her türlü aykırı, uyumsuz figürün oluşturduğu ötekilerin dünyası.
Ötekilerin dünyası bu
yüzden gerçek hayatta korkuyla, kuşkuyla, aşağılamayla, küçümsemeyle ve tiksintiyle
karşılanır. Kodlarını babanın, iktidar sahiplerinin belirlediği bu dünyada
ötekiler tek tek ne kadar küçük de olsalar, varlıkları, eril iktidarın altını
boşaltıp korkusunu yüzünü vurur ve giderek boyut değiştirip büyük korku nesnesi
haline getirilirler.
Bu yüzden onların
varlıklarının çocuklar tarafından bilinmeleri, keşfedilmeleri istenmez. Ne
kadar dost, zararsız ve kendi halinde olursa olsunlar, daima büyük bir tehdit
olarak kodlanırlar. Fındığını yiyip ormanın sükûnetine kendini bırakmak,
hayatını keyfince sürdürmek isteyen ama yeri geldiğinde bütün diğer “büyükleri”
korkutup kaçırmasını becerebilen minik fındık faresi, bu yüzden hikâyedeki eril
iktidar figürlerinin gözünde tehditkâr öteki olarak kodlanır: böylece Koca Kötü
Fare olur. Ondan en çok korkan da en büyük olan, yani Tostoraman’dır.
Babanın koyduğu
yasağı delmek isteyen yavru Tostoraman, gece yarısı hem de karlı bir havada
evden kaçıp Koca Kötü Fare’yi bulmaya gider. Çünkü bir yandan yasağın
doğruluğundan kuşku duyar. Ama yavru Tostoraman henüz o kadar küçüktür ki
babanın yasağına meydan okurken bile cesaretini zar zor toplar. Yanına en
sevdiği oyuncağını, Donaldson’ın başka bir kitabından tanıdığımız Değnek Adam’ı
alır. Küçük çocuklar için ebeveynden ayrışma sürecinin bir geçiş nesnesine
aktarımla simgelendiğini biliriz. Yavru Tostoraman’ın daha henüz ebeveynden
ayrışmamış bir çocuk olduğunu buradan anlarız.
Yavru, ormanın
derinliklerine daldığında, tıpkı minik fındık faresinin başına geldiği gibi
Yılan, Baykuş ve Tilki ile karşılaşır. Sırasıyla hepsinin çeşitli burnunun,
kuyruğunun, gözlerinin, bıyıklarının babasının anlattığı gibi Koca Kötü Fare’ye
benzeyip benzemediğini anlamaya çalışır. Hepsi Tostoraman’ın yavrusunu
gördüklerinde hem korkarlar hem de onu başlarından savmak için daha önce minik
fındık faresinin yaptığı numarayı tekrar ederler. Tostoraman’ın yavrusuna tabi
ki Koca Kötü Fare’nin olmadıklarını, onun başka bir yerde Tostoramanlı bir
şeyler yiyip içtiğini anlatırlar. Koca Kötü Fare efsanesini hem pekiştirirler
hem de kendilerini kurtarırlar.
Yavru Tostoraman,
korkusunu yenmeye çalışırken tüm aramasına rağmen bir Koca Kötü Fare bulamaz. Hikâyenin
bu noktasında Tostoraman’ın yavrusunun babasına olan güveninin azaldığını
görürüz. Hatta bir anlığına hayal kırıklığı yaşar ve herkesin ona oyun
oynadığını düşünmeye başlar: “Ben inanmıyorum Koca Kötü Fare’nin var olduğuna” diyerek
üzüntüsünü dile getirir.
Ancak tam o esnada
minik fındık faresinin yuvasını ve kapısının önündeki karları süpürmekte olan
fareyi görür karşısında. Yuvanın önünde bir de farenin yaptığı kardan
Tostoraman vardır! Her ne kadar bulduğu Koca Kötü Fare olmasa da arayışlarının
bir ödülü olarak onu mideye indirmeye karar verir. Fare, Tostoraman’ın yavrusunu
kandırmak için Koca Kötü Fare’yi tanıdığı ve onunla tanıştıracağı hikâyesini uydurur.
Ay ışığında ağaçtan yansıyan gölgesinin yere vurup dev gibi görünmesini sağlayarak
Tostoraman’ın yavrusunu Koca Kötü Fare’yi gördüğüne inandırır. Bunun üstüne yavru
da tıpkı babası gibi koşarak kaçar.
En sonunda yuvaya
ulaşan yavru, horul horul uyuyan baba Tostoraman’ın kolunun altına tekrar
yerleşir. Bu esnada baba hiçbir şeyin farkında değildir. Küçük yavru tehlikeli
macerayı kazasız belasız atlatıp güvenli yuvasına dönmüş olmanın huzuruyla
babasının kolunun altında yeniden uyumaya başladığında, artık eskisi kadar
cesaretli olmadığını ama eskisi kadar da canının sıkılmadığını öğreniriz. Minik
fındık faresi de onun izlerini takip edip yuvasına kadar gider. Bu sakin ve
güvenli sahneyi gördüğünde gülümser ve fındığını yemeye koyulur.
Anne sincap hikâyeyi
tamamlandığında, yavru sincaplar aralarında Tostoramancılık oynamaya başlarlar.
Bir kez daha anlatılan macera ormanın minik sakinleri arasında, zayıfın
güçlünün karşısındaki hayatta kalma hikâyesine dönüşür. Aynı zamanda da bir
büyüme ve özgüven kazanma hikâyesine.
Farenin kendisi
hakkında oluşan Koca Kötü Fare efsanesini boşa çıkarmaması kendisini korumak ve
aynı zamanda güçlüyü alt etmek için yaptığı bir şey. Tostoraman, Tilki, Yılan
ve Baykuş’un fare gibi minik bir varlık karşısındaki zayıflıkları, yalnızca
farenin onları büyük güç olarak görmemesinden kaynaklanır. İktidar korkusu ortadan
kalkınca iktidarın altı boşalır. O halde
korkularını yenen akıllı minik fareler, iktidarların korkulu rüyası halini gelirler!
Tostoraman’ın fındık
faresinin yaşam alanına bir daha girmemesi, onu tehdit etmemesi, hatta ondan
çekinmesi gerekliliği yavru Tostoraman için de doğrulanmış olur. Aynı zamanda
hem yavru Tostoraman’ın babasına olan güveni pekişir hem de onu ihlal ederek özgüven
kazanma denemesinde olumlu bir adım atmış olur.
Yavru Tostoraman’ın bir
çocuk olarak edindiği tecrübe gerçekten de yasağın ihlali mi yoksa babasının
çizdiği sınırlara huzurla geri dönmesi yasağı delme girişiminin boşa çıkması mı?
Bu kadar küçük bir çocuk için bu sorunun cevabı verilemez. Çünkü dünyayı
şekillendiren değerlerden henüz haberdar değildir ve onlar için öncelikli olan
yuvanın içindeki sahici güvendir.
Ebeveynler çocukları
için güvenli bir hayat oluşturmaya çalışırken çizdikleri tüm sınırların her
zaman o çocukların güvenlikleri için gerekli olduğuna inanır ve onları da
inandırmaya çalışırlar. Ama egemen toplumsal değerlere ve iktidar ilişkilerine
sorgusuz sualsiz bağlanmış olmaları yüzünden kendi icat ettikleri korkuları da çocuklarına
aşılarlar. Çocuklar ancak ebeveynlerinden bağımsızlaşıp genç olduklarında bu
değerleri sorgulayabilecek tecrübeye kavuşurlar.
İlk bakışta görünen o
ki yavru, babanın yasağını hem deldi hem kendince bunun haklı bir yasak
olduğunu deneyimledi. Ancak belki şunu da
söyleyebiliriz: Daha henüz küçük bir çocukken yasağın mantıksız olabileceğine dair
bu denli kuşku duyması, onun yasaklara karşı koyma konusunda büyüdüğünde daha cesur
olma ihtimalinin bir işareti olarak yorumlanabilir. Çünkü güvenli yuvaya geri
dönmüş olsa bile bunun “şimdilik” bir dönüş olduğunu düşünebiliriz. Ebeveynden
ayrışma gerçekleştiğindeyse durum değişecektir.
Etrafındaki
tehlikelere rağmen, kendinden büyük güçlerden bağımsızlığını korumuş ve
tehlikeli dünyada bildiği gibi bir hayat süren genç fındık faresinin şefkatli
onayını alması da bu yüzden olabilir mi?
http://uzuncorap.com/2014/01/16/tostoraman%E2%80%99in-yavrusu/