BDP
ve ittifak yapan radikal solun desteğiyle oluşan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu
adayları 36 milletvekiliyle meclise girdi. Eş zamanlı olarak bu seçimlerde, 4–5
yıldır Türkiye’deki sağın en uçtaki unsurlarından birisi olan ulusalcıların
farklı siyasi fraksiyonlarının oluşturduğu Cumhuriyetçi Güç Birliği’nin esamisi
dahi okunmadı. Tahminen büyük oranda CHP ve MHP tarafından absorbe edildiler. Bu
veri, -solun bir kısmının Kemalizmi ve ulus-devletçiliği sahiplenişi üzerinden reaksiyoner
bir yoldan neo-faşizme varabilmesinin en yaygın şekli olan- Ulusalcı akımın siyaseten
yok olmasının belirtisi olarak okunabilir. Ulusalcı akımın paralize olması
önemlidir, çünkü ulus-devletçi ve Kemalizm’e meyilli bir antiemperyalizm söylemiyle
ulusalcılığa çok yaklaşan bazı geleneksel sosyalist çevrelerin de
etkisizleşmesinin belirtisi olarak görülebilir. Bu açıdan TKP’nin bir önceki
dönemde 90 bin oy alırken şimdi 60 bin oya gerilemesi, ulus-devletçi sosyalist
bir zihniyetin taraftar kaybına uğramasının benzer bir alametidir. Politik atalet,
iç örgütlenme sorunları, ardı kesilmeyen bölünmeler ve değişip karmaşıklaşan
toplumsal sorunlar karşısında söylemini yenilemek ve mücadele alanlarını
çoğaltmaktan uzak geleneksel sosyalist akımların da durumları pek parlak değil.
Peki, BDP’nin yükselişini bu çerçevede nereye oturtabiliriz?
BDP
şüphesiz güçlü olduğu bütün noktalarda etkili bir örgütlenme çalışması yürüttü.
Ancak Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu olarak baktığımızda, İstanbul, İzmir, Mersin,
Adana gibi illerde diğer sosyalist örgütlenmelerin taraftarlarından da kayda
değer bir destek aldı. BDP’nin oylarının yükselişini yalnızca Kürt halkının kendi
partisine daha fazla sahip çıkmasıyla açıklayamayız. Eşzamanlı olarak radikal
solun önemli bir kısmının 60’lar ve 70’ler devrimci hareketinden miras Kemalizm
etkisinden uzaklaşmasına da bağlayabiliriz. Bu sayede radikal solun Kürt
hareketi ile daha çok kanaldan gerçekleşen ilişkilenmesi mümkün olmuştur.
Yakından
takip edenler bilir, sadece bazı sosyalist çevreler değil, bazı ekolojist,
feminist, lgbt ve hatta çok küçük de olsa anarşist çevrelere kadar Blok’a
destek verenler oldu. Radikal sol derken esasında çeşitli örgütlenme ve parti
çevrelerinde bulunan insanlarla sınırlı olmayan bir olguyla karşı karşıyayız.
Hali hazırdaki siyasal örgütlenmelerden bağımsız pek çok bireyin veya aktivist
grupların bloğa desteği bu radikal sol şekillenmeyi örgütler üstü bir çokluk (Hardt &Negri) olarak
düşünebilmeyi mümkün kılıyor.
Bu
desteğin ya da farklılıklarla beraber ortak hareket etme eğiliminin, sayısal
çokluğundan ziyade asıl önemli olan bir taraftan sembolik bir etki, diğer
taraftan da Blok içerisinde farklı muhalefet mecralarının nispeten daha geniş
bir politik vizyon ortaya çıkarması. Kemalizm ve ulus devletçiliğin
etkilerinden uzak, çok sayıda örgütlenme arasında daha diyaloğa dayalı kalıcı
bir ilişki zeminini doğurmaya aday bir siyasal dönüşümden bahsedilebilir. Artık
cinsiyetçilik, ekoloji, heteroseksizm, ırkçılık, milliyetçilik, emek sömürüsü
gibi konularda farklı örgütlenmeler birbirine daha çok yaklaşan ortak söylemler
inşa edebiliyor.
Radikal
solla pek çok noktada eklemlenmiş olan, birbiriyle ilişkili eylem ağları
yoluyla temas eden bağımsız sosyal hareketlerin doğrudan demokratik
örgütlenmelere yaslanması, bunun çoğaltan etkisi yoluyla ilişkide oldukları
siyasal örgütlenmelere sirayet edebilmesini de ihtimal dâhiline sokuyor. Bu Bloğun
doğurduğu önemli bir olasılıktır. Blok, yalnızca büyük kısmı Kürtler adına
siyaset yapacak olan 36 milletvekilinin meclise sokulmasından ibaret bir seçim
başarısı olarak görülemez. Bu sürecin yarattığı ve güçlendirdiği politik
sinerji, muhtemelen bundan sonra radikal sol siyasal hareketlerin birbirleriyle
daha etkileşimli ve her biri kendisine özgü gündemlerine karşın daha çok ortak
terimle hareket etmelerini sağlayacak. Bu da yeni bir anti-kapitalist sol
radikalizmin dış çerçevesini çizmeye adaydır.
Bu
dış çerçevenin içsel unsurunun nasıl bir örgütlenme ve nasıl bir mücadele
sorusuna cevap aramakla gelişeceği açıktır. Verilebilecek en yalın cevaplardan
birisi her türlü ayrımcılık, eşitsizlik, sömürü ve tahakküme karşı ortaya çıkan
mücadele alanlarının bizatihi kendi öznelerine yaslanan öz-örgütlenmeler
yoluyla yürütülmesi gereğidir. Doğrudan demokrasi ilkesinin bütün siyasal
hareketlerde eşitsizler arasında eşitliği yaratacak, merkeziyetçilik ve iktidar
oluşumunu dışlamaya yönelik bir ilke olduğunu belirtmek gerekiyor. Yaratılacak
bir radikal solun, hali hazırda mevcut sol karşısında azınlıkta kalsalar da
feminist, lgbt, ekolojist, anarşist veya otonomist bileşenlerinin bu konuda
çoğunluk soldan daha fazla söyleyecek şeyi var. Kürt hareketi de siyasi
istikametini katılımcı demokrasiye dayalı yerel yönetimler üzerinde yükselecek
bir demokratik özerklik projesine yönlendirdiğinden beri, doğrudan demokrasinin
önemini belki de radikal sola anlatacak en önemli bileşenlerden birisi halini
alabilir. Başka deyişle Kürt hareketinin radikal bir demokrasi ve siyasal
öznellik inşasındaki deneyimiyle etkileşime girmeden, sol/sosyalist/radikal sol
hareketler için güçlü bir toplumsal muhalefet zemini oluşturmak olanaksız
görünüyor.
Bu
yüzden parlamentoya girmenin yalnızca Türkiye’de sürmekte olan etnik
eşitsizliğin ve ayrımcılığın üstesinden gelmekte sembolik bir basamak olduğunu,
asıl olanın ise örgütlü mücadele içindeki toplulukların doğrudan demokratik öz-örgütlenme
deneyimleri geliştirmeleri olduğunu belirtmek gerekiyor.
Parlamentoya
aday olmak ya da mevcut siyasal partiler eliyle yürütülen siyaset biçimi,
içerik ve söylem olarak ne kadar sistemin dışında kalsa da burada belirleyici
olan içerik değil biçimdir. Partilere dayalı siyasetin biçimi, mantığı gereği
yaslandığı insan topluluklarını siyasetin öznesi kılmaktan çok onların
temsilcisi olarak hareket etmeye eğilimlidir. Milletvekillerinin seçilmesi
siyasetin mevcut oyunu içinde egemenlerin tekerine bir çomak sokacaktır
muhakkak; lâkin Türkiyeli ve Kürt siyasal hareketlerinin kendi aralarında
kuracağı yatay ilişkilenmeler, sisteme reformlar dayatmanın ve hak talep
etmenin ötesine geçerek toplumsal dönüşüm için asıl mecraları oluşturacaktır.
İçinde
bazı anarşistlerin, feministlerin, lgbt bireylerin, ekolojistlerin, kent
hareketlerinde yer alan aktivistlerin, emek ve demokrasi alanında mücadele eden
pek çok farklı sol/sosyalistin de bulunduğu çeşitli radikal çevrelerden Bloğun
destek almasını bu minvalde okumak gerekiyor. Tahminimce, bu çevrelerin büyük
kısmı, parlamenter temsilin aşağıdan yükselen toplumsal muhalefete bir temsil
imkânı oluşturduğu için önem atfediyor değil. Aksine tam da bunu hiç
oluşturamayacağı için, bu yüzden de temsil krizinin derinleşerek toplulukların
oluşturacağı öz-örgütlenmelere güç aktarımının daha önemli olduğunu görünür
kılacağı için. Aynı zamanda bu destek ağı içinde yer alan ayrı ayrı öznelerin
her biri kendi özgürleşme siyasetleri açısından, siyasal kaderlerini ve kurucu
perspektiflerini Kürt özgürleşme mücadelesinden bütünüyle ayrı ve onunla
ilişkisiz bir yere konumlandırmadığı için.
Blok,
ortak mücadeleler, geçici veya uzun süreli yatay ittifaklar yoluyla, devlet
tarafından daraltılıp idare sorununa indirgenmiş olan siyaseti açarak,
siyasetten dışlanmak istenen farklı ezilen grupların siyasal alana dâhil olma
iradesi göstermeleridir. Salt muhalefetle yetinmeyen, siyasal alanın
belirlenmesinin devlete, orduya, sermayeye ve cemaatlere bırakılmasına karşı bir
kurucu politika arayışıdır.