Bir süreden beri 'anarşizmin
kavramlarıyla konuşan bir liberalizmle karşılaştığımızı' düşünüyorum. Her an
otoriter akıl yürütmelerin eline geçebilecek kadar kaygan bir 'beyan esastır'
düsturunu bir kenara bırakıp, 'ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz' demeyi
zorulu kılan bir durumla karşı karşıyayız. Bunun da ötesinde bütün muhalif
kesimleri ilgilendiren kritik politik konulardaki anarşistler arasındaki
değişen tavır alışlar ve beyanatlara bakıp, bu beyanların bir kısmının
-özellikle pek çok örneğini itaatsiz.org ve anarşist isimli derginin çevresinde
gördüğümüz- özellikle siyasal liberallerin ve liberal sosyalistlerin
tutumlarıyla konjontürel dalgalanmalar içindeki benzeşmesini takip edersek bu
tarif ettiğim durumu daha net görürüz. Son olarak açlık grevleri karşısındaki
burada özetlemek bile gerekmeyecek -artık anarşistler arasında neredeyse
herkesçe bilinen- tutumlar ayrışması bunun tipik göstergesi oldu. Benzer
ayrışmaların şiddetin kullanımları, anti-militarizm, Kürt özgürlük hareketine
yaklaşım, anarşizmin toplumcu-komünist geleneğine yaklaşım, Marksizm’in
anarşizmle de yakınlaşabilecek heterodoks yorumlarına yaklaşım, sosyalist
çevrelerle ilişkiler, örgütlenme konusundaki yaklaşımlar, din-İslamiyet
konularına bakış farkları gibi eksenlerde de yaşandığı biliniyor.
Kısaca bütün ayrışmalar ilk
bakışta ideolojik veya farklı anarşizm anlayışları üzerinden kuruluyor gibi
görünse de kırılma daha farklı: siyasal iktidarın saldırılarına karşı mücadele
yürüten politik öznellikler arasında anarşistlerin, anti-otoriter ya da
liberter olduğunu beyan edenlerin nasıl bir rol oynayacağı hususunda
şekilleniyor bütün ayrışmalar. tabi bu ayrışmaların 'anarşizmin otantik özünü
korumak isteyen' has anarşistlerle onu 'reel siyaset'e bulaştırmak isteyenler
arasında olduğunu öne süren zayıf bir demogoji de mevcut. Bu demogojinin kendi
kendisini çürüttüğü nokta ise tam olarak şu: bu demogojiye sıkça başvuranların
neredeyse ortak hattını oluşturan sol liberalizm, demin de saydığım belli başlı
tüm kritik siyasi konularda tavır alışlarının özeti oluyor. Yani otantik
anarşizmin katiyetle saf, bozulmamış bir halinin gereklerini dile getirdiğini
iddia edenler, her ne hikmetse tam da gündelik siyasetin en temel noktalarında
sol liberal akımlarla -siyasi liberaller ve liberal sosyalistlerle- neredeyse
aynı dili, ama onun biraz daha bireyci bir versiyonunu paylaşıyorlar. yani
kendi siyasi pozisyonları da elbette hepimizin olduğu gibi, yaşadığımız ülke ve
dünya gündemini enine boyuna kesen tüm mevcut siyasal fay hatlarıyla
belirleniyor. Ancak yine de gündelik politikaya bulaşmadan tertemiz bir konumda
anarşizmin saflığını koruduklarını iddia edebiliyor bahsettiğim çevreler. Tuhaf
bir durum: toplumsal devrim değil de anarşizmin müritleri olmanın kendisi amaç
haline geliyor.
Kabaca iki hat çıkıyor karşımıza:
bir tarafta içe dönük, kapalı topluluk kurma eğilimli, anarşist kimliğini
vurgulayan, bireyciliğe daha fazla değer biçen ve kendi varoluşunu sol
karşıtlığını, hatta karalamacılığını misyon edinmek üzerinden kuran, pratik mücadeleler
yaratmaktan çok anarşizmin tarih üstü değişmez ilkeleriyle bir grup olarak
saflığını koruma çabasını öne çıkartan bir anarşizm yorumu. diğer tarafta
radikal toplumsal mücadeleler içinde kompleks duymadan diğer devrimci gruplar
ve bireylerle birlikte varolmakta, yeri geldiğinde işbirlikleri kurmakta beis
görmeyen; anarşizmin tarihsel devrimci hattını ve günümüzün toplumsal
mücadelelerini tutarlı bir şekilde sahiplenen; anarşist kimliğinden ziyade,
anarşizmin, devrimci mücadeleye kattığı anti-hiyerarşik örgütlenme ve atak
isyankar boyut, doğrudan eylem, temsilin reddedilmesi gibi pratik yönlerini öne
çıkartan; ekolojist, hayvan özgürlüğü mücadelesi, göçmen mücadelesi, feminist,
lgbt, kent mücadeleleri, emek mücadeleleri, Kürt özgürlük hareketi, savaş
karşıtı protestolar gibi alanlarda farklı çevrelerle işbirliğine-eylem
ortaklığına ya da birlikte mücadele yürütmeye yatkın; anarşizmin fikri
saflığından çok çağdaş düşünce içindeki birbiriyle kesişen özgürlükçü radikal
düşünce hatları arasında bağlantılar kuran ve bu anlamıyla çeşitli güncel
toplumsal mücadele alanlarına etki eden ve buralarda yatay örgütlenme biçimleri
geliştiren bir hat. Elbette bu kalın çizgilerle belirlediğim ayrımın homojen
olduğunu söyleyemem, her iki hat da içinde çeşitlilik barındıyor. Ancak bu
ayrışmanın özneleri özellikle belirgin konularda birbiriyle oldukça sert
seyreden tartışmalara girdiğinde, sol liberal bir ziyniyet yapısının ilk hatta
çok bariz bir şekilde olgunlaştığı görülüyor. Beraberinde entelektüel planda
anarşist bir devrimci tutumla ilgili olamayacak türden muhafazakâr ve liberal
görüşlerin tuhaf melezleriyle de karşılaşıyoruz.
Bugünlerde birisinin anarşistlik
beyanından, hiç de onun devrimci, özgürlükçü, radikal anlamda eşitlikçi,
anti-kapitalist, cinsiyetçilik ve homofobi karşıtı, genel ahlak karşıtı,
muhafazakârlık karşıtı ya da yaşadığımız coğrafyayı boydan boya sınıfsal ve
kültürel olarak kesen beyaz türk / kürt kimliğinin yarattığı yarılmayı aşmaya
yönelik gerçekten eşitlikçi bir politikadan yana olduğu gibi bir sonucu yazık
ki çıkaramıyoruz. Anarşist dendiğinde, daha çok metodolojik bireyciliği
benimsemiş, apolitik, örgütsüzlüğü özgürleşme olarak gören, bireysel farklılığı
yücelten, eylemciliği yüzeysel bir gösteriye, isyanı da sadece kuru bir ruh
haline indirgeyen bir tipoloji akla geliyor daha çok. Bu tek taraflı olarak
anarşizme gıcık olan "solcu"ların ürettiği bir stereotip değil. Aynı
zamanda anarşistlerin de kayda değer bir kısmının severek benimsediği veya
kendilerinin de yeniden ürettiği bir kalıp.
Bu çerçevede, anarşizmin olmazsa
olmaz bir boyutunu oluşturan anti otoriterlik, soyut bir kavrama
dönüşüyor ve yalnızca pratikte kolektif mücadele yolları geliştirmenin altını
oymaya yarayan, aşırı kuşkucu bir mazeret halini alıyor. Sanki insanların kolektif
bir araya gelişleri zorunlu olarak otorite doğururmuş gibi illüzyonlar ortalığı
sarıyor. ki bu yapmacık tutum, liberallerin her örgütlü mücadelenin potansiyel
olarak totaliter olduğu ve terörizme meyledebileceği vehminden bir tık farklı
değil. öte yandan, bir sürü uyumsuz ve uygunsuz konum alış da kendini
'anarşizm' etiketi altında beyan edebiliyor ve bu da farklılığın onaylanması
havasına büründürülüyor. bu tür bir alakasızlar yelpazesinin tuhaflıkları
tartışmaya dahi açıldığında feryatlar kopuyor, bunu tartışanlar anarşizm dışı,
hatta otoriter ilan edilmeye çalışıyor. Egemenlerin hizmetindeki kavramlarla
konuşup, yine de ortalıkta anarşistlik beyan edenlerden geçilmiyor. Böylelikle
anarşizm ölçü dışı hale geliyor: "beyan esastır!"
Milliyetçiliğe yaklaşan yerlici
fikirleriyle, liberallerin özgürlükçü olarak bağra basılmasıyla, koyu taassuba
sempatiyle yaklaşan bir esneklikle, devletin bürokratlarının ağzına yakışacak
sözlerle devrimci gruplara eleştiri yöneltebilmenin hoyratlığıyla, İslamiyet’in
Sünni akımlarına ve halk ortalamasının sıradan ahlak değerlerine hayırhah
tutumlarıyla, kurban ritüelini tasvip etmekten kürtaj yasağını savunanlara
yaklaşanlarla aynı argümanları dillendirmeye varacak kadar muhafazakârlıkla
içli dışlı olabilen, Ergenekon soruşturması müsameresinde iktidar partisinin
toplumu militarizmden uzaklaştırdığı mavalını tekrar üretebilen birçok siyasal
basiretsizlik örneğini bir bir görüyoruz ilgili cenahlarda.
Anarşizm içindeki "her türlü
farklılığı" muteber kılarak eleştirelliğin önünü kesmeye çalışan;
eleştirel tartışmalara tahammülsüzce yaklaşıp kendisini dokunulmaz, saf, arı
anarşizmin hakiki temsilcisi ilan eden; anarşizmi bir kimlik haline getiren,
ancak özneler arası kolektif alanda inşa edilecek bir pratik olduğunu bir
kenara koyan; anarşi mefhumunu sadece bir mistifikasyon haline dönüştüren;
politika tartışmayan; iktidarın saldırılarına karşı toplumsal karşı koyuşların
nasıl üretileceğine kafa yormayan; "her türlü şiddete karşı olma"
şiarını dillerden düşürmeyip, anti-militarizmin şiddetsizliği temel alan bir
biçimini anarşizmin resmi ideolojisi haline getirerek, anarşist tarihi inkar
edercesine bunun antimilitarizmin olası tek biçimi olduğunda inat eden; klasik
liberaller gibi sol düşmanlığını meslek edinmiş; ama muhafazakarlığa, toplumun
"değerlerine" son derece hoşgörülü; kendi içindeki sınıfsal farkları
ve bunun doğurduğu bakış açısı uyumsuzluklarını ve konformizmi görmezden
gelmeye çalışan bir liberalizmin anarşizmin ta kendisi olarak hegemonik
kılınmak istendiğini, ama bunu yapamayınca da hırçınlaştığını görüyoruz. Lakin
bu anarşizm türevi, hegemonya kurabilmek şöyle dursun, teşhir edildikçe
yalnızlaşıyor, kendi kemikleşmiş ön kabullerini tartışmaya açmıyor ve giderek
de bu izole varoluşunda kendisini tüketiyor.
Anarşizmin mutlak bir biçimi
olmasa da, her akımında devrimci olmayanı olandan ayırmanın ölçütlerinin neler
olabileceği hakkındaneyseki birçok insan hemfikir. Bu devrimci eğilimi
sahiplenenler, eşitler arası bir diyaloğa hiçbir yararı olmayan gereksiz bir
nezaketi bir yana bırakarak, anarşizmin kavramlarıyla konuşan bu liberalizm
anlayışının, diğer sol liberaller, sosyal demokratlar, anarko kapitalistler ve
liberteryanlerle aynı soydan geldiğini artık apaçık görüyorlar ve açıkça da
dillendiriyorlar. Çünkü zaman içinde bu eğilim tıpkı solun önemli bir bölümünü
domine eden ulusalcılık ve sol liberalizmin giderek berraklaşması gibi
anarşizme sirayet eden sol liberalizm de daha belirgin şekilde kendisini
şekillendirip söylemini netleştiriyor.
Zira liberalizmin radikal bir
türevi gibi görünen anarşizm çeşidi, anarşizmin devrimci eğilimleriyle kurduğu
düşmanca ilişkide görüldüğü gibi hiç de antiotoriter olmadığı gibi özgürlükçü
bir toplumsallaşmayı telaffuz edebilecek bir içeriğin de altını
doldurabilmekten aciz. Varlığını sürtünmesiz uzayda ve ideal koşullarda
tasavvur etmeye devam ediyor. Anarşizmin kavramlarıyla konuşan liberalizm,
gündemin en kırılgan konularında sözüm ona bir üçüncü yol belirleme çabası
içinde kabak gibi kendi kendisini daha da teşhir ediyor. aslında zaman zaman
dillendirilen bu üçüncü yol her zaman en risksiz, kendine ahlaken üstün bir
mevki tayin eden steril bir sinizm konumu almaktan ibaret.
Tabi ki en bariz ayrışma noktası
yine Kürt özgürlük hareketine yaklaşım meselesi: pek çok kez bu eğilim siyasal
iktidarın Kürt hareketi ve onun direniş yöntemleri karşısındaki söylemine
meşruiyet zemini oluşturacak açıklamalarda bulunuyor. Hoş devede kulak, kim
takar sol liberal anarşistleri değil mi? Ama bu manzara, hegemonik siyasetin
etkilerinin nerelere kadar uzanabildiğini görebilmek açısından anlamlı. O
kemikleşmiş otantik anarşizm söyleminin, kendinden hoşnut hareketsizliğin,
örgütlenme karşıtlığını öven tutumların geldiği son nokta ise saf liberalizmin
anarşizmin terimleriyle konuşmaya başlamasıdır ve bazı mahfillerde
anti-kapitalizmin bile anarşizmin temel bir niteliği olmaktan çıkarılmasını
önermeye kadar gidiyor. Toplumsal mücadeleden, kolektivizmden, komünizmden
filan söz ettiğinizde dinozor muamelesi görürsünüz. Lakin 80ler ve 90lar bitti,
rüyadan, ya da kâbustan uyanmanın vakti geldi.