Kızım üç
aylıkken bir gün emzik almak için eczaneye girdik, eczacı bebeğin cinsiyetini
sordu. Bir emziğin cinsiyetle ne alakası olabilir? Eczacı pembesi var mavisi
var demişti. Heteronormatiflik; bir emziğe bile cinsiyet giydirebilen bir
kültür bu. Dünyaya gelmeden evvel bebeklerin cinsiyetlerini öğrenmek önemli
işlerin başında geliyor. Hazırlıklar buna göre yapılıyor. İsimler çoğunlukla
cinsiyete göre seçiliyor, çoğu ismin manasını araştırdığımızda ataerkil ve
cinsiyetçi kültür tarafından cinsiyetlere atfedilmiş nitelikleri buluyoruz.
Biyolojik
cinsiyet ile o çocuğun sonraki hayatında sahip olacağı cinsel kimlik ve yönelim
arasında bir devamlılık olacağından herkes o kadar emin ki! Ya da gerçekten
emin mi? Belki de bu kadar emin olamadıklarından tüm bu telaş. Cinsiyetin de
kurgulanabilen ve bu yüzden sabit olamayacak bişey olduğunu herkes derinden
derine farkediyor. Belki de bu yüzden bu kadar kafaya takıp iki aylık
bebeklerin bile “kız” mı “erkek” mi olduğu anlaşılsın diye türlü aksesuarla
belirginleştirilmeye çalışılıyor. Hiç bitmeyen bir sosyal kontrol
mekanizmasının ilk aşaması.
İnsanlara,
yaşamları boyunca beklenen cinsiyet kalıbına uyması için sürekli düzeltmeyi,
hizaya getirmeyi hedeflemek için yapılan müdahaleler hayatının sonuna kadar
devam ediyor. Cinsiyetin, biyolojik cinsiyete dayanan ve mutlaka onunla uyum
içinde olması gerektiği kabulü, cinsiyet kimliği ile üreme arasında varsayılan
zorunluluktan ileri geliyor ve aile içinde başlıyor. “Hepimiz eninde sonunda
yetişkin bireyler olup, aileler kurup çocuklar doğurmalıyız, bu yüzden de ancak
karşı cinse alaka göstermemiz akla ve doğamıza uygundur.” Yaygın olarak böyle
düşünüyoruz çünkü toplumun, insan soyunun, hatta türün devamı, her bireyin
boyun eğmesi gereken evrensel bir kabul. Buna göre, bu “insanlık yasası”na
uymayanlar soyun devamını tehdit eden birer hain olabilir ancak. Eşcinselliğin
ya da transseksüelliğin tehlike olarak görülmesi bu totalleştirici düşünme
biçiminden kaynaklanıyor. Evlenmek istemeyenlerin evlenmeye zorlanması,
birlikte yaşayan sevgililere çocuk dayatması hep bu evrensel üreme yasasından
geliyor.
Cinselliğin,
yalnızca üremeyle alakalı olduğu varsayılınca cinsel kimliğin ve cinsel
yönelimin de buna tabi olması bekleniyor. Beraberinde bir çok hazzı, oyunu,
zengin duyguları, karşılıklı bağlanmayı, tutkuları getirebilen cinselliğin,
üremeyle ve aile kurmayla hiçbir zorunlu ilişkisi olmadığınıysa –kültürün bütün
ters yönlü dayatmalarına rağmen– kendi yaşantımız bize erkenden öğretiyor.
Bu kabulleri
tartışmaya açtığımızda iki şey birden alt üst oluyor: öncelikle üreme ile
cinsel kimlik, yani biyolojik cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasında bir
zorunluluk olduğu varsayımı. Lgbtt hareketlerinin, feminizmin, queer
düşüncesinin birikimi, bu varsayımın ne kadar yerleşik ve sorunlu olduğunu bize
çok iyi gösteriyor. Yerinden edilmesi bir o kadar önemli ikinci bir kabul daha
var ki o da ebeyevnliğin de biyolojik bir temele dayanmak zorunda olduğu
varsayımı. Zaten bu iki varsayım birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu için
ailenin temelini heteroseksüel çifte dayanan ebeveynin biyolojik olarak
edindiği çocuk oluşturuyor.
Sevgi,
birliktelik, bağlanma, cinsellik, duygular ve tutkular, insanların zorunlu
olarak üremesini gerektirmiyorsa, insanların bir aile oluşturmak için ille de
biyolojik bir temel atmalarının zorunlu olmadığı sonucu çıkar. Ailenin yeni
bireylerin dünyaya gelmesi, bakımı, büyümesi ve yaşama tecrübeleri edinmesi
için geçen süre zarfında güvenli bir bağlanma ortamı anlamına gelecek bir
sosyal ilişki olduğunu hepimiz söyleyebiliriz. Beraberinde bu sosyal ilişkinin
farklı olasılıklarla yeniden kurgulanabilen bir ilişki olarak, biyolojik çifte
dayanmasının zorunlu olmadığını da söyleyebiliriz.
Heteroseksüel
bir çiftin birlikte çocuk yapmaları ne kadar yaygın olsa da bu, çocuklu bir
aile oluşturmanın yollarından sadece birisidir. Çünkü ebeveynlik, çocukla
yetişkin arasında bir sorumluluk ve sevgi bağı demekse biyolojik, bağın bunu en
iyi şekilde sağladığını veya sağlayacak tek şey olduğunu gösterebilecek hiçbir
kanıt yok. Bu yüzden bir çok insan biyolojik olarak çocuk sahibi olamasa da
evlat edinerek çocuk büyütmenin çok iyi bir alternatif olduğunu kanıtlıyor.
Kadınlar ya da erkekler olarak doğmadığımız gibi potansiyel anneler ya da
potansiyel babalar olarak da doğmuyoruz. Bunlar sonradan edindiğimiz sosyal
roller. Bir çocuk dünyaya getirdiğimizde de biz aslında onu evlat ediniyoruz ve
o da bizi ebeveyn. Arada biyolojik bir bağ olup olmaması gerçekten de ilişkinin
niteliğini belirlemiyor. Belirlediğini düşünüyorsak bu çoğunlukla kültürel
şartlanmalarımızdan.
Bunlar, bir
çocuğun büyütülmesi için zorunlu mecranın heteroseksüel bir ilişki
gerektirmediği kadar, biyolojik ebeveynliği ve çift modelini de gerektirmediği
noktasına varan sorgulamalar. Baştan böyle seçtiği için ya da ayrıldığı için
çocuğuyla birlikte yaşayan tek anneler ve tek babalar ilk varsayımı yeterince
sarsıntıya uğrattı bile. Biyolojik problemlerden dolayı başkasının yumurta veya
sperm hücresini kullanarak çocuk edinenler, ya da bir çocuğu evlat edinenler de
biyolojik ebeveynliğin tahtını yeterince sarsmaya başladı. Açık ilişki ve çok
aşklılık tecrübeleri ise çift modelinin mülkiyetçiliğini yerinden ediyor. İki
eçcinsel baba, iki eşcinsel anne gibi tecrübeler heteroseksüel çiftin ailenin
şartı olmadığını bir kez daha doğruluyor. Her yerinden aşınmış ve yıpranmış
olan çekirdek aile kurumunun bireylerin ruhsal gelişiminde ne kadar olumsuz
etkileri olduğunu ortaya koyan radikal anti psikiyatri akımları ise aile ile
otoriteryan kültür ve buna dayanan sayısız ruhsal patolojiler arasındaki
ilişkiyi deşifre etme konusunda çok şey kazandırdı. Ancak hâlâ çocuk büyütmeyi
bir heteroseksüel çekirdek aile kurmak olarak algılamaya devam ediyoruz. Çünkü
çocuğun sorumluluklarını düzgün şekilde bunu üstlenen ebeveynlere dağıtacak iki
kişilik kısıtlı aile içindekinden daha zengin bir sosyallik ve sevgi bağı
içinde büyütecek alternatif aile tecrübelerine ihtiyacımız var. Ailenin
geçirebileceği böyle bir muhtemel dönüşüm,
belki de muhafazakar kurumları ve ataerlilliği sarsacak kültürel
devrimlerin en radikali olabilir. Heteronormatif olmayan çiftler ve çok aşklı aileler bu radikal dönüşümü haber
veriyorlar.
Kaos Gl
Dergisi, Ocak 2010, Sayı 110