9 Ağustos 2012 Perşembe

Bıçak-Kemik

Bıçak kemiğe dayanınca isyan kaçınılmaz olur. Bitimsizce sömürülen emekçiler, bedenlerine yapılan baskıya artık tahammül edemeyen kadınlar, eğitim hakları adım adım gaspedilen öğrenciler, yaşam alanları ellerinden alınan köylüler, kentsel dönüşüm adı altında yaşadıkları semtlerden sürgün edilen kent yoksulları, hapishanelerde her türlü zulme maruz bırakılan mahkumlar, kimlik talepleri baskı altına alınan etnik gruplar, çalmaktan, soymaktan başka çaresi kalmayan yoksullar, diktatörlüklerin baskısı altında ezilen halklar... Küçük kıvılcımlar halinde başlar ve yavaş yavaş yayılır. Kimi küçük, kimi ise devasa toplumsal patlamalar halinde, kolektif hafızaya nakşolunan çentikler atar her büyük patlama. Yenilse de boşa gitmez, bir sonraki başkaldırının hafızası olur. Böyle bir anda her türlü iktidarın baskısı altında tabi kılınan sıradan insanlar bir anlığına bile olsa iktidarın sahte dengesini bozar, onu krize sokar. İsyanlar, -ya da ayaklanmalar diyelim-, büyük toplumsal devrimlerin provaları olurlar. Ya da bazen, küçücük ödünler elde etmenin geçici anları... Asla gözle görülebilir öncüleri, temsilcileri yoktur isyanların. Öngörülemez patlamalar olarak gelirler. Kimse toplumsal isyanları önceden örgütleyemez, yönlendiremez de. Hangi çapta yayılıp genişleyeceği de önceden öngörülemez ve planlanamaz. Son derece yerel ve küçük çaplı kalabilir, ülkeler arasında virüs gibi yayılıp tarihsel uğraklar halini de alabilir Arap devrimlerinde halen devam ettiği gibi.
 Siyasal faaliyetini toplumsal dönüşüm çabalarına hasredenler, devrimci dönüşümlerin kalıcı olmasını sağlayacak yeni toplumsal inşalarla bunu yaratabilir ancak. Bu faaliyetler, bilfiil ütopik, deneysel ve yaratıcılıkla dolu, kolektif enerjiyle inşa edilmiş mekânlar kurar, kalıcı toplumsal kurumlar yaratırlar. İçi dolu kurumlar, kapitalizmden ve iktidardan boşaltılmış özgür yaşam alanları. Bunlar küçücük komünal yaşam alanları da olabilir, bir kent ölçeğinde doğrudan demokrasi alanları da olabilir -Paris Komünü'nde olduğu gibi, koca bir bölgeyi kaplayan özyönetim deneyleri de olabilir -Chiapas'taki uzun erimli Zapatista özerkliği gibi.
 İsyan eden kişi, egemenliği alaşağı etmek için varoluşunu tehlikeye atan sıradan insandır. İsyanın rengi, ne siyah, ne kızıl, ne mor, ne de yeşil diye indirgenemez. Gel gör ki geçmişte anarşizm bir siyasal tasavvur olarak anlaşılmak yerine salt bir giyim kuşam ve müzik altkültürüne nasıl dönüştüyse, onun yerine atanarak patentlenmek istenen isyan mefhumunu da altkültüre dönüştürme eğilimi belirginleşiyor. Ancak isyan, başkaldırı, ayaklanma ya da kalkışma salt bir kırılma uğrağıdır. Güç dengelerinin, henüz ne kadar süreceği belli olmayan bir anında, boyun eğmeye karşı direnişin başlaması ya da görünür hale gelmesidir. Kendisini ezen iktidara karşı uzun süre boyun eğmiş sıradan insanların, 'artık yeter' dediği andır. Bir 'hayır!' olarak ortaya çıkar.  Bir çok eveti gündeme getirir, getirmeyebilir de, sönüp gidebilir de.
 Hes direnişçileri arasında, Gerze’deki Termik santrale karşı mücadele eden yerel ahalinin ya da elektriği kesildiği için yol kesip lastik yakan Niğde'deki köylülerin arasında ya da kimlik haklarının ötesinde özerk bir özyönetim inşa etmek için on yıllardır başkaldıran Kürtlerin arasında sadece sıradan insanları görürüz. Başkaldırı yaşamın dönüştürücü ve her gün yaşanan bir parçası halini de alır bazen bu uzun yürüyüşlerde. Onlar devlete, kapitalizme, patriyarkaya, tektipleştirici dışlayıcı eğitime, köleleştirici çalışmaya, homojenleştirme eğilimlerine, asimilasyona, kişiliksizleştirilmeye  başkaldırır, uzun soluklu mücadeleler verirler. Şeyleştirilmiş, kimlikleştirilmiş 'isyancılık' ise isyanın somut mücadelesinden farklı olarak bir altkültür içine, arkadaş çevresine, neşeli bir öfke boşalımı anının fantazisine hapsolur. Protesto esnasında sıradan insanların, devrimcilerin, miltianların, eylemcilerin girdiği çatışmanın aşağıdan yükselen öfkesi ile bunu kişisel mülk edinmek isteyenlerin isyanı sermayeleştirmesi arasındaki farkta yatar bütün mesele. Asla devrimci mücadelenin somut öznelerinin trajikliği ile alakası olmayan bir küçük burjuva, bir lümpen fantazisi… Baştan sona yılışık bir bireycilikle şekillenen ahbap çavuş ilişkisinden ibarettir şeyleştirilmiş isyan. Tüm bunların parçalı mücadeleler boyunca yürüyen bir toplumsal devrimle, gündelik hayatı dönüştüren yerel direnişlerle uzaktan yakından alakası yoktur. Kendi kendini şişirip pohpohlamaktan, böbürlenmekten ibaret bir egoizm, liberalizmin biraz renk değiştirmiş 'bana dokunmasınlar' bireyciliğinden türetilirken, toplumsal devrim fikri gözden düşürülmek istenir. Farklı alanlarda yürütülen mücadeleler küçümsenir. Eylem sadece protestoya, kısaca kolluk güçlerine karşı bir tür sembolik mücadele anına, gövde gösterisine indirgenir. (Protesto, çatışma, yaratıcı yöntemlerle gerçekleştirilecek sabotajlar ya da yerinde kullanıldığında itaatsizlik yöntemleri ise mücadelelerin daha geniş kurucu süreçlerine eşlik eden uğraklarındandır sadece, önceden belirlenmiş tarzlar halini aldığındaysa sadece eylemciliğin profesyonelleşmesine, meslekleşmesine işaret eder. Mücadelelerin daha geniş toplumsallaşması ise, eylem yöntemlerini sabit tarzlara indirgemeden mümkün.)
 Toplumsal devrim sıradan insanların kendi kendilerini özgürleştirmeleri için iktidar ilişkilerine karşı, her iktidar düğümü etrafında ayrı yoğunlaşmalarla kolektif mücadelelere girişmeleridir. Bunu karşısına alan aşırı bireyciliğin isyancı fantazisinde ise egemen iktidarın ürettiği otoriter bireyciliğin, kişiler arası eşit ilişkiler kurmakla alakası olmayan tabiyet kültürünün, ve muhafazakar ahlakçılığın yarattığı karakter tipi kılık değiştirir ve tarihsel anarşizmin ve komünizmin sahip olduğu devrimci özgürlükçü çizgiyle ikame edilmeye çalışılır. (Anarşizmin bir bölümünü esir alan aktüel sol liberal eğilimin, hatta anarşist kimlikçiliğin felsefi liberalizmle tam ayrışamamış otantik bireyci bir varyantının tamamlayıcı bir kutbu; ondan ayrışamamış, ancak onunla birlikte var olan, ancak ona cevaben kendini tepkisel bir şekilde gerekçelendirebilen; bireycilikte en az onun kadar ısrarcı diyalektik bir kutbundan başka bişey değildir bu eğilim. Toplumsal anarşizmin, komünalizmin ve liberter komünizmin -heterodoks marksizm de dahil- tüm eğilimlerinden kesinkes ayrı ele alınması gerekir.)
 ***
 Yıkıcı her eylem, -düzenin sarsılmaz olmadığını açığa çıkaracak bir yıkıcılık potansiyeli taşıyan en küçük eylem bile- kuşkusuz değerlidir. Ancak yıkıcı eylem sembolik anlamın ötesine geçmeyen jestlere indirgenemez. Yıkıcı eylem ritüel ya da eğlence değildir. Kuşkusuz ayaklanmalar da bazen bir kolektif eğlence halini alır, ama daha çok trajiktir. Bir eylemi neyin yıkıcı ve dönüştürücü yaptığının en açık ölçütü ise bıçak kemiğe dayandığında başını kaldırmış sıradan insanlarca mı yapıldığıdır. Çünkü onlar rutinleşmiş yaşamlarını bir anlığına da olsa başka bir noktaya getirir ve kendi yaşam düzenlerini değiştirirler. Başka bir dünyadan ses verirler. Tıpkı iki buçuk ay boyunca Ankara'nın orta yerinde sadece bir güvencesizler direnişini değil, kolektif bir hayatın ve dayanışmanın pratiğini yaşatan Tekel işçileri gibi. Yıkıcı eylemin kurucu gücü, kendisini protesto anının ritüelleşmiş coşkusu içine sıkıştırmamasıyla belli eder. Aksi halde sadece sürekli bir şimdiki zamanın içinde sıkışmış, geleceği daha da öteleyen bir ret şerhinden ibaret kalır.
 İsyan eden, başkaldıran birey korkudan özgürleşmeyi an be an yaşar. Kahraman olduğu ya da cesur olduğu için değil, kolektif başkaldırının adım adım insanları cesarete taşımasından dolayı. İsyan ile jesti, gençlik eğlencesini, orta sınıf bireyciliğinin varoluş bunaltısını aşmak için hafif tertip risk almasını da ayırt etmek gerek. 
 Sıkışmış yaşamlarımızdan nefes alabilmekle kalmayıp yeni bir hayat yaratabilmek için cendereyi kırmak, sıradan insanların gün be gün gerçekleştirdiği gündelik isyanlardan doğacaktır, ama öncü kültürünü özgürlükçü düşünceye sokuşturmaya çalışan mizansenlerden değil.

Anarşi kavramı

Bütün toplumsal ve psişik özgürleşmelerin ortak noktası, insanı birey ya da topluluk halinde tabi kılıp yönetilebilir bir varlığa indirgeyen...