10 Temmuz 2008 Perşembe

Komünizm, Marksizm ve Din Üzerine


Din ve komünizmin tarihteki ilişkilerine değinmeden günümüzde radikal sol ve din arasındaki kesişmeleri sorgulamak kolay değil. Bu noktanın ihmali dine karşı modernist bir yoruma götürür. Komünizm bugün herkesin kafasında Sovyetler Birliği’nde denenen “devlet sosyalizmi ile özdeşleşmiştir. Bu sistem bütünüyle endüstriyel modernleşme anlayışına dayalı bir tür toplumsal mühendislik modeli sunmaktaydı ve dine yaklaşımı da Aydınlanmacı düşüncesinden farksızdı. Oysa kökenlerine inildikçe, Batı’daki modern devrimci radikalizmlerin kaynağı olan komünist akımların ilk olarak Hıristiyanlık içindeki bazı sapkın tarikatlarda ortaya çıktığını görüyoruz. Sosyal tabanı yoksul köylülere, kentli zanaatkârlara ve entelektüellere (genelde din adamları) dayanan Katharlar, Taboritler, Bogomiller, Hussitler, Anabaptistler gibi Binyılcı ve Mesihçi tarikatlar, çok genel bir söyleyişle, ayrıcalıklı sınıfların egemenliğine son vermek, toprakları ve mülkleri kolektifleştirmek, eşitlikçi bir yeryüzü cenneti ve İsa’nın dünyevi krallığını kurmak istiyordu. Tarihte en çok bilinen devrimci din adamlarından olan Thomas Münzer, Anabaptistlerle dava birliği yapmış, kilisenin ve prenslerin hâkimiyetine karşı 1525 yılında Almanya’da yüz binlerce yoksul köylünün katıldığı bir ayaklanma başlatmıştı. 1640 İngiliz Devrimi sonrasında, ortaya çıkan radikal haretlerden Önce Leveller’ların kurucularından birisi olan sonra da onlardan daha radikal mülkiyet karşıtı Digger’ların önderlerinden biri olan Gerard Winstanley de “İngiltere’nin yoksul ezilen halkı” adına soylulara ve egemenlere karşı bildiriler yazan devrimci bir Protestan reformcusu din adamıydı.
Bu tür tarikatların ya da cemaatlerin kalkış noktası kilisenin halk üzerinde baskı aracına dönüşmesi ve din adamlarının yaşayışının ayrıcılıklı ve halktan kopuk hale gelmesiydi. İlk Hıristiyanların sade, eşitlikçi, mülk ortaklığına dayalı yaşantılarına özlemleri nedeniyle kilise düzenini reddettiler. Avrupa’da oldukça yaygın Kathar tarikatları mülkiyeti reddederek eşitlikçi, komünist cemaatler olarak örgütlenmişlerdi. Rönesans döneminde modern komünist ve alternatif toplum fikirlerinin kaynaklarından Ütopia ve Güneş Ülkesi’nin yazarları olan Thomas More ve Campanella da dinin egemen yorumlarından sapmış birer din adamıydılar.
Dinin alternatif yorumlarının ezilenler elinde sistem karşıtı devrimci rol alabileceğinin çağdaş bir örneği de Güney Amerika’da 1960’larda doğan Kurtuluş Teolojisi hareketidir. Kurtuluş Teologları kapitalizme karşı sosyalizmi ve insanın kurtuluşu düşüncesini birleştirmişlerdi. Kiliselerde halka mücadele çağrısı yapan ve gerilla hareketlerini destekleyen pek çok devrimci rahip faşistler tarafından katledilmişti.
Dinsel inanç, dünyaya dair ontolojik, epistemolojik, etik ve estetik görüşlerin bir yumağı, günlük hayattan siyasete geniş alanları etkileyen kültürel bir fenomendir. Farklı dini inançlar ve dinlerin farklı yorumları, kendi bağlamları içinde ampirik olarak ele alınmadıkça, din hakkında yapılan bütün genel tespitler, “din toplumun afyonudur” benzeri soyutlamalar olarak kalır. Dinlerin egemen iktidarın ve ezilenlerin elindeki yorumları her zaman örtüşmez; bazı yorumlar sınıfsal anlamda karşıt siyasal konumlara tekabül eder. Aydınlanmacı rasyonalist düşüncenin etkisindeki pek çok solcu için din bütünüyle kapanmış bir çağa ait, egemenlerin ideolojik manipülasyon aracıdır. Bu ancak dinin egemen iktidarın elinde biçimlendirilmiş -Osmanlı Devletinin hukuk ve siyasetini temellendiren Sünni İslam gibi- yorumları için söz konusudur. Oysa Anadolu tarihinde pek çok tarikat merkezî iktidarla çatışmış, halk ayaklanmalarına öncülük etmiş ve bazıları yeraltında yaşamaya itilmişlerdi.
Tüm egemenlik ve tahakküm ilişkilerinin, eşitsizliklerin, devletin ve profesyonel siyasetin ortadan kaldırılmasını hedefleyen çağdaş komünist (radikal eşitlikçi) düşünceler, topluluğun doğrudan demokratik özyönetimini hedefleyen devrimci tasarıları sunan ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel, estetik ve ekolojik görüşler yelpazesine sahiptir. Bu yönüyle, devletçi siyaset ufkunun kapitalizmin ve modernizmin aşılması olarak, sosyalist soldan ve klasik Marksizmden farklıdır. Klasik Marksizmin devlet iktidarını ele geçirme eksenli modernist siyaseti nedeniyle uzak bir hedef olarak geleceğe havale ettiği komünizm -eşitlikçi toplum sorunu- bugün hâlâ ezilenlerin hareketlerini biçimlendiren ana itkidir. Brezilya’daki Topraksız Kır İşçileri, Meksika’daki Zapatistler ya da Hindistan’daki köylü hareketleri insanların inançlarını sorgulamayan, eşitlikçi bir toplumsal pratiğin hemen yaratılmasına odaklanmış devrimci soysal hareketlerdir.
Dinin “sol”la ilişkisi, radikal eşitlikçi ve radikal özgürlükçü bir çerçeveden tartışılırsa, devletçi sosyalizmin güncel şekli olan klasik Marksizmin ve her türden sol modenizmin sınırlarının dışına çıkmak gerekir. Ezilenler açısından sorun seküler bir dünya görüşünün mü yoksa dini inancın mı daha özgürlükçü olacağı değil, hem dinsel söylemler hem de seküler siyasetlerin birbirine eklemlenmesi yoluyla sürdürülen sömürü ve tahakküm ilişkilerinin ortadan kaldırılmasıdır. Laiklik, modern devletin rasyonel hukuka dayalı egemenliği sorunuyla ilişkili bir sorundur; radikal özgürlükçü ve eşitlikçi bir  devletsiz sınıfsız bir toplumun kuruluşu ise modern hukuğun çerçevesini aşar.
Eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplumun en iyi şeklinin zorunlu olarak materyalist bir kültür olacağı da söylenemez. Şimdiye kadar bildiğimiz dinsel tahakküm biçimlerine benzemeyen farklı tinsel kültürlerin de mümkün olacağı komünal toplum biçimleri yaratılabilir. bu bakış açısıyla asıl arzu edilen, iktidarı elinde tutan bürokratların, bilimcilerin, din adamlarının, askerlerin ve patronların  ve ataerkil egemenlik biçimlerinin sona ermesidir.
Marksizmin din ile mesafesi, Marx’ın ateist olup olmaması gibi meseleler entelektüel açıdan renkli, parlak tartışmalar olmakla beraber, ezilenlerin devrimci özgürleşmesine açılım sağlayacak gibi görünmüyor. Dinin ezilenlere, yoksullara yaslanan plebyen ve egemen bakışın sapkın addettiği yorumlarından doğup bugüne gelen modern bir devrimci hareket olarak komünizm, hem sol modernist din karşıtlığının hem de sol liberal hoşgörünün sınırını aşar. Toplumun homojenleştirilmesi karşısında öz-yönetimi; ekonominin ve kültürün yerelleştirilmesini; topluluk içindeki farklılık ve çeşitliliklerin geliştirilmesini; etnik, dinsel, kültürel ve cinsel çeşitliliğin devlet ve toplum baskısı olmaksızın yaşanmasını; yönetimin ademi merkezileştirilmesini ve devlet egemenliğinin ortadan kaldırılmasını savunması nedeniyle komünist düşünce ancak epistemolojik ve kültürel bir çoğulculuğu gerektirir.



Bu yazının ilk hali küçük farklarla radikal’in tartışıyorum sayfasında 10.07.2008 tarihinde çıkmıştı:

Anarşi kavramı

Bütün toplumsal ve psişik özgürleşmelerin ortak noktası, insanı birey ya da topluluk halinde tabi kılıp yönetilebilir bir varlığa indirgeyen...