Bıçak kemiğe dayanınca isyan kaçınılmaz olur. Bitimsizce sömürülen
emekçiler, bedenlerine yapılan baskıya artık tahammül edemeyen kadınlar, eğitim
hakları adım adım gaspedilen öğrenciler, yaşam alanları ellerinden alınan köylüler,
kentsel dönüşüm adı altında yaşadıkları semtlerden sürgün edilen kent
yoksulları, hapishanelerde her türlü zulme maruz bırakılan mahkumlar, kimlik
talepleri baskı altına alınan etnik gruplar, çalmaktan, soymaktan başka çaresi
kalmayan yoksullar, diktatörlüklerin baskısı altında ezilen halklar... Küçük
kıvılcımlar halinde başlar ve yavaş yavaş yayılır. Kimi küçük, kimi ise devasa
toplumsal patlamalar halinde, kolektif hafızaya nakşolunan çentikler atar her
büyük patlama. Yenilse de boşa gitmez, bir sonraki başkaldırının hafızası olur.
Böyle bir anda her türlü iktidarın baskısı altında tabi kılınan sıradan
insanlar bir anlığına bile olsa iktidarın sahte dengesini bozar, onu krize
sokar. İsyanlar, -ya da ayaklanmalar diyelim-, büyük toplumsal devrimlerin
provaları olurlar. Ya da bazen, küçücük ödünler elde etmenin geçici anları...
Asla gözle görülebilir öncüleri, temsilcileri yoktur isyanların. Öngörülemez
patlamalar olarak gelirler. Kimse toplumsal isyanları önceden örgütleyemez,
yönlendiremez de. Hangi çapta yayılıp genişleyeceği de önceden öngörülemez ve
planlanamaz. Son derece yerel ve küçük çaplı kalabilir, ülkeler arasında virüs
gibi yayılıp tarihsel uğraklar halini de alabilir Arap devrimlerinde halen
devam ettiği gibi.
Siyasal faaliyetini toplumsal dönüşüm çabalarına hasredenler, devrimci
dönüşümlerin kalıcı olmasını sağlayacak yeni toplumsal inşalarla bunu
yaratabilir ancak. Bu faaliyetler, bilfiil ütopik, deneysel ve yaratıcılıkla
dolu, kolektif enerjiyle inşa edilmiş mekânlar kurar, kalıcı toplumsal kurumlar
yaratırlar. İçi dolu kurumlar, kapitalizmden ve iktidardan boşaltılmış özgür
yaşam alanları. Bunlar küçücük komünal yaşam alanları da olabilir, bir kent
ölçeğinde doğrudan demokrasi alanları da olabilir -Paris Komünü'nde olduğu
gibi, koca bir bölgeyi kaplayan özyönetim deneyleri de olabilir -Chiapas'taki
uzun erimli Zapatista özerkliği gibi.
İsyan eden kişi, egemenliği alaşağı etmek için varoluşunu tehlikeye
atan sıradan insandır. İsyanın rengi, ne siyah, ne kızıl, ne mor, ne de yeşil
diye indirgenemez. Gel gör ki geçmişte anarşizm bir siyasal tasavvur olarak
anlaşılmak yerine salt bir giyim kuşam ve müzik altkültürüne nasıl dönüştüyse,
onun yerine atanarak patentlenmek istenen isyan mefhumunu da altkültüre
dönüştürme eğilimi belirginleşiyor. Ancak isyan, başkaldırı, ayaklanma ya da
kalkışma salt bir kırılma uğrağıdır. Güç dengelerinin, henüz ne kadar süreceği
belli olmayan bir anında, boyun eğmeye karşı direnişin başlaması ya da görünür
hale gelmesidir. Kendisini ezen iktidara karşı uzun süre boyun eğmiş sıradan
insanların, 'artık yeter' dediği andır. Bir 'hayır!' olarak ortaya çıkar.
Bir çok eveti gündeme getirir, getirmeyebilir de, sönüp gidebilir de.
Hes direnişçileri arasında, Gerze’deki Termik santrale karşı mücadele
eden yerel ahalinin ya da elektriği kesildiği için yol kesip lastik yakan
Niğde'deki köylülerin arasında ya da kimlik haklarının ötesinde özerk bir
özyönetim inşa etmek için on yıllardır başkaldıran Kürtlerin arasında sadece
sıradan insanları görürüz. Başkaldırı yaşamın dönüştürücü ve her gün yaşanan
bir parçası halini de alır bazen bu uzun yürüyüşlerde. Onlar devlete,
kapitalizme, patriyarkaya, tektipleştirici dışlayıcı eğitime, köleleştirici
çalışmaya, homojenleştirme eğilimlerine, asimilasyona, kişiliksizleştirilmeye
başkaldırır, uzun soluklu mücadeleler verirler. Şeyleştirilmiş,
kimlikleştirilmiş 'isyancılık' ise isyanın somut mücadelesinden farklı olarak
bir altkültür içine, arkadaş çevresine, neşeli bir öfke boşalımı anının
fantazisine hapsolur. Protesto esnasında sıradan insanların, devrimcilerin,
miltianların, eylemcilerin girdiği çatışmanın aşağıdan yükselen öfkesi ile bunu
kişisel mülk edinmek isteyenlerin isyanı sermayeleştirmesi arasındaki farkta
yatar bütün mesele. Asla devrimci mücadelenin somut öznelerinin trajikliği ile
alakası olmayan bir küçük burjuva, bir lümpen fantazisi… Baştan sona yılışık
bir bireycilikle şekillenen ahbap çavuş ilişkisinden ibarettir şeyleştirilmiş
isyan. Tüm bunların parçalı mücadeleler boyunca yürüyen bir toplumsal devrimle,
gündelik hayatı dönüştüren yerel direnişlerle uzaktan yakından alakası yoktur.
Kendi kendini şişirip pohpohlamaktan, böbürlenmekten ibaret bir egoizm,
liberalizmin biraz renk değiştirmiş 'bana dokunmasınlar' bireyciliğinden türetilirken,
toplumsal devrim fikri gözden düşürülmek istenir. Farklı alanlarda yürütülen
mücadeleler küçümsenir. Eylem sadece protestoya, kısaca kolluk güçlerine karşı
bir tür sembolik mücadele anına, gövde gösterisine indirgenir. (Protesto,
çatışma, yaratıcı yöntemlerle gerçekleştirilecek sabotajlar ya da yerinde
kullanıldığında itaatsizlik yöntemleri ise mücadelelerin daha geniş kurucu
süreçlerine eşlik eden uğraklarındandır sadece, önceden belirlenmiş tarzlar
halini aldığındaysa sadece eylemciliğin profesyonelleşmesine, meslekleşmesine
işaret eder. Mücadelelerin daha geniş toplumsallaşması ise, eylem yöntemlerini
sabit tarzlara indirgemeden mümkün.)
Toplumsal devrim sıradan insanların kendi kendilerini özgürleştirmeleri
için iktidar ilişkilerine karşı, her iktidar düğümü etrafında ayrı
yoğunlaşmalarla kolektif mücadelelere girişmeleridir. Bunu karşısına alan aşırı
bireyciliğin isyancı fantazisinde ise egemen iktidarın ürettiği otoriter
bireyciliğin, kişiler arası eşit ilişkiler kurmakla alakası olmayan tabiyet
kültürünün, ve muhafazakar ahlakçılığın yarattığı karakter tipi kılık
değiştirir ve tarihsel anarşizmin ve komünizmin sahip olduğu devrimci
özgürlükçü çizgiyle ikame edilmeye çalışılır. (Anarşizmin bir bölümünü esir
alan aktüel sol liberal eğilimin, hatta anarşist kimlikçiliğin felsefi
liberalizmle tam ayrışamamış otantik bireyci bir varyantının tamamlayıcı
bir kutbu; ondan ayrışamamış, ancak onunla birlikte var olan, ancak ona cevaben
kendini tepkisel bir şekilde gerekçelendirebilen; bireycilikte en az onun kadar
ısrarcı diyalektik bir kutbundan başka bişey değildir bu eğilim. Toplumsal
anarşizmin, komünalizmin ve liberter komünizmin -heterodoks marksizm de dahil-
tüm eğilimlerinden kesinkes ayrı ele alınması gerekir.)
***
Yıkıcı her eylem, -düzenin sarsılmaz olmadığını açığa çıkaracak bir
yıkıcılık potansiyeli taşıyan en küçük eylem bile- kuşkusuz değerlidir. Ancak
yıkıcı eylem sembolik anlamın ötesine geçmeyen jestlere indirgenemez. Yıkıcı
eylem ritüel ya da eğlence değildir. Kuşkusuz ayaklanmalar da bazen bir
kolektif eğlence halini alır, ama daha çok trajiktir. Bir eylemi neyin yıkıcı
ve dönüştürücü yaptığının en açık ölçütü ise bıçak kemiğe dayandığında başını
kaldırmış sıradan insanlarca mı yapıldığıdır. Çünkü onlar rutinleşmiş
yaşamlarını bir anlığına da olsa başka bir noktaya getirir ve kendi yaşam
düzenlerini değiştirirler. Başka bir dünyadan ses verirler. Tıpkı iki buçuk ay
boyunca Ankara'nın orta yerinde sadece bir güvencesizler direnişini değil,
kolektif bir hayatın ve dayanışmanın pratiğini yaşatan Tekel işçileri gibi.
Yıkıcı eylemin kurucu gücü, kendisini protesto anının ritüelleşmiş coşkusu
içine sıkıştırmamasıyla belli eder. Aksi halde sadece sürekli bir şimdiki
zamanın içinde sıkışmış, geleceği daha da öteleyen bir ret şerhinden ibaret
kalır.
İsyan eden, başkaldıran birey korkudan özgürleşmeyi an be an yaşar.
Kahraman olduğu ya da cesur olduğu için değil, kolektif başkaldırının adım adım
insanları cesarete taşımasından dolayı. İsyan ile jesti, gençlik eğlencesini,
orta sınıf bireyciliğinin varoluş bunaltısını aşmak için hafif tertip risk
almasını da ayırt etmek gerek.
Sıkışmış yaşamlarımızdan nefes alabilmekle kalmayıp yeni bir hayat
yaratabilmek için cendereyi kırmak, sıradan insanların gün be gün
gerçekleştirdiği gündelik isyanlardan doğacaktır, ama öncü kültürünü özgürlükçü
düşünceye sokuşturmaya çalışan mizansenlerden değil.